ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 1626
Yazar: Ebubekir Sifil
YENİ ve FARKLI TASAVVURLARIN MAHİYETİ

YENİ ve FARKLI TASAVVURLARIN MAHİYETİGerek fikir, gerekse fizik planında insanlığın karşı kaşıya bulunduğu modern meydan okuyuş, kaçınılmaz olarak Müslümanların din algısına da nüfuz etmiş durumda. Zamanı, tarihi, algı ve değerler dünyasını "geleneksel olan" ve "modern olan" şeklinde bir ayrıma tabi tutarak, ilkinin miadını doldurduğunu ve yerini kaçınılmaz olarak ikincisine bıraktığını telkin eden modern zihin yapısı, Müslümanların kendi kaynaklarını, değerlerini ve tarihlerini okuyuşlarını belli bir istikamette dönüştürürken ortaya "yeni" ve "farklı" bir tasavvur çıkarıyor.

Tırnak içinde verdiğim bu iki kelime tek başlarına alındığında belki nötr sayılabilecek bir anlatım özelliğine sahipken, bir araya getirildiğinde ilgi çekici bir çekim gücüne kavuşuyor. Öyle ki, bir şeyin (fikir, yaklaşım, tasavvur…) hem "yeni", hem de "farklı" olması, "doğru", hatta yerine göre "mutlak doğru" olduğunu kabule fazlasıyla yetiyor. İlmî ve metodolojik bakımdan ne kadar zayıf ve tutarsız temeller üzerine bina edilmiş olursa olsun, "yeni ve farklı" olması geçerliliğini ilana kifayet ediyor!

Bu iki kelime yan yana geldiğinde oluşan tasavvur dönüşümü, şiddet-i zuhurundan dolayı çoğu zihinlere hafi kalıyor ve işin en vahim yanını da bu nokta oluşturuyor. Din ve onun temel kaynakları adına son derece "masum" gerekçelerle izhar edilen kimi "yeni ve farklı" yaklaşımların, aslında çalışma ilkelerini modernitenin belirlediği zihin yapısından kaynaklanan arızaların ürünü olduğunun sahiplerine bile gizli kalabiliyor olması gerçekten de "yeni" ve "farklı" bir durum!

Müslümanların kendi kaynaklarıyla ilişkilerinin sistematiğini oluşturan ve yüzyıllar içinde "eşyanın tabiatı gereği" belli bir istikamette teessüs etmiş "edille-i şer'iyye" konsepti, Kur'an ve Sünnet anlayışı, bu iki delilin birbiriyle ilişkisi ve bunlardan teferri eden diğer deliller, Usul ve Kavaid… "yeni ve farklı" yaklaşımların cazibesiyle yerini "çağdaş değerler" etrafında şekillenmiş algılara bırakabiliyor. Bu da kaçınılmaz olarak "yeni ve farklı" bir müslümanlığa uzanan bir süreci intaç ediyor. İşin başında niyet ve maksat bu olmasa da, varılan nokta çoğu zaman bundan başkası olmuyor.

Hz. İsa (aleyhi’s-selâm)'ın ref'i ve nüzulü meselesi, bu hususun kristalleştiği noktalardan birisi. Kur'an-Sünnet ilişkisine ve Tefsir Usulü ilminin ilkelerine karşı çok da duyarlı olmayan "çağdaş" bir yaklaşımla ilgili Kur'an ayetleri üzerine serd edilen "yeni ve farklı" mülahazalar, "ilmî hürriyet" görüntüsü altında sahibini getirip bütün Ümmet ulemasının karşısına konumlandırıyor.

Evet, nüzul-i İsa (aleyhi’s-selâm) konusunda Sahabe döneminden itibaren Ümmet'in üzerinde icmâ, ittifak ettiği bir kabul, modern zamanlarda Kur'an ve Sünnet'i "yeni ve farklı" bir okumanın nesnesi kılma faaliyetinin sonucu olarak yerini "yeni ve farklı" bir değerlendirmeye bırakıyorsa, bunun "ilmî özgürlük"ten daha öte bir anlamı olmalıdır. Bu tarz yaklaşımların, –ayrıca ima veya tasrihe ihtiyaç bulunmaksızın– "karşı taraf"ı oluşturan sahabîsi, müfessiri, muhaddisi, kelam alimi ve tarihçisiyle bütün bir Ümmet ulemasını itham anlamına geldiği açıktır. Sözün sahibinin yaklaşımına göre bu itham "yanılgı"dan "cehalet"e, "anlayış kıtlığına", hatta "tahrif"e kadar uzanır.

Bir kimse Nübüvvet kurumuna iman ettiğini söylemekle birlikte, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)in gerçekleşeceğini haber verdiği herhangi bir hususu imkânsız olarak görse, bu O'nu yalanlamak anlamına geleceği için son derece tehlikeli bir neticeye müncer olur.

Bu sebeple İslam tarihi boyunca sadece Ehl-i Sünnet değil, bid'at fırkalar dahi hadislerle sabit olmuş mugayyebata inandıklarını deklare etmekten geri durmamıştır. Sadece Haricîler bunun istisnasını oluşturur.

Nüzul-i İsa (aleyhi’s-selâm) inancının Kur'an ayetleri ve onların delaletini destekleyen tevatür seviyesindeki hadislerle sabit olduğu açıktır. Böyle olduğu için hemen bütün İslam fırkalarının ortak inanç ilkesi olarak kayıt ve müdafaa edilmiştir. Bu meselenin temel inanç ilkelerinden olmadığını söylemek ahir zamana mahsus bir tavırdır.

Ebubekir Sifil Hoca
Fidan Dergisi röportajından...

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ebubekir Sifil
18-08-14
E mail: facebook.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YENİ ve FARKLI TASAVVURLARIN MAHİYETİ
Online Kişi: 8
Bu Gün: 505 || Bu Ay: 6.495 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.833 || Toplam Tıklanma: 52.121.728