ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ŞUUR YAZILARI
Okunma Sayısı: 3208
Yazar: İbrahim Tunç
'O KAPI'YA VURULMAK

Ahmet Ar arkadaşımızın yazıları bereketli çıktı. Bir hâtıra daha geldi. Sımsıcak, hisli, hüzünlü, mes'ut... Genç kardeşlerimizin bu yazıları baş uçlarına asmaları lâzım. Hepimiz ibret almalıyız. (Doğruluş)

25 yaşlarındaydı...

O yaşına kadar imkânlar ölçüsünde canı ne isterse onu yapmış, hayatının hiçbir yerinde herhangi bir kısıtlama ya da sınır olmaksızın hemen hemen her şeyi deneme yanılma yoluyla öğrenmişti. Kaderin gereği olarak yolu "o kapı"ya düştü.

Orası şimdiye kadar tanıdığı ve yaşadığı dünya ile uzaktan yakından ilgili değildi. İnanılmaz bir fark vardı ve bu güne kadar böyle bir yerden hiç haberi olmamıştı. Kendi başına da böyle bir yere gelebilme imkânı da yoktu ama tuhaf tevafuklar onu buraya kadar getirmişti. Her şey başkaydı. Oturma başka, kalkma başka, yeme başka, içme başka, esneme, hapşurma başka, tuvalet başka, tuvalete girmek başka, tuvalette davranış başka, tuvaletten çıkış başka. Yatmanın adabı var, kalkmanın adabı var... Bu nasıl bir dünya böyle ve niye bu dünyadan onun gibi bir çok insan habersiz?

Yaşlı amcalar ne kadar da sevimli ve candan; sanki öz dedesi gibi... Her birine sarılıp doya doya öpmek geliyor içinden.

Küçücük çocuklar aşr-ı şerif okurken o utancından göz yaşlarını içine boşaltarak kendine ancak hakim olabiliyordu. O yaşına kadar doğru dürüst ne yönünü kıbleye dönmüş ne de bir duayı okuyabilecek durumda. Oturduğu yerden her kalkışında âdetâ ayakları kötürüm olmuş gibi ıstırap çekmesine aldırmadan utancından ne yapacağını bilemez ve hocanın, "Kardeşim otur, ayaklarının uyuşması geçsin öyle kalk." ikazını duyardı.

Bir Ahmet Amca vardı... O bir başkaydı. Her hâli değişik gelirdi ona. Yüzünün rengi, sakinliği... Yaşına rağmen ne kadar enerjikti... Onun soğuk kış gecelerinde evinden kalkıp talebelerin ranzalarını tek tek kontrol edip üstü açılanları örttüğünü görmüştü kaç kere. Bu nasıl bir şeydi yarabbi! Bu insanın bu çocuklarla hiçbir yakınlığı yoktu, bir dostunun ya da tanıdıklarının da çocukları değildi. Her biri Anadolu'nun değişik yerlerinden gelmiş gariban Anadolu çocuklarıydı. Tek ortak yönleri hepsinin gariban ve memleketlerinden, ailelerinden uzakta olmalarıydı. Acaba hangisinin babası kaç kere gece uykusundan kalkarak yanı başında ya da yan odada yatan oğlunun üstünü örtmek için sıcak yatağından kalkabilmişti. Bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir sevdadır ki, hiçbir dünyevi menfaatle izahı mümkün olmayan bu olay gözlerinin önünde oluyordu. Aynı amcayla lavaboda karşılaşıyor, daha önce o lavaboyu kullanan bazı pislikler bırakmış. Hayatında beynine mıh gibi saplanan ve bir daha da çıkmayan şu sözü söylüyor: "Arkadaşlar bu şeyleri pissinmeyin, bunlar kardeşlerinizin şeyleridir, şöylece temizleyiverin." Kendisi sanki çok güzel bir şeye dokunurcasına onları eliyle bir güzel temizliyor. O, yıllar sonra hâlâ kendisi de bir eğitimci olmasına rağmen böyle bir eğitim metoduyla ve eğitimciyle hiç karşılaşmadı.

Bir de Abdullah hoca vardı... Muhteşem insan! Her hali inanılmazdı. Bakıyorsun hoca, bakıyorsun aşçı, bakıyorsun bulaşık yıkıyor, bakıyorsun duvar yapıyor, bakıyorsun sıva yapıyor, badana yapıyor. 15-16 yıl okumuştu ama İslam tarihini de, Osmanlı tarihini de Türk tarihini de ondan öğrenmişti. Okuduğu okulların hiçbir kademesinde bu denli etkili bir eğitimci ile karşılaşmadı.

Her gün yaşadığı bir şey onu şaşkına çeviriyordu. Böyle bir dünyadan bu güne kadar habersiz oluşuna yanıyordu. Binanın dışına çıkmaktan ödü kopuyordu âdetâ. Okulu da olmasa hiçbir yere ayrılmak istemiyordu. Bu durumu hisseden hocası bir gün ona "Yahu kardeşim, senin dışarda bir ihtiyacın olmaz mı? Hiç çarşı izni almıyorsun." demişti. O ise dışardaki her türlü hayatı -eğer hayat denebilirse- görmüştü. Dışarda matah bir şey olmadığını yaşayarak anlamış, kaderi, ilâhî bir mucize gibi kendini oradan alarak (daha doğrusu kurtararak) âdetâ bir cennet bahçesine koyuvermişti. Başka ne isteyebilirdi ki?

Burada olmayan daha iyi bir şey mi vardı "dışarı"da?

Yazar: İbrahim Tunç
22-07-13
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 3
TAC 1
ETKİ
Tarih : 10-08-13

Farklılığı fark ettirmeden başarabilmek. Bu da aşk ile mümkün.

 
İbrahim Hoca
Tanıdık Bir Mekan
Tarih : 25-07-13

Yazarın sözünü ettiği isimler de mekan da tanıdık geliyor.Orada bulunma ve o kişileri tanıma şerefi bana da nasib oldu. Yazar oraları ve yaşananları çok güzel anlatmış. Sadece yaşanan, anlatılamayan hayat kesitleri de olmuştur zaman zaman. Kendi adıma diyebilirim ki şu hayatta tek medar-ı iftiharım bu güzelliklerin yaşandığı bu güzel mekanlarda(Darül Erkam)bulunabilmiş olmamdır.Rabbime hamd olsun. İbrahim Beye Çooook teşekkürler.

 
AHMET
ELDE VAR AŞK!
Tarih : 22-07-13

Ahmet Amcalar, Abdullah Hocalar üniversitelerde pedagoji dersleri almadılar. Hocaları başta Rasulullah Efendimiz olmak üzere onun izince yürüyen Allah dostları ve en mühimi onlara ve onların yoluna duydukları aşk ve muhabbet. Onları pedagoji prof.larından daha büyük bir eğitimci yapan şey sevda dolu bir yürekten başka bir şey değil. Allah dostlarının sevgisiyle dolu bir göz, bütün mahlûkata çevrildiğinde o muhabbetten izler taşır. O izleri hissetmeyen bir canlı yoktur. Hisseden etkilenir. İbrahim kardeşe bu güzel hatıraları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz.

 
'O KAPI'YA VURULMAK
Online Kişi: 17
Bu Gün: 484 || Bu Ay: 6.474 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.761 || Toplam Tıklanma: 52.121.337