ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ŞUUR YAZILARI
Okunma Sayısı: 9293
Yazar: Ahmet Ar
MÜSLÜMANCA ACIKMAK

Eğitim baş meselemiz…

Teknoloji ilerlerken bir meseleyi çözüp on mesele hediye ediyor. Ekseriyetle de ortaya çıkardığı yeni meseleler, bulduğu çarenin dalı budağı şeklinde zuhûr ediyor. Bu hâl en çok da teknolojiyi üreten olamayıp tüketici olmak zorunda kalan milletlerin başında belâ. Teknolojiyi üreten daha baştan tedbirini alıp kendi kültür ve medeniyetine uygun ürünlerle sahne alıyor. Bununla da kalmıyor, içine kültür ve medeniyetinin larvalarını koyduğu ürünleri, tüketici milletlere ihraç da ediyor. Hem ekonomik olarak kazanıyor hem kültür olarak. Üretenin kılıcı çift ağızlı işliyor. Tüketici milletlerin yapabilecekleri fazla bir şey de yok.

Çok değil, bundan 20-30 yıl evvelkilerin tahmin bile etmedikleri meselelerle boğuşuyoruz. Sayısını bilemediğimiz kadar çok televizyon kanalı, ucu bucağı bulunmayan ve bilinmeyen internet dünyası… Müslümanların da ufak tefek kıpırdanışları olsa da bu âleme “İslam dışılık”ın hâkim olduğunu görmemek için kör olmak bile yetmez. Neden? Çünkü üreten onlar… İslam dışı unsurların en büyük yardımcıları Müslümanların içinde geziniyor: Nefs ve şeytan! Üstümüze saldıkları oltaların zokasında hep nefs ve şeytanın bizi üzerine ittiği yemler sallanıyor. İki şeyden birisini yapmaktan başka çare yok: Ya bu oltaları uzatan elleri bükeceğiz ve onun yerine kendi ellerimizle insanlığa kurtuluş iksirleri sunacağız; ya da insanımıza nefs ve şeytanla baş etmenin, onların iğvalarına kapılmamanın yollarını öğretip olta sahiplerini çıldırtacağız. İkisi de zorların zoru… Fakat hemen belirtelim ki birincisi ümmetin yeni karşılaştığı bir müşkildir ve o sahada tecrübesi henüz yoktur. Hâlbuki ikincisi ümmetin en iyi bildiği ve tecrübeli olduğu bir mücadele sahasıdır. İnsanlık tarihinin nefs ve şeytanla mücadelede gördüğü en muvaffak ümmet, İslâm ümmetidir. Kütüphaneler bu mücadelenin stratejisini veren kitaplarla dolu. Tasavvuf tarihimiz ve binlerce evliyânın hayatları ve eserleri ışıl ışıl bir yol çiziyor önümüzde. Öyleyse bize yakın olan reçete buradadır; çareyi buradan çıkaracağız.

İnsanın içinde sadece nefs yok; iyilikleri isteyen “ruh” da var. Allah, içimize kötülüğün kaynağı nefsi koyup bizi ona karşı müdafaasız bırakmamış; iyilikleri isteyen “ruh” la iyi yanımızı takviye etmiştir. İnsan bu ikisi arasındaki tercihinde hür. Demek ki hayır isteyenlerin de insanın içinde bir yardımcısı var: Ruh… Öyleyse nasıl şer kuvvetler her türlü imkânı kullanıp nefsimizi tahrik ederek bizi kötülüğe sürüklüyorsa hayır cephesi de aynı âletlerle insanın rûhuna ulaşmalı, oradan iyilik ve güzellikleri yaymanın ve hâkim kılmanın yollarını bulmalıdır. Bu, Müslümanın üzerinde bir vecibedir. Fakat çok uyanık olunmalı; âletleri (teknolojiyi) îmâl edenlerin bizzat o âletlere koydukları tuzaklarla “kendi”nden uzaklara savrulmamalıdır. Teknolojiyi “kul”lanmalı, ona “kul” olmamalı. Bunu yapmak, söylemek kadar kolay değil elbette…

Teknoloji ve onunla hayatımızı bürüyen “münker”e boyun eğmemek için de -yukarıda belirttiğimiz gibi- nefs ve şeytana karşı içten ve dıştan kendimizi kavileştirmeliyiz. Bu husustaki tecrübe ve birikimimiz bizim en muhkem ve emin dayanağımız. Bu nokta bizim iç kale’mizdir.

Gençliğimizin nefs ve şeytanın oyunlarına karşı kavileştirilmesinde büyük hizmetleri olan bir teşekkülde vazifeli arkadaşlarla konuşuyoruz. Herkes çocuk ve gençlerimize İslâmî heyecan ve şuuru iletememekten şikâyetçi. "Sanki ayrı dünyaların insanlarıyız. Müessesemizde durmak istemiyorlar; fırsat bulsalar canlarını dışarı atacaklar." Birisi nesiller  arasındaki uçurumun buna sebep olduğunu anlattı. “Vazifeli arkadaşlar teknolojinin t’sinden bile uzak; oysa yeni nesil teknolojiyle yatıp kalkıyor. Bilgisayarı açıp kapamaktan âciz ağabeylerini ister istemez küçük görüyorlar; onları rol model olarak almıyorlar” diyor. Bir tarafa kaydedilmesi gereken bir tespit…

Başka bir vazifeli, yeni nesille aramızdaki ilk duvarı yıkabilmek için bilgisayarı mutlaka iyi kullanmak gerektiğini söylüyor. Ardından da çocuğun/gencin müessesede sıkılmadan kalabilmesini temin için -bize çok uymasa da- bazı oyunları oynamalarına, bazı filmleri seyretmelerine göz yummak lâzım geldiğinden söz ediyor. Kendisi bunu yapıyormuş ve iyi neticeler almış; şu anda “gitmek istiyorum” diye sızlanan nerdeyse yokmuş. Bunu da bir kenara kaydedelim. Böylesi çabalara hürmet etmeli. Bir çöldeyiz; bir damla suyun bile kıymeti büyük.

Benim tezim ise şikâyetlerimizin temel sebebi “sevdirememek”. İslâm ve İslâm’ın yaşandığı-yaşatıldığı müesseseler bir Müslüman evlâdı nazarında niçin “sıkıcı” bir şeydir? 1400 yıldan beridir milyonlarca insanın aşk ve heyecan kaynağı İslâm, yeni nesillere aynı şeyleri niçin vermiyor? Cevap: Sev-di-re-mi-yo-ruz! Maalesef böyle… Sevmeyen sevilmez; sevilmeyen sevdiremez.

Gençlerimizi daha rahat ve hür yaşatalım; tamam. Ama şunu da düşünelim: Onları kendi hallerine bıraktığımızda niçin hep bize aykırı oyun ve filmler peşinde koşuyorlar? Bilgisayar gençlerimiz elinde niçin “bilgi” değil de “oyun” sayıyor? İnternet sadece oyun, ahlâksız filmler ve adını söylemekten hicap duyduğumuz sitelerden mi ibarettir? Kendi başına kalmış Müslüman genç niçin İslâmî haber ve fikir sitelerine koşmuyor? Kur’an öğreten, Kur’an mealleri veren sitelere bir göz atma seviyesinde olsun niçin bakmıyorlar? Tamam, biz bu işi onları doyuracak kalitede yapamıyoruz diyelim; sebep sadece bu mudur? Biz de saatlerce internetle meşgul oluyoruz; ama o İslâmî siteden berikine koşturup duruyoruz. Yaramıza bir merhem bulur muyuz diye yanıp tutuşuyoruz. İşte bütün mesele: Çocuk/gençlerimiz yanıp tutuşmuyor… Daha doğrusu onların da yanıp tutuştukları şeyler var; ama bizden çok farklı…

Çocuk ve gençlerimizin açlığı niçin bize benzemiyor? Onların açlığını çektiği şeyler niçin hep inanç ve kültürümüze ters? Derdimizin merkezidir bu nokta. Bizim gibi acıkmıyor; çünkü açlık üreten merkezler “İslâm dışı”. O merkezlere bir defa yakalanınca onların istediği gibi acıkmak da kaçınılmaz oluyor. Onlar gibi acıkmaya başlayınca da gerisi geliyor.

Teknolojiyi bir miktar kullandırmak, biraz oyun ve film seyrettirmek karşılığında alacağımız, müessesemizi terk etmemesi. Fikrini bozacak şeyleri alıyor; ama düzeltecek hiçbir şey vermiyor. Bedenini müessesemizde tutmaya razı olması ruhunu da müessesemizin istediği şekilde yoğurması mânâsına gelmiyor ki… Sonra bu tavizin sonu yok. Bu gün kerhen göz yumabildiğimiz şeyleri veririz; o da kesmeyince daha ötede şeyler ister. Çünkü oltayı atanlar nefse hitap eden yemler kullanıyorlar ve nefsin sınırı yok. Bir gün göz yumulamayacak şeyleri müessesede kalmanın şartı olarak ileri sürerlerse çaremiz nedir? Mesela “Günde şu kadar …………… seyretmezsem giderim!” derse…

Biz dallarla uğraştığımız müddetçe dertlerin sonu gelmeyecek. Kök, sevgidir, aşktır, sevdadır.

Atları üstünde son sürat giderken Kızılderili reisi “Duur!” demiş. “Niçin durduk?” diyen adamına “Çok hızlı gittik, rûhumuz geride kaldı; bekleyelim, rûhumuz gelince devam edelim.” demiş. Şu hikayecik büyük meselemizi izaha yetecek kuvvette. Teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki onun peşinde nefes nefese koştururken rûhumuzu, yani inancımızı, kültürümüzü, benliğimizi ihmal ediyoruz. Bu değerler bize yetişmekte zorlanıyor adeta. Beklemek, rûhumuzu kaybetmeden yolumuza devam etmek mecburiyetindeyiz.

Öyle bir şey yapmalıyız ki çocuklarımız Müslümanca acıksın. Acıktığı, aradığı, İslâm olsun; Allah sevgisi olsun; ilim-irfan olsun; nefs ve şeytanla mücadele olsun… Hedefi İslam’ın ulaşmadığı tek insan bırakmamak olsun. O zaman teknolojiden de, onun en keskin silahı bilgisayardan da korkmaya gerek yok. Böyle bir insan karşısında teknoloji köle olur, silah ters döner, hayırlara hizmet etmeye başlar. Demek ki kök, insandır; insanın kalbidir, rûhudur. İnsan değişince her şey değişiyor. “Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizi değiştirecek değildir.”

Şu halde her şey yine hizmet adamında düğümleniyor. Hizmet adamlarımız önce kendilerini ilimle, muhabbetle, tevazu ile, heyecanla kavileştirecekler. Hâli böyle olan hizmet adamındaki bu güzel hasletlerin talebesine geçmemesine imkân yoktur. Bunun misallerini de hep görüyoruz. Elbette “Nasıl olsa geçer” diyerek oturmamalı, geçmesi için gayret de göstermelidir. Fakat önce hizmet adamı sevdalı olacak. Yanmayan yakamaz. “Hoca aliyyülâlâ olacak ki talebe âlâ olabilsin.” Aşk fark edilir. Teknoloji bile aşkı gözlerden saklayacak bir perde olamaz. “Teknolojiden anlamayanı rol model almıyorlar” diyoruz. Hakîkî bir sevdanız olsun da model alıyorlar mı almıyorlar mı görünüz. O delikanlı ayaklar, kendilerini de samimi bir muhabbetle seven dâvâ delisi ağabeylerin ardında bizatihi teknolojiyi de çiğneyip tuz buz etmekte zerrece tereddüt göstermez. Yeter ki sevin, sevdirin; inandırın...  

Meselenin özü, çocuk ve gençlerimizi Müslümanca acıktırabilmektir. Bunu da ancak Müslümanca acıkanlar gerçekleştirebilir.

Yazar: Ahmet Ar
09-04-12
E mail: ahmet_ar@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 12
Yunus Emre ÖZER
DAVET
Tarih : 21-04-12

Hocam her şeyi çok güzel ve açıklayıcı bir biçimde kaleme almışsınız ancak bu cümlelerin asıl muhataplarının birçoğu bunları değil kabul etmek, akıllarının ucuna bile getiremiyorlar. Ve bu yazdıklarınızdan bihaberler.. Yukarıda bahsettiğiniz meseleleri muhataplarına bizzat anlatmanızın hem kitleye ulaşma açısından hem de gönüllere etki etme açısından daha bereketli olacağı görüşündeyim.

 
M.GÜLERDEM
AKSİYONER BİR GENÇLİK
Tarih : 13-04-12

Muhterem hocam, Kitapların, tecrübelerin ve tarihin özetini yazmışsınız. okuyan, yazan, düşünen, meraklı, hararetli, şuur ve ruh sahibi bir gençlik için, Fatihler yetiştirebilmek için Akşemseddinler, molla husrevler vb. lazım. Bu noktada yazınız evleviyyetle ve elzemiyyetle olmaza olmaz bi husustur. Bir atasözünde: "Atı suyun başına götürebilirsiniz, ama su içirtemezsiniz." der. Talebe kendiliğinden gelmiş, (ev ev, pazar pazar arama - gezmede yok)bir fırıncı, mermerci gibi işle,bir fetih - bir destanda sen yaz (yap). Eğitim sistemimizde bir eksiklik ve yanlışlık var (dahili ve harici). Bunun iyileştirme hareketi olarak bu gibi site, yazar, kitap özellikle seminerlere şiddetle ihtiyaç var. Her şey bir kıvılcım ile başlar, bizlere kendimizi hatıtlattığınız için teşekkür eder, devamını hasretle bekleriz.[TEM] M.G.

 
H. Ezveci
Kalpler sağır olmasın...
Tarih : 12-04-12

Yazıyı okumaya başlayınca her satırında aklıma geldiniz hocam, nakış nakış derdinizi, davanızı, sevginizi işlemişsiniz cümlelere, her kelimede ayrı bir incelik ayrı bir zerafet.. İnşaallah sizin gibi yüreğe seslenen, tek gayesi Allah rızası olan nakkaşların her daim sesini duymayı Allah nasip etsin.

 
OSMAN ALİHAN
MÜSLÜMANCA SUSAMAK
Tarih : 11-04-12

MUHTEREM MÜELLİF, Mukaddes davamızın çilekeş abilerinden birisi der ki "Davası olanın sevdası olur. Sevdası olanın da kavgası(mücadelesi) olur." Sahibi zaman olan zâtı şerifde:"Taleb-i hararet ve ateş büyük olmak lazımdır. Hararet-i taleble tâlibin dili yüz fersah kadar olsun ağzından dışarı sarkmış bulunmak gerekdir. Deryayı âbı hayatı bulunca dalmak, içmeye azim ve kıyam göstermek müktezîdir.Böyle olmazsa ele geçen çok az ve nâçiz olur.Uluvvi himmet müktezâyı imandandır." Bu ince ve derin mevzuların ifade edilmesi mühim bir hizmet.İnşaallah gelecek her şeye ragmen daha güzel olacak. selam ve dua ile.

 
Abdurrahman YILDIRIM
NİÇİN, NEDEN?
Tarih : 11-04-12

Niçin ve nedenlerin cevabı olduğu zaman zihinlerdeki proplemlerin bir çoğu ortadan kalkıyor. Yazar güzel tahlil yapmış. Kalemine sağlık.

 
Cihat ERDEM
Mağrip
Tarih : 10-04-12

Mağrip oldu. Güneş batıyor... Zifiri karanlık. Felek hiçbir itizale göz açtırmıyor. Deliklerden sızan her ümit süngüyle tepiliyor. Kuyuda su var ama bizim içimizde kuyu yok...

 
h huseyin
sevgi eksikliği
Tarih : 10-04-12

hocam yazınızı dikkatlice okudum. her kelimesi özenle seçilmiş, zaten yukarıda heceleyerek yazmışsınız ama ben de yazıyorum. sevgi eksikliği, başka bir şey değil, birbirimizden de kopmamamızın sebebi de budur, menfaat varsa, imkanı varsa ilgi gösteriyoruz değilse boş veriyoruz. Allah yazandan razı olsun

 
Uğurlu
Adem
Tarih : 10-04-12

İnsanımız ve mes'elelerimiz üzerine:Damla damla yağmak,kar tanelerince üşümek, fırtınalarda uğuldamak ve sâba rüzgarlarıyla muhabbet etmek...Kış rahmet ve sukûnet sonrası bahar:Çağlayan olup akan, çiçeklerde vızıldayan, nadas'a kaçan gönüllerde sürgünler açtıran, ihtimamla yetişmesini ve gelişmesini arzulayan, yetişenin ve gelişenin korunmasını ve istihdamını isteyen,'Bir eline ay, bir eline güneş' de versen davasından vazgeçmiyen istikâmetten şaşmayan, 'Müslüman'ca acıkma ve doyma cehdi ve şuuruyla daim; böylece 'Bitirip şu kara kuru ekmeği, göç etsem diyorum yâr ellerine' diyen bir 'adem' olabilmek... 2

 
İbrahim YILDIRIM
değer/miktar ters orantı
Tarih : 10-04-12

Hakiki sevdası olan, mes'ul olduğu gençlere müslümanca acıkmayı ve müslümanca doymayı belleten baş tacımız dava adamlarımız var.Bütün mesele içimizde,görebilmek ve bildiklerimizle amel etmekte.Bu güzel yazı inşaallah sevip,sevdirip,inandıranların sayısını arttırır.

 
Mustafa Özgen
Teşekkür
Tarih : 09-04-12

Değerli hocam, Elinize sağlık. Allah Teala tesirini halk eylesin...

 
C.Yakup Şimşek
Müslümanca Doyurabilmek
Tarih : 09-04-12

Ahmet Hoca'mızın isâbetli sözüyle ifâde ettiği "Müslümanca acıkmak" hâlinin bir başka yüzü de "Müslümanca doyurmak" olmalı. Talebesini gerçekten ve Allah için seven hocaefendi ve muallimlerde görülebilecek bir hâl...

 
ibrahim TUNCER
Ah çektiren yazılar
Tarih : 09-04-12

Ahmet hocam öyle yerlere temas ediyorsun ki, yazılarını okurken bir türlü iyileşmeyen ama acısını sanki alışarak unuttuğum yaralarımı tekrar tekrar kanatıyorsun. Mazeret her zaman işini iyi yapmayanların sığındığı bir liman. Nesiller arasındaki uçurum, bilgisayarı yani teknolojiyi kullanmak vs. Bunlara kargalar bile güler. Sen asıl işinde iyi ol onu hakkıyla yap bakalım peşinden bir tek talebe ayrılacak mı? Bir talebesinin inkişafı için göz yaşı döken vazifeliler, ah onlar!  Talebesinin gözünün içine bakınca onun bedenini hamura çeviren, elini tutunca bütün dünyasını adeta değiştiren, teslim alan, her şeyini unutturan muhteremler nerdeler? Var da biz mi göremiyoruz? Evet ahmet hocam bütün mesele liyakatsızlık ve sevgisizliktir. İnsanı sevmeyenler ona hizmet edemezler. Sevgi seviyorum demekle olacak bir şey elbette değildir. Sevildiği yeri bırakınız oraya kendi istekleriyle gelen pırıl pırıl çocukları hayvanlar bile terk etmezler. Ben asıl şunu merak ediyorum; Kazanmada yok, kaybetmeye lâkayt kişilerin hesabı ne olacak? Allah bu ümmetin yeniden inkişafını murat ettiyse elbette bu olacaktır.inşaallah bizleri de bu inkişafta payı olanlardan eylesin. Hüsnü kalple hizmet etmek isteyen kardeşlerimizin önünü açmak lazım.

 
MÜSLÜMANCA ACIKMAK
Online Kişi: 27
Bu Gün: 495 || Bu Ay: 5.885 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.640 || Toplam Tıklanma: 52.113.113