ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TASAVVUF
Okunma Sayısı: 3922
Yazar: Aydın Başar
TASAVVUFTA BATI'NIN ANLAYAMAYACAĞI BİR DERİNLİK VAR

Körü körüne ezberden konuşanlar Abdurrahman Arslan Hoca’nın Bayrampaşa’daki söyleşisiyle ilgili bu haberimizi okusunlar..

Abdurrahman Arslan Hoca Bayrampaşa Gençlik Merkezinde insan ve özgürlük bağlamında bir seminer verdi. Bu seminerde Doğu ve Batı mukayeseleri çerçevesinde İslam’ın itidal yolu ortaya konuldu.

Doğu-Batı kıyaslamaları yapan birçok insanımız maalesef birçok şeyi ezberden söylüyorlar. Doğu-Batı karşılaştırması yapmak için en azından onların dününü ve bugününü bilmemiz gerekir. Bu konuda yapılan çok ciddi yanlışlar var. Bir tanesine örnek verelim: Bugün ülkemizde bir proje şeklinde yürütülen Batılılaşma hareketinin felsefesinde Aydınlanma felsefesi ve o dönemin düşünürlerinin etkisi vardır. Aydınlanma ise Hıristiyanlığın bir ürünü değildir. Tam tersine Hristiyanlığa tepki olarak doğmuş bir felsefedir. Dolayısıyla bugün “Batılılaşma” olgusu Hıristiyanlığa değil “sekülerizm” adlı bir çeşit dinsizliğe tekabül etmektedir. Aydınlanmanın Batıda ortaya çıkması Hıristiyanlıkla bağdaştığı anlamına gelmez. İşte Abdurrahman Hocanın bu konuşmasını okuduğunuzda bu tür ciddi yanlışların sizler de farkına varacaksınız.

Abdurrahman Arslan Hocanın bu konuşması bir de şu konuda orijinal bir tespit sunmaktadır:  Bizde toplumun düzelmesi için sistemin düzelmesi gerektiğini söyleyen bir grup, bir de toplumun düzelmesi için fertlerin düzelmesi gerektiğini söyleyen bir grup var. Acaba İslam bize hangi yöntemi öneriyor? Bu ikisinden birini mi yoksa üçüncü bir yolu mu? Bu sorunun cevabını da yine bu konuşmada bulacaksınız. İşte Hocanın bu konuşmasından bir bölüm:

Kafir sürekli karşılaştığımız bir kimse

Siz Kur’an’ı açtığınızda hemen bir sayfanın içerisinde inananlardan bahsettiği gibi inanmayanlardan da bahsettiğini görürsünüz. Yani “öteki”lerden. Demek ki “öteki” bizim kutsal kitabımızda çok rastladığımız şu ya da bu şekilde aşina olduğumuz bir tiptir. Ötekini bir yerlere kovmak yoktur. Onunla nasıl bir iletişim kuracağınızı bilmiyorsanız, elbette ki onu bünyenizden atarsınız. Çünkü sizin bünyenizin “öteki”ni kendinizde yaşatacak bir şeyi yok.

Hıristiyanlık “öteki” ile gerilim yaşar

Hıristiyanlığa göre Hz Âdem’in işlediği büyük günahın affedilmesi için Allah Hz. İsa’yı yeryüzüne gönderdi ve (haşa) oğlunun bile bile öldürülmesine göz yumdu. Onun akıttığı bütün kanlar Hz. Âdem’den beri gelen bütün günahların affı içindir. Yani insanlığı kurban verdi insanlığın kurtuluşu için. Ve onun şu andaki temsilcisi de kilisedir. Kim ki bu verilmiş kurbana rağmen Hristiyanlığın dünyasına dâhil olmuyorsa, yani Hristiyan olmuyorsa ona her türlü muamele yapılabilir. Öyle olunca “öteki” ile olan ilişki gerilimli bir yapıya dönüşüyor.

İslam’a göre “öteki”ni de Allah yarattı

İslam’a baktığımızda ise bir kere kim olursa olsun yaratılma temelinde aynı ontolojik düzlemi paylaştığımızı söyler. Yani inanan da inanmayan da insanoğlu olarak yaratılmıştır. Varlık dünyasını İslam “yaratma” kavramının temelinde kurar. Hz. Ali’nin dediği gibi inananlarla dinen kardeşiz, inanmayanlarla da yaratılış temelinde kardeşiz. Burada sorun şudur: Öteki ile ben nasıl bir ilişki kuracağım? İslam bununla ilgili bir hukuk getirmiştir. Bu hukuka göre ilişki kuracağız. Eğer inanmayanlar Müslümanlarla kavga etmeden birlikte yaşamak istiyorlarsa bunun üzerinde muahade denilen bir anlaşma çerçevesinde devam ediyor. Bu anlaşmayı karşı taraf bozmadığı sürece Müslümanlara bozma hakkı verilmiyor. Yani İslam öteki ile olan hukukumuzu düzenlediği için onlarla olan sorunumuzu çözmekte fazla sıkıntı çekilmiyor.

Hıristiyanlık ve aydınlanmaya göre insanın iyiliği

Hıristiyanlığın insanın doğuştan kötülüğe meyilli olduğunu söyleyen teorisine karşılık aydınlanma düşünürleri dediler ki insan doğuştan kötü doğmaz, insan doğuştan potansiyel olarak kötülüğü taşıyan bir varlık değildir, insanı kötü yapan dış koşullardır; yani siyasi sosyal düzendir. John Locke’tan Marx’a kadar aydınlanma düşünürlerinin ortak kabulü insanın iyi olduğu, onu kötü yapanın siyasi düzen olduğudur. Bundan dolayı da şu mantık ortaya çıkmıştır: Eğer biz siyasi bir düzen kurarsak insan da iyi olur. Düzenden yola çıkarak insanın iyiliğini teminat altına alma düşüncesidir.

Konfüçyüsçü geleneğe göre temel mesele ise ailenin iyi olmasıdır. Eğer ailenin yapısı iyi olursa toplumun düzeni de iyi olur. Bu mantığa göre de toplum ailelerden müteşekkildir, eğer biz iyi aileler kurarsak toplum da iyi olur.

İslam’a geldiğimiz zaman İslam iki boyutlu bir öneride bulunuyor ya da iki boyuta dikkat çekiyor: Bunlardan bir tanesi aileyle ilgili önerilerde bulunuyor; fakat onu orada bırakmıyor, yönetim ile ilgili de temel parametreler öneriyor. Hem siyasi düzenle ilgili önerilerde buluyor, hem kişi ve aile ile ilgili önerilerde bulunuyor.

İnsanın içindeki “iyi” nasıl ortaya çıkacak?

Batıda özgürlük dediğimizde iki tane kurumsal otorite ile karşı karşıya geliriz. Bir tanesi kilisedir. Bütün orta çağ boyunca yaşanan tecrübenin ana kaynağı… İkincisi ise devlettir. O da Rönesans sonrasındaki tecrübenin ana odağıdır. Aydınlanma düşüncesi baskıcı ve otoriter uygulamaların insan tabiatını bozduğu fikrinden hareket ederek otoriteye karşı çıkmıştır. Eğer insan doğuştan iyi ise onun üzerinde bir otoritenin olması onun bu iyi tarafını deforme eder. Ve buna göre de liberal düşüncede anlamını bulan görüş insanın üzerindeki her türlü otoritenin ortadan kaldırılması ya da asgariye indirilmesidir. Bu düşünceye göre insan o kendindeki potansiyel “iyi olan”ı ortaya çıkartacaktır ve mükemmel eylem ve faaliyetlerde bulunacaktır. Bunun neticesinde de mükemmel ideal bir toplumsal düzen çıkacaktır.

İslam ise insanın kendi içinde yalnızca iyiyi barındırmadığını söyler. İnsan aynı zamanda kötüyü de barındırır. Yani insan nefis dediğimiz bir şeye sahiptir. İnsan esfel-i safilinle ahsen-i takvim arasında yani iki kutup arasında gider gelir. Onda bir sabite aramak beyhudedir. Ancak onu bir sabiteye bağlamak gerekir. Aydınlanma düşüncesinin “insanı serbest bırakın, o doğruyu bulur” sözü burada geçerliliğini yitirir. Fakat Hıristiyanlığın da; “Onu serbest bırakmayın, kötüye gider” sözü de aslında çok doğru değil. İslam ikisinin ortasındaki bir şeye işaret ediyor.

Tasavvufta bir derinlik var

İnsanın iki kutuplu bir varlık olduğunu düşünüyorsanız o halde şu soruyu sormanız lazım: Böyle bir varlığın o iyi tarafını nasıl ortaya çıkartacağız? Bu tek başına harici unsurları düzeltmekle ilgili bir soru değildir. Aydınlanma düşünürlerinin hesaba katmadığı insanın iç dünyası ile ilgili bir soruyu da gündeme getiriyor. Bu noktada İslam’ın tasavvufunun o zengin dünyası ortaya çıkar. Onda Batının ulaşamayacağı insanla ilgili bir derinlik vardır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Aydın Başar
24-03-12
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TASAVVUFTA BATI'NIN ANLAYAMAYACAĞI BİR DERİNLİK VAR
Online Kişi: 17
Bu Gün: 576 || Bu Ay: 9.799 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.611 || Toplam Tıklanma: 51.946.169