ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MEKTEP (Talebe Yazıları)
Okunma Sayısı: 3467
Yazar: A.Tunahan Şimşek
BEN BÖYLE DEĞİLDİM

Bir süper gücün siyâsî, askerî, ilmî, teknolojik mevkii ve şimdiki süper güçlere olan üstünlüğü… O süper gücün getirdiği yenilikler, onun demokrasi ve hürriyet anlayışı… Ve o süper gücün yıkılışı...

Biz, hârikulâde ve her yerde göğsümüzü kabartarak anlatacağımız bir geçmişimiz olmasına rağmen ne diye kör bir inatla dedelerimizi inkâr ediyoruz? Hangi akla hizmet ediyoruz? Biz eğer kendi kültürümüzü, târihimizi, atalarımızı; kısacası millî benliğimizi her şeyden önce kabul etseydik,  daha sonra da geleceğimizi geçmişimizden akseden güzelliklerle şekillendirseydik bu hâllere düşer miydik?
Bir “devrim” diye tutturduk; nasıl bir devrim olduğunu düşünmeden… Nihâyetinde “devrim” denen şey bir ülkeyi ne kadar ileri götürüyorsa o kadar da geriye götürebilirdi. Ama o kadar düşünmeye, hesap etmeye zamanımız yoktu. Gözümüzü kapatıp geleni aldık, gideni gömdük… İnsan hiç değilse giden için de bir Fâtiha okurdu!.. Neydi bu öfke? Neydi geçmişe olan bu hışım?

Yok, o bunu yapmış, yok bu şunu yapmış... Kardeşim, bir sâkin ol. Evvelâ, düşünmeden taşınmadan, araştırmadan hüküm vermek bizlere yakışır mı? Kulaktan dolma, eften püften, saçma sapan hikâyeleri müdâfaa etmek bizlere yakışmaz... Biz bunu yaparsak gelecek nesillere örnek mi oluruz yoksa ördek mi?

Bir düşünün…

Maalesef kitaplardaki bilgilerden çok kulaktan dolma bilgiler dikkatimizi çekiyordu. Bu neyi gösterir acaba? Tembellik mi desem yoksa târihi yok etmek gibi saçma sapan bir ideoloji mi? Hakikati bilemem ama umarım yalnızca tembelliktir… Bunu söylemek bile içimi acıtıyor: Kafa ve kalplerimize nakşetmemiz gereken yüce târihimizden haberimiz yok!.. Bir zamanlar Cezâyir Beylerbeyi Hasan Paşa (nâm-ı diğer Hasan Dayı) vardı. O zamanların ABD’si şimdikinden farklıydı. Demiştim ya hârikulâde bir târihimiz var diye. İşte bu bahsedeceğim antlaşma en iyi örneklerden bir tanesi.  4 Kasım 1796’da ABD ile Osmanlı arasında Trablus Antlaşması yapılmıştır. Amerika adına Joseph Donaldson ve Osmanlı adına Hasan Paşa mühür basmıştır. ABD’nin iki asrı biraz daha aşkın târihinde diğer muâhedelerden çok farklı bir yeri vardı bunun. Çünkü Türkçeydi. Çünkü bununla ABD bize 1818 yılına kadar 642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını ödedi. İşte bu,  ABD’nin târihinde yabancı bir dille imzaladığı ve yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul ettiği tek muâhede… İşte bizim o zamanki kudretimiz, siyâsî mevkiimiz…

Midhat Cemal Kuntay, Kimdim isimli şiirinde o asırları şöyle terennüm etmişti:
********************************
KİMDİM

Mâziye sor, ecdâdımı söyler sana kimdi;
Bir bitmez ufuktum, küre vaktiyle benimdi.
Tûfânlar, alevler beni bir kal'a sanırdı;
Taçlar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı.
Kahhâr atımın kanlı, kıvılcımlı izinde
Bir başka denizdim, ebediyyet denizinde...
Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda;
Titrerdi yerin tâlihi mermînin ucunda.
Günler, elimin çizdiği yerlerden akardı;
Üç kıt'ada korkunç atımın izleri vardı.
Üstünde uçarken o nişîbin bu firâzın,
En şanlı, şehâmetli hükümdârına arzın
Tek bir bakışım sanki inâyetti, keremdi;
İklîli hediyyemdi, arâzîsi hibemdi...
Hançerdi hayâlim, bütün akvâm ona kındı;
Baştan başa dünyâ bir esîrimdi; kadındı.
A’sâbına nabzımdaki âhengi verirdim;
Kasdeylediğim şekli verir, rengi verirdim…
Dünyâ bilir iclâlimi, ben böyle değildim;
Ben, altı asırdan beri bir kerre eğildim!
*******************************
Peki ya şimdi? Değişen bir şeyler var gibi. Hadi bakalım şimdi birileriyle  - yiyorsa - böyle bir antlaşma yapalım… Bütün dünyâ gülmez mi bize? Biz kimiz ki?.. Peki, bizi bu hâle getiren kim?.. Biz kendi tercihimizle gelmedik mi buralara? Bu tercih gerçekten akıl kârı değil, bunu anlamak güç… Şimdi kalkıp da “ Karanlıkları aştık,  aydınlığa gidiyoruz.” diyenlere ne demeli?

O muazzam fakat mütevâzı hâlimizden, şimdiki küçük ama kibirli hâle bizi kim getirdi? Yoksa devrim adına yapılanlar mı?
Osmanlının yok oluşuyla birlikte, onun başlattığı ve sürdürdüğü yeniliklere de son verdik ve her şeye sıfırdan başladık. Nereye geldik? Geldiğimiz yer ortada…

Abdülhamid İnkılâpları

İlk kız mektepleri Sultan 2. Abdülhamid Han devrinde açılmıştır ve o pâdişâh, kızların okumasını çok lüzumlu görmüştür. “Kızlar için sanat mektebi açılsın mı açılmasın mı?” diye tereddüt edilirken o kararını çoktan vermişti. Sevan Nişanyan, Abdülhamid devrindeki eğitim(maarif) ile Türkiye’nin şimdiki eğitim(maarif)i mukaayese ettiğinde Türkiye’nin, Abdülhamid devrindeki eğitim (maarif)  seviyesine ancak 1950’li yıllarda ulaşabildiğini belirtmiştir.

Şöyle ki: 1895 yılında yaklaşık bin rüşdiye ve idâdî bulunuyorken 1923’te bu sayı ne yazık ki hemen hemen onda bire düşmüştür. Bu bilgi de dikkate alındığında Osmanlıda eğitimin en hararetli olduğu devrin şüphesiz Abdülhamid devri olduğunu söyleyebiliriz. Sultan 2. Abdülhamid, tahta çıktığı yıl rüşdiye  sayısını 250’den 900’e, idâdî  sayısını da 6’dan 109’a çıkarmıştır. 1877 yılında İstanbul’da sadece 200 ilkmektep varken Abdülhamid bunu 9000’e çıkarmıştır. Her sene hemen hemen 400 tane ilkmektep açılmıştır. İşte Yüce Hakan’ın eğitim sahasında gerçekleştirdiği, yakın târihimizde kırılamayan rekorları...  Ayrıca Sultan 2. Abdülhamid devrinde ilk deniz müzesi açılmış, Osmanlı donanması modernleşmiş, ordu modern silahlar kullanmaya başlamıştır. Sultan 2. Abdülhamid’in gerek eğitim(maarif)e verdiği ehemmiyet gerek ordunun modernleşmesi hususundaki düşüncesi onun ne kadar modern ve ilerici bir padişah olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Tabii ki Abdülhamid’in getirdiği yenilikler bunlardan ibâret değil. Abdülhamid’in, eğitim (maarif) ve ordu dışında, birçok sahada gerçekleştirdiği yenilikler vardır. Bugün bile ulaşımda ekonomik ve stratejik değerleri olan Sirkeci, Şam ve Haydarpaşa Garları Abdülhamid zamanında yapılmıştır. Abdülhamid devrinde ekonomik sahada birçok devletlere göre üstünlüğümüz tartışılamaz. Haydarpaşa’yı Alman ve İtalyan taş ustaları yapmıştır. Eskiden yabancılar para kazanmak için ülkemize gelirken şimdi biz yabancı memleketlere gidiyoruz. O hâlde “Karanlıktan aydınlığa gidiyoruz.” gibi sözler söylemek câhilliğin ta kendisidir; çünkü nereden nereye geldiğimiz târihe göz attığımızda açıkça ortaya çıkmaktadır.  Abdülhamid’in sadece demir yolu değil kara yolu ulaşımında da gerçekleştirdiği çok sayıda hizmeti vardır ki saymakla bitmez…

Abdülhamid’in teknolojik sahada da gerçekleştirdiği devrimler vardır. İlk şehir postaları bu Yüce Hakan’ın devrinde kurulmuştur. Avrupa’da telefon kullanılmaya başlandıktan sadece 5 yıl sonra İstanbul’a getirilerek kullanıma sunulmuştur.  Şimdi Avrupa’da ya da Amerika’da bizim bilmediğimiz bir şey kullanılmaya başlandığında biz kaç sene sonra onun adını duyuyoruz? Amma çağdaş (!) bir milletmişiz… 

Abdülhamid, Japon İmparatoruna târihte bilinen ilk robot olan Alâmet’i hediye etmiştir.

Velhâsıl Darülaceze’yi kurdurarak sosyal yardımlaşma sahasında, teknolojide, eğitim (maarif) sahasında, ordunun modernleşmesinde, iletişimde, ekonomide ve ulaşım sahasında onun gerçekleştirdiği projeler saymakla bitmez… Kaldı ki bunların hâricinde Abdülhamid’in gerçekleştiremediği çok sayıda projeleri de vardır. Aklıma gelmişken belirteyim: Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya göre Abdülhamid, dünyanın son hükümdarı ve son cihanşümul imparatorudur…

Abdülhamid’in getirdiği bu kadar yeniliğe rağmen onun hakkında ileri geri konuşup yazmanın maksadı ne olabilir ki? Abdülhamid’ bahsini biraz uzatmış olabilirim; çünkü onun yüceliği beni buna zorladı. Şunu da belirtmek istiyorum: Sultan 2. Abdülhamid bana göre sâdece Osmanlının otuz dördüncü padişahı değil, yakın târihimizin de en şevketli son devlet reisidir. Ama maalesef onun kıymetini bilmeyen, hattâ ona muhâlefet edip yaptığı her şeyi tenkit eden milliyetçiler(!) her yerde… Rıza Tevfik, Abdülhamid’in arkasından onun hakkında yazdığı şiirin şu mısraları aslında böylelerinin de hâlini anlatır gibidir:

“Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz;
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz…
Sade deli değil, edepsizmişiz;
Tükürdük atalar kıblegâhına...”

Netice
Gördüğünüz gibi yakın târihimizin görünmeyen yüzüyle şimdiki târihimizin görünen ve görünmeyen yüzü arasındaki dünyalar kadar fark apaçık ortadadır. Yakın târihimizin bu muhteşem, muazzam, kudretli yılları ne yazıktır ki geçmişte kaldı. Tabii ki bu kendiliğinden olan bir şey değildir, bizler bu mükemmelliği daha başka hiçbir millette olmayan büyük bir kinle öldürdük. Onu toprağa bile gömmedik, cesedini bir köşeye fırlattık… Şimdi her defasında atalarımıza hakaaret ediliyor. Böylelikle onları her gün tekrar öldürüyoruz… Kimileri geçmişle günümüz arasındaki farkın tam tersini anlar yani daha iyi bir mevkîye geldiğimize inanır, kimileri gideni gömer, kimileri târih nedir bilmez, kimileri de hem şimdiki hâlimizi hem de yakın târihimizi çok iyi bildiği hâlde atalarına sövmekten başka bir şey yapmaz. Ama şu da bir hakikattir ki bu koca farkı görmemek için kör olmak gerekir. Yorum size kalmış…

Yazar: A.Tunahan Şimşek
11-12-10
E mail: ahmettunahan_1453@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 3
N.Altıntaş
Tebrikler
Tarih : 01-05-11

Ahmet gayet güzel olmuş yazıların tebrik ederim. Başarıların daim olsun.

 
A.Tunahan
Teşekkür
Tarih : 11-12-10

Çok teşekkür ederim. Bu azmim sizler sâyesindedir...

 
Ahmet Çelen
TEBRİKLER KARDEŞİM
Tarih : 11-12-10

Tunahan kardeş iyi gidiyor. Bu azmini ve güzel yazılarını tebrik ediyor, devamını diliyorum.

 
BEN BÖYLE DEĞİLDİM
Online Kişi: 25
Bu Gün: 150 || Bu Ay: 6.662 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.246 || Toplam Tıklanma: 52.124.778