ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : EDEBİYAT / YAZI VE YAZMAK ÜZERİNE
Okunma Sayısı: 3330
Yazar: Süleyman Yılmaz
EL YORDAMIYLA YAZAR OLMAK

                                                                    

Her gün yüzlerce hayal kurar insan ve hiçbiri gerçek olmaz; ama bir gün bir gerçek yaşarsın, hiçbir hayale sığmaz. (Paul AUSTER)

Yolunu gözlediğim yazarlara bir patika açmak ümidiyle...

Bir hayalim vardı: Kitap yazmak...

Anadolu'nun mahrumiyetlerle dolu köy bozması bir kasabasında bir çocuk yazar olmak isterse ne yapar? Kitap yok, dergi yok, gazete yok, bir yol gösterici yok...

Nasıl yazacağımı, ne yazacağımı bilmiyordum ama kitap yazmak istiyordum. Okuduğum kitaplardaki dünya bana gerçek dünyadan daha farklı, daha güzel geliyordu. “Simitçi Ahmet”, “Öksüz Ömer” romanları gibi hem acıklı hem de sonu güzel biten romanlara ilkokul dördüncü sınıftayken kapılmıştım. Sınıfta yapılan okuma yarışmalarında birinci olmanın verdiği sevinçle daha bir fazla okuyordum. Fakat bir gün bir çocuğun çığlığını duydum. Bulgaristan’dan göç etmek zorunda kalan bir Türk çocuğunun çığlığı bana, “Artık bizim için yazmalısın.” der gibiydi. Yazmalıydım; ama ne yazmalıydım! Uzun zaman düşündüm. Bu süre zarfında çocuk aklımla bir roman yazmaya karar verdim. Benimle birlikte bir arkadaşım daha yazmaya karar verdi. Ancak altı sayfadan ileriye gidemedik. Tekrar okumaya karar verdik. Artık her ikimizde okuduğumuz kitapları birbirimize anlatmaya ve tavsiye etmeye başladık. (Yurtlarda herkesin kafasına uygun bir arkadaşı illa ki vardır.) Okuduğumuz kitapların sayısı konusunda açıktan yarışma yapar gibiydik. Tek müşkilimiz akşam vakti kitap okuma konusunda sıkıntı yaşamaktı. Onu da yatma saati gelince yatakta kitap okumakla hallettik. Kemalettin TUĞCU serisinin ve Yavuz BAHADIROĞLU serisinin ortaokul öğrencileri için uygun kitaplar olduğunu o yaşlarda test edip onayladığımı belirtmek isterim. Bütün ortaokul hayatım kitap okumakla geçti. Derslerin bazıları boş geçiyordu ve ben o saatleri de kitap okuyarak değerlendirdim. Bir gün evde rahmetli babamın aldığı padişah kartları elime geçti. Her kartın arkasında padişahlarla ilgili bilgiler vardı. Bir müddet sonra kendimi bu bilgilerin peşinde koşarken buldum. Artık Yavuz Bahadıroğlu bana yetmiyordu. Daha kalın romanları olan Feridun Fazıl TÜLBENTÇİ’nin romanlarını okumaya başladım. Tarihi romanlar okuya okuya milliyetçi birisi olup çıkmıştım. Tarihi romanların yanında Ahmet Günbay YILDIZ, Raif CİLASUN gibi yazarları da okumaya başladım. Beni ilk ağlatan roman da “Yanık Buğdaylar” romanıdır. Okudukça ağladım, ağladıkça okudum. Ahmet Günbay YILDIZ , yıllarca sesini duyuramayan muhafazakar-milliyetçi kesimin sesi gibiydi. Onun romanlarındaki kahramanlarla kendimi bir tutuyordum. Üniversite heyecanını da Ahmet Günbay YILDIZ’ın romanlarında bulmuştum ve üniversitelilerle tanışmaya karar verdim. Bayrak Radyosu’ndan adresini aldığım üniversitelilerle mektuplaşmaya başladım. Dış dünyayı daha iyi tanımaya başlamıştım.  Ayrıca arada sırada elimize geçen gazetelerden de dünyayı öğreniyorduk. Nedense her yerde Müslümanlar ve Türkler öldürülüyordu. Afganistan’nın, Doğu Türkistan’ın, Bulgaristan’ın, Filistin’in sesini dünya duymuyordu. Irak, Karabağ derken artık dayanamaz olmuştum. Dolmuştum ama taşamıyordum. Kağıdı kelemi elime aldım ve zoraki yazmaya başladım. Hece vezniyle yazdığım için kelimelerin hece sayısını ayarlayamıyordum. Sözlük kullanmayı bu dönemde alışkanlık haline getirdim. “Arayan bulur.”  derler, araya araya kelimeleri yerli yerine oturtmaya başlamıştım. Yazdıkça yazmaya başladım. Okurken bile aklım nereye hangi kelimeleri koymakla meşguldü. İlk şiirimi tamamladığımda yıllardan 1992’ydi. Kimseyle paylaşmadım. Karabağ’da şehit olan çocuklar için yazmıştım. Şiirin ilk kıtasını ve son kıtasını sizlerle paylaşmak istiyorum.

    “Dalından koparılmış bir gül gibisin,
    Şu yalancı dünyaya küskün gibisin,
    O şen şakrak gülüşlerin nerede?
    Kanadın kırık boynun bükük gibisin.”

………………………………

“Geleceğin yarını umudu sensin çocuğum,
Kalbini sevgiyle doldur yoksa arayacaksın.
Karanlıklar içinde kaldığın zaman çocuğum,
Karanlıkları da sevgiyle aydınlatacaksın.”

Şiiri tamamladığımda dünyalar benim olmuştu. Şiir yazmaya devam etmeliydim. Peşinden diğer şiirler geldi. Şiirler çoğaldıkça başkalarıyla paylaşmam gerektiğine inanmaya başladım. Şiirlerimden bir tanesini Bayrak Radyosu’na gönderdim. Spiker tarafından okunurken bütün yurt öğrencileri birlikte dinledik. (Aman Hocalarım duymasın!...) Okunan şiirse şu dörtlükle başlıyordu:
    “Bir çocuk bakıyor kendi halinde,
    Çiçekler yolunmuş kan fışkırıyor.
    Ağlamak istiyor yaş var gözünde,
    Aydınlık dünyada barış istiyor.”
…………………………………

İlk şiirlerimin çocuklarla ilgili olması biraz da Hasan Nail CANAT’ın “Yaralı Serçe” romanından etkilenmem olabilir. Paylaşma merdiveninin ilk basamağını aşmıştım. Sıra gazete ve dergilere gelmişti. İlk olarak şiirlerimden bir tanesini Türkiye gazetesine gönderdim. Sağ olsun Ali GÜLER Beyefendi’den güzel bir mektup aldım. Beni yüreklendirmişti. Sonra Konya’da yayımlanan “Çare” dergisine gönderdim. 02.03.1993 tarihinde Yazı İşleri Müdürü Sayın Mustafa Gül’den bir mektup aldım. Mektubun yanında bir de dergi vardı. Mektup şu şekilde sona eriyordu: “Şiirlerinizden bir tanesi yayın kurulumuzca incelendi ve şu anda elinizde bulunan 7.  sayımızın 23.  sayfasında yayınlanmış bulunmaktadır. Bize yazdığınız gibi diğer yayın kuruluşları ile de yazışarak şiirlerinizi tanıtma ve destek olunması taleplerinizi devam ettiriniz. Bir gün gelip değerlendirileceği kanaatini taşıyoruz.” Mektubu okur okumaz hemen dergiyi açtım. Şiirimi dergide görünce dünyalar benim olmuştu. Bu hissi ancak bir eseri bir dergide yayınlanan yeni yetme şair/yazarlar bilir. Uzun zaman kendime gelemedim. Dergiyi bir bavul gibi yanımda taşıyor ve herkese şiirimi gösteriyordum. Bu maddi olarak değeri ölçülemeyecek bir mutluluktu. Diğer gazetelere de yazmalıydım. Şiirlerimden birkaç tanesini de Ortadoğu gazetesine gönderdim ama herhangi bir cevap alamadım. Kitap fikrinden vazgeçmemiştim. Liseyi bitirince Konya’ya gitmiştim. Orada “Çare” dergisini ziyaret ettim. Yazı işleri Müdürü Sayın Mustafa GÜL beni  “Konya Postası” gazetesine götürdü. Şiirlerimin fotokopilerini alıp her gün bir tanesini yayımlayacaklarını söylediler. Ben görmedim ama Mustafa Bey’i sonra ziyaret ettiğimde şiirlerimden birkaç tanesinin gazetede yayımlandığını söyledi. Kitap yayımlatmak… Bu nasıl bir arayışsa bir türlü bitmek bilmiyordu…  Bir gün Hadim'de kaymakamlık tarafından yayımlanan  “Hadim’in Sesi” gazetesi elime geçti. Kahvedeki gazetede fahri muhabir arandığı yazıyordu. Durur muyum? Soluğu Hadim’de aldım; çünkü bir makale yazmıştım ve şiirlerim de vardı. Benden iyi muhabir mi bulabilirlerdi? Kendime o kadar güveniyordum ki bir anda kendimi kaymakamın karşısında buldum. Bu nasıl bir özgüvendi! Gazetede çalışmak istediğimi belirttim. Makalemi okudu ve beğendi. Yedi ay boyunca gazetede çalıştım. Ayda bir gazeteyi çıkarıyorduk ve dünyanın dört bir yanındaki Hadimlilere gönderiyorduk. Kaymakam Bey’in tayini çıktı ve gazete kapandı. Başa dönmüştüm. İnişli çıkışlı bir  dönemden sonra (trafik kazası, garsonluk, pazarlamacılık, bitirilemeyen bir meslek yüksekokulu…) kendimi Trabzon’da Türkçe Öğretmenliği okurken buldum. Bu zaman zarfında vazgeçmediğim tek şey okumaktı. Şiir yazmaktan ve şiir kitabı bastırmaktan vazgeçmiştim ama roman yazmaya karar vermiştim. Yine bir arayış, yeni bir arayış… Üniversitede Nazan BEKİROĞLU gibi usta bir yazardan ders alan birisi olarak neyi, nasıl yazacağıma bir türlü karar veremiyordum. Hocamın düşünceli tavırlarını şimdi daha iyi anlıyordum. Düşüne düşüne yıllar sonra da olsa kararımı verdim. Türk Edebiyatı’nda alegorik roman eksikliği vardı.  Mesnevi alegorikti ama hikayelerden oluşuyordu. Yine aynı şekilde Kutadgu Bilig alegorikti ama roman değildi.  Türk edebiyatı alegorik eser bakımından zengindi ama bu zenginlik roman türüne yansımamıştı. Nihal ATSIZ’ın “Dalkavuklar Sofrası” edebiyatımızdaki alegorik romanın tek örneğiydi. Kararımı vermiştim. Alegorik roman yazacaktım. Türk ve Müslüman aleminde meseleler maalesef azalacağına daha da artmıştı. Bunları ilköğretim çağındaki çocuklara anlatmanın en iyi yolu da bana göre edebiyattı. Bu yüzden dünya meselelerini değişik bir yolla da olsa anlatan “Sevgi Ülkesine Yolculuk” romanımı yazdım. Bastırmak için yayınevlerine telefon açtım, e- posta gönderdim. Tanınmayan bir yazar olarak tabii ki olumsuz cevaplar aldım. (Galiba bu benim kaderim olmalı.) Kitabı bastırmakta acele etmiştim. Kitap birçok hatayla basıldı. Bu nedenle kitap bastıracak olanlar sakın acele etmesin, diye tavsiyede bulunuyorum.

Bir acımı da dile getirmeden geçemeyeceğim: Birçok yayınevine kitabımı gönderdim. Hemen hemen hepsinden iyi kötü bir cevap aldım. Fakat en güvendiğim ve kendimden saydığım iki yayınevinden en küçük bir ses duymadım. Oysa milletimin çocukları edebiyat ve sanatla bozuluyordu. Bu hakîkatin tez zamanda anlaşılmasını ve îcâbının yapılmasını dilerim.

Yıllarını yurtlarda geçirmiş birisi olarak kendimi çok şanslı görüyorum. Oradaki manevi havayı teneffüs ederek Allah sevgisini öğrendik.  Başkalarının dertlerini dert edinmeyi,  paylaşmayı öğrendik. Hayata dair ne varsa (yemek, bulaşık, ütü…) hepsini öğrendik. Yurtlarda öğrendiklerim sayesinde hiç işsiz kalmadım. İnsanlar şimdi bunları öğrenmek için tonlarca parayı kurslara akıtıyorlar. Zamanın ne kadar değerli olduğunu (Üç-dört saatlik izin sanki beş dakikada biterdi) bizden başka kimse bilemez. Şimdi yurtların sahip olduğu imkanları görünce daha bir mutlu oluyorum.  Bu imkanlar içerisinde inşallah daha fazla yazarlar, şairler, akademisyenler çıkacaktır. Benim sözüm yazmak isteyip de bir türlü başlayamayan kardeşlerime:

-Manevi değerlerimizi bir sonraki nesillere aktarmayı kendinize görev bilin,
-Okuyun,
-Kendinize bir konu belirleyin,
-Araştırın,
-Gözlemleyin,
-Sorgulayın ve de en önemlisi vazgeçmeyin. Bizler vazgeçersek boşlukları nefsanilikle dolduracak olanlar hazırol da bekliyorlar.

Basılmış bir kitabım var; ama ben bir yazar mıyım, hâlâ emin değilim. Yazar olmak hâlâ en büyük hayâlim.

Selam ve dua ile.

Yazar: Süleyman Yılmaz
26-12-13
E mail: poetika42@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 2
Müridan
Hayırlısı
Tarih : 30-12-13

Neticesi ne olursa olsun anlattığınız kadarı ile bu canhıraş talep takdire şayandır. Her menzile ulaşmaya aday şahısların bilmesi elzem olan tecrübelerdir. Aldığınız manevi terbiyenin menbaında bulunanlara çok güzel bir misaldir; onlara çokça anlatınız ki bu hissiyata ve gayrete onlar da aşık olsun. Tebrik ederim, inşallah hayırlısı ile umduklarınıza erişirsiniz.

 
hasan hüseyin uysal
sağol hocam
Tarih : 27-12-13

hocam.yazdıklarını başımı kaldırmadan okudum, düşündüklerini de inan çok yakın hissettim, siz bayağı mesafe almışsınız, hiç durmayın, bu düşüncelerinizi çocuklarımızla, gençlerimizle paylaşmanız gerekiyor, ben daha mükemmel hale geleyim, derseniz, biz acemileri bu işte usta yaparız, Hz.Allah yolunuzu açsın

 
EL YORDAMIYLA YAZAR OLMAK
Online Kişi: 16
Bu Gün: 22 || Bu Ay: 8.558 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.667 || Toplam Tıklanma: 52.155.732