ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / TÂRİHE BAKIŞ
Okunma Sayısı: 5005
Yazar: İsmail Çolak
TÂRİH, İNSAN VE HAYAT

Tarih, bizim için ne anlam ifade ediyor? Fert ve toplum hayatında tarihe hak ettiği yeri ve değeri veriyor muyuz? Tarihi iyi okuyan, tetkik eden, istifade eden, tarih sever bir toplum muyuz?

Tarihi algılama, yorumlama ve değerlendirmede sağlıklı bir bilgiye, kaynağa ve bakış açısına sahip miyiz? Hâdiselere yaklaşımda, bugünü anlamlandırma ve yarını plânlamada, tarihin imbiğinden süzülen birikim ve tecrübelerden yeterince faydalanabiliyor muyuz? Soruları daha da çoğaltmak mümkün...

Son yıllarda tarihe ve tarih kitaplarına toplum bazında artarak devam eden bir alaka olmakla birlikte henüz yeterli seviyeye eriştiğimiz söylenemez. Maalesef, tarihi okuma, inceleme, tefekkür ve muhakeme etmede gerekli şuura, donanıma ve doygunluğa ulaşmadığımız noktasında sanırım en azından tarihçiler hemfikirdir.

Hâlâ ülkemizde mektepli ya da mektepsiz eline ciddi/nitelikli bir tarih kitabı almamış; tarihle alakası, okul yıllarında sıkıcı tarih derslerinden ve imtihanlarda papağan gibi ezberlenen ders kitaplarından öteye geçememiş bir yığın insan var. Eğitim sürecindeki bu menfi tecrübeden ötürü de, ne yazık ki tarihi sevmeyen, okumayan ve hatta nefret eden ilgisiz ve bilgisiz insanların sayısı azımsanmayacak kadar kabarıktır. 

Tarihi, bugünü, kendimizi ve kimliğimizi anlama ve tanımlama; yarını, geleceği ve hayatımızın gaye ve hedefini tayin etme mevkiinden soyutlayıp, düne hapsetme; onu, geçmişle alakalı, yaşanmış bitmiş olayları bugüne aktaran, fakat bugünle, kişiliğimizle ve hayatımızla birebir alakası olmayan, sadece sıkıldığımız ve gündelik olayların bunaltıcılığından uzaklaşmak istediğimizde sığındığımız bir masal limanı ve hayal dünyasından ibaret olarak görenlerimiz oldukça yekûn tutuyor.

Hâsılı, hayatımızı, kimliğimizi ve geleceğimizi şekillendirmede köşe taşlarından olma rolünü tarihe hakkıyla tevdi ettiğimizi kimse iddia edemez. O halde tarihin bizim için anlamı ve değeri nedir, ne olmalıdır? İnsan ve toplum hayatında ona nasıl bir pozisyon biçmeliyiz?

TARİH HAYATIMIZDA NEDEN ÖNEMLİ?

Tarihin, milletlerin şuur altını ve hafızasını oluşturduğu, herkesin tasdik ettiği bir hakikattir. Milleti millet yapıp, benliğini/tabiatını dokuyan unsurların başında tarih gelir. Hafızasını ve kimliğini kaybeden milletlerin varlığını devam ettirmesiyse imkânsızdır. Mazinin, bağrında taşıdığı değerler, milletin benliğini korumasını sağlayarak ona millet olma bilincini aşılar, hayatla ve yaşadığı topraklarla daha kuvvetli bağlar kurup, anlamlı ve yaşanılır hale getirir.

Hayat mücadelesinde, ‘kendi olarak’ varlığını sürdürüp, hür ve bağımsız yaşama duygusunu besler. O, toplum hafızasını/vicdanını ve kolektif şuuru dinamik tutan yeri doldurulmaz dinamolardandır. Bugünü ve yarını imar edip, yaşanılır duruma büründürmede muazzam bir güç, moral ve şevk veren coşkun bir membadır.

Mehmet Kaplan’ın tahlili buna şöyle ışık tutuyor: “Tarih milletlerin şuur altını teşkil eder. Binlerce yıllık tecrübenin mahsulüdür. Tarihî kültürün terbiyesini almayan yeninin vücuda getirdiği eserler ham ve çirkin olur... Tarihî tecrübeler, irsiyetle (kalıtımla) nesilden nesile geçmez. Bir millet, tarihini öğretmezse, kimse kendiliğinden bu bilgiyi edinemez. Tarihini bilmeyen nesiller, milletlerine canlı bir ilgi ve sorumluluk hissetmezler. Böylelerinin, yabancı tesirlere kapılması ve köle olması çok kolaydır. O, kendisi ile tarih ve milleti arasında bağlar kurmakla bütüne/bütünlüğe ulaşır. Fertler hayatın manasını tarihte bulur.”

Nurettin Topçu şu enfes fikriyle konuyu daha da pekiştiriyor:Tarihî kültürümüz, bizim gerçek ruhumuzdur. Nasıl ki, bir insan başkalarının ruhuyla yaşayamazsa; bir millet de başkalarının tarihiyle yaşatılamaz.”

Bütün bunların kaybıysa; kişiliksiz, haysiyetsiz ve manasız bir hayatı yük gibi taşımak, günü birlik kaygılara gebe olmayı kâr saymak; hâsılı özgür yaşamakla asalak/köle olarak yaşamak arasında hiçbir fark görmemektir. Aslında, maziye -bir anlamda ‘ölülere’- hürmet, muhabbet ve sadakat, geleceğin dirilerine bağışlanan bir emniyet ve sigortadır. Unutmayalım ki, bir ağacın çiçek ve meyvesi ne ise, bir toplumun tarihi de odur. Kendi tarihini bilmeyen, değer verip sahip çıkmayan milletler, meyve vermeyen veya meyveleri dökülmüş ağaçlara benzerler.

Bu anlamda, insanlığın varlık ve bekasını sağlam direklere dayayıp, sonsuza dek ayakta tutmada tarih, hayatî bir ehemmiyete sahiptir. Tarih harmanından devşirdiklerimiz, mevcudiyetimizin en sağlam teminatıdır. Atalarının, asırların eleğinden geçmiş paha biçilmez tecrübelerinden istifade etmeyen milletler, ancak ahmak olabilir. Bu yapıdaki milletler, okyanusta pusulasız yol almaya çalışan gemiler misali, başa gelecek musibetlerin en katmerlisine müstahaktır.

HAYATIN MUALLİMİ, İBRET SANDALI VE BENLİĞİN KAYNAĞI

Tarihteki büyük zaferlerin, parlak başarılara imza atmış örnek şahsiyetlerin/kahramanların, numune teşkil ettiği, kendine güven ve cesaret duygusu aşıladığı, hürriyet ve hamle ruhu verdiği şüphe götürmez. ABD’li medeniyet tarihçisi Will Durant’ın yaklaşımı bakın ne kadar anlam yüklü:

“Yaşanmış cehennem olmaktan çıkan tarih neticede, binlerce evliyanın, devlet adamının, âlimin, sanatkârın ve filozofun yaşadığı, öğrettiği ve sanatını icra ettiği bir cennet köşesine döner. Bu üstün insan, Hz. Muhammed gibi insan ruhunu fetheden bir peygamberse her sözü, gayet basit ve geri bir millete dâhi muazzam güç kazandırıp, insanı hayrete düşüren akıl almaz hâdiseler meydana getirebilir.”

Nezaket ve terbiyemizi bozmadan, onların hata ve kusurlarından dersler çıkarıp geleceğe daha emin adımlarla yürürken, güzel ahlâk ve faziletlerini benimseyip hayatımıza ve şahsiyetimize sindirmeyi de şiar edinmeliyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunun ölçüsünü ne kadar güzel takdir buyurmuşlar: “Ölmüş gitmişlerinizin kötülüklerini sayıp dökmeyin, iyiliklerini zikredin.”

Bir devlet adamı, “Tarih, en büyük muallim-i siyasettir (siyaset hocasıdır); hiçbir fert onun rahle-i tedrisinden (dersine) müstağni (ihtiyaç duymadan) kalamaz” teşhisini koymuş. İnsan aklının özü, geçmiş kuşakların tecrübelerinden istifade edip, gizli kabiliyet ve hasletlerini geliştirmesinden müteşekkil değil midir?

Leon-E. Halkın, insan ve hayat arasındaki karmaşık denklemi çözmede tarihin katkısına dikkat çeker ve şöyle der: “Tarih olmadan, yaşadığımız asrın ve ülkenin sınırlarına hapsedilmiş, kendi bilgilerimizin ve düşüncelerimizin dar çemberine sıkıştırılmış bir şekilde, dünyanın geri kalan kısmına yabancılaşan bir tür çocukluk çağında; bizi çevreleyen ve önce gelen her şeye karşı derin bir cehalet içinde kalırız.”

Esas olan da, maziden ebede doğru akıp giden zaman nehrindeki hâdiseler selinde boğulmamak için tarihin ‘ibret sandalına’ binmektir. Hayat gemisini rotasından sapmadan, salimen menziline ulaştırmak için tarihin aktardığı/taşıdığı koordinatlardan faydalanmak hayatidir. Frekansımızı tarihe ayarlı kıldığımız takdirde, geleceği inşa etme ve selâmete erişme adına yolumuzu şaşırmak söz konusu olmayacaktır. Yeter ki, onun bize bahşettiği ‘tecrübeler definesine’ ilgi gösterelim, ‘ibretler sarayını’ temaşa edelim ve istikbalimize yön veren ‘trafik levhalarını’ dikkate alalım.

Zamanın acımasız dişlileri arasında öğütülmek istemiyorsak, tarih belleğimizden süzülüp gelen bilgi ve tecrübelerden uygun formüller ve kullanışlı anahtarlar geliştirmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü her pişmanlığın, dünkü ihmal ve gafletin acı bir meyvesi olduğu hakikatini hakkıyla bilip, hayattan aksetmiş ibret levhalarıyla dolu ‘mazi medresesinin’ kazanımlarını kâr hanesine maksimum seviyede kaydedenler, hiç şüphesiz geleceğe başarıyla hükmeden ve istikamet verenler olacaktır.

Bu tespitlerden hareketle diyoruz ki, tarihe, ‘Kuranî’ bir bakış açısıyla yaklaşmak kaydıyla tam manasıyla yararlanabiliriz. Metodumuz, Kuran kıssalarındaki gibi hâdiselere ibret nazarıyla bakıp dersler çıkartmak olmalıdır. Kuran, kıssalara olan yaklaşımıyla aynı zamanda, tarihin anlam ve faydalarının hangi çerçevede odaklanması icap ettiği doğrultusunda sistematik bir metot ve üslûp da öğretir. Kıssalar, insan ve toplumun özelliklerine, mutluluk ve mutsuzluk sebeplerine, yükselmesine ve alçalmasına yol açan esaslara; bunlardan doğan ahlâkî tavır ve alışkanlıklara ışık tutar.

...Unutmayalım ki, tarihe duyduğumuz alâka ve hayatımızdaki yeri, nasıl bir gelecek düşlediğimiz ve kendimizi nerede görmek istediğimizle doğrudan ilişkilidir. Gelecekte gelişmeye inancını kaybeden bir toplum, geçmişindeki ilerlemeyle ilgilenmekten de vazgeçer. Son söz olarak biz de Yılmaz Öztuna’nın dediği gibi diyoruz: “Cihan çapında söz sahibi olmak isteyen bir millet, tarihî kimliğine sahip çıkmalı, tarihî misyonunu ihmal etmemelidir.”

 

Yazar: İsmail Çolak
25-01-10
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TÂRİH, İNSAN VE HAYAT
Online Kişi: 18
Bu Gün: 434 || Bu Ay: 9.038 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.504 || Toplam Tıklanma: 51.934.988