ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / AKTÜALİTE
Okunma Sayısı: 4279
Yazar: Avni Özgürel
MEDRESE- MEKTEP REKÂBETİ (Din eğitimi meselesine dâir)

 

Şimdi YÖK itiraza hazırlanıyor, Danıştay’ın nasıl tavır alacağı meçhul. Meçhul diyorum zira geçmişte aynı konuda bir müracaatı Danıştay ‘Yetkinin YÖK’te olduğu’ gerekçesiyle reddetmişti. YÖK kararıyla haksızlığın giderileceği umuduna kapılan binlerce öğrenci Danıştay kararıyla bir kere daha hayal kırıklığı yaşamaya başladı.

Dini eğitim veren kurumların sistemle çatışması bugünün meselesi değil. İmam- hatip liselerini ne müfredat ne idari açıdan ‘medrese’ olarak görmek yanlış; ama sistemin temeldeki itirazı genel eğitim sürecinde dine alan açılmasına. Dini eğitim veren okullardan mezun olan kişilerin din hizmetlerinde görevlendirilmesine karşı çıkmayan aydın-bürokrat çevrenin muhalif olduğu husus klasik eğitim programına ek olarak dini bilgilerle donanmış kişilerin idarede görev almalarının önünün açılması.

Her dönemde etkili olan çevrelerin tedirginliği günümüzde de kimi kamu kurumlarında bazı dini cemaatlerin etkin olduğu iddiasıyla sık sık gündeme geliyor, hatta yargı önüne taşınıyor.

Tarihi bir katsayı!

Yakın siyasi tarihimizin her döneminde dini tedrisat merkezi idare tarafından sorun olarak görüldü. Zaman zaman görülen ferahlama özellikle darbe dönemlerinde askeri idarenin başlıca meşgalelerinden biri oldu. 27 Mayıs’tan başlayarak 12 Eylül’e 28 Şubat sürecine kadar müdahalelerin ana vasfı ne kadar siyaseti tasfiyeyse de yanında hep din eğitimini engelleyici kararlar olageldi.

Nitekim bugün gerek halk gerekse Diyanet 28 Şubat sürecinde alınan kararla Kur’an Kurslarına 12 yaşından küçük çocukların alınmasına getirilen yasaklamayı aşmaya çalışıyor. Ankara’nın kılını kıpırdatmamasının sonucu ise malum, gayrı sıhhi ya da güvenliksiz mekanlarda gizli saklı faaliyet gösteren kursların çığ gibi çoğalması.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son bir asrında başlamıştı aslında çekişme. 31 Mart hadisesi ‘kapışmanın’ zirve noktalarından sadece biriydi. 2. Abdülhamid’in tahta çıktığı günlerde yaşanan olay ‘Medrese talebelerinin ayaklanması’ydı.

Sultan Hamid’i tahttan indiren de askerin medrese eğitimine itirazına dayandırdığı anlayışı oldu.

İttihat Terakki iktidarı medrese eğitimi görmüş kişileri devlet hizmetinden tasfiye kararı aldığında, bu eğitim kurumları kendilerine yönelen husumeti fark edip müfredat programlarını gözden geçirmişler ve önemli değişiklikler yapmışlardı.

2. Meşrutiyet öncesinde medreselerde dini tedrisat yanında ‘Sultani’ denilen klasik çağdaş eğitin kurumları gibi Türkçe, tarih, cografya gibi sosyal derslerle, matematik, fizik, kimya gibi fen dersleri okutulmaya başlanmış, bilahare Seyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin girişimiyle medreselerde yeni bir sisteme geçilip talebeler, İngilizce, Almanca, Fransızca veya Rusça dillerinden birini seçip öğrenmek ayrıca beden eğitimi derslerine girmek mecburiyetine tabi tutulmuşlardı.

Üç önemli kurum

Ama İttihat Terakki’nin gözünde bu düzenlemelerin kıymeti yoktu. Klasik eğitim yanında dini eğitim veren kurumlardan mezun olacak kişilerin harbokulu, askeri tıbbiye ya da hariciye kaleminde görev almasına şiddetle karşıydılar. Bu düşüncesinin sonucu olarak kamu hizmetine yeni alınacak kişilerin tahsil ve diplomalarına bakılarak fiili engel konuldu; yanı sıra  şimdi ‘katsayılı’ dediğimiz o günün ‘alaylı’ subay ve erbaşlarının  ordudan uzaklaştırılması kararı alındı.

12 Nisan 1909 Pazartesi gününü 13 Nisan’a bağlayan gece (Rumi takvime göre 31 Mart 1325) Taksim Kışlası’ndaki avcı taburlarındaki askerler başlarına komutan olarak tayin edilen askeri okul mezunu subaylara karşı ayaklandılar. Medrese hocaları yanında desteklediği askerler Meclis-i Mebusan’ın önünde toplanıp gösteri yaptılar. Sadaret makamındaki Hüseyin Hilmi Paşa uzlaşma yolunu seçti ve İttihatçı bakanlar tek tek istifa ettiler.

Ayaklanma Mebusan Meclisi üzerinde de etkili oldu. İttihat ve Terakki üyesi mebuslar can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle ne meclise gittiler ne de ortalıkta göründüler. Bir kısmı İstanbul’u terk etti.  Ama olaylar kısa sürede kontroldan çıkıp İttihatçı subay avına dönüştü. İstanbul’da denetimi kaybeden İttihat Terakki asıl dayanağı olan Selanik’e başvurdu ve 3. Ordu’yu İstanbul üzerine harekete geçirdi.

Hareket Ordusu böylece kuruldu. Ayaklananlar teslim oldu, Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun başkente girişinin meşruluğunu onaylayan İttihatçı mebuslar aynı zamanda sıkıyönetim ilanına karar verdiler.

Sonrası malum, askeri mahkemenin aldığı bir dizi idam kararı, 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi...

 

Süleyman Hilmi Tunahan 1888’de Silistre’de doğmuş, İstanbul’un büyük camilerinde görev yaptıktan sonra kurduğu medresede talebe yetiştirmeye başlamış bir din âlimi. Bilinen onun Nakşibendî geleneğine bağlı bir şeyh olduğu...

Cumhuriyet laik devlet anlayışını benimsediğinde Tunahan haklı olarak bunu devletin din hizmetini cemaate bırakması şeklinde anlayarak eğitim faaliyetine hız vermiş ve ehliyetini bilenlerce tavrı desteklenip geliştirdiği metot pek çok merkezde tatbike başlanmıştı...

Ancak sonra önce yasaklarla engellendi, ardından Tek Parti idaresinin içine sürüklendiği açmazdan çıkmak için aldığı İmam-hatip okulları açma kararıyla safdışı edilmek istendi. ‘Hani laiktiniz, din ve devlet işleri ayrılmıştı’ itirazları Ankara’nın bir kulağından girdi, diğerinden çıktı.. Ve ‘hareket’ o gün bu gün fiilen var, resmiyette yok addedilerek varlığını sürdürdü...


10 Kasım 1938’den bir hafta sonra

Atatürk 10 Kasım 1938 günü öldü. TBMM ertesi gün İsmet İnönü’yü cumhurbaşkanı olarak seçti. 16 Kasım günü Atatürk’ün naşı Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konularak halkın ziyaretine açıldı. Ve 19 Kasım günü saray bahçesinde Diyanet İşleri Başkanı Şerafettin Yaltkaya’nın kıldırdığı cenaze namazının ardından cenaze Ankara’ya gönderildi...

Meselenin insana ‘Velev ki Atatürk bile olsan’ dedirten yanı ise şöyle: Başkentin siyasi iklimi ‘Milli Şef’in işbaşına gelme-siyle bir anda tepeden tırnağa değişmiş, bu durum anında bürokrasiye de yansımıştı.

Nitekim dönemin Milli Saraylar mimarı 18 Kasım 1938 günü Dolmabahçe’nin Muayede Salonu’nda bulunan Atatürk büstüne artık gerek kalmadığı düşüncesiyle kaldırılması için onay istedi ve talep ettiği onay verildi ki heykel 25 lira 80 kuruş bedelle bir hurdacı tarafından 22 Kasım günü depoya nakledildi...


Radikal, 06. 12. 2009

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

 

NOT: Vurgular bize âittir. 


 


Yazar: Avni Özgürel
06-12-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MEDRESE- MEKTEP REKÂBETİ (Din eğitimi meselesine dâir)
Online Kişi: 18
Bu Gün: 339 || Bu Ay: 6.329 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.430 || Toplam Tıklanma: 52.119.188