ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KÜLTÜR ve MEDENİYET
Okunma Sayısı: 2069
Yazar: İsmail Kılıçaslan
NEDİR PEKİ MEDENİYET DEDİĞİN?

NEDİR PEKİ MEDENİYET DEDİĞİN?Camiler haftası kapsamında çarşamba gün, Selahattin Yusuf ve Tarık Tufan'la birlikte Ankara'da bir konferansa katıldık. Konferansın başlığı 'Bir Medeniyet Tasavvuru' idi...

Konferans esnasında Selahattin Yusuf'un kurduğu bazı cümleler, epeydir cevap aradığım bir sorunun merhemi oluverdi birden. Selahattin özetle, aslında bizim medeniyetle, medeniyet üretimiyle ilgili değil, müze sevicilikle kayıtlı olduğumuzu söyledi. Yani şöyle: Biz aslında 'medeniyet tasavvuru' falan derken dümdüz 'müze medeniyeti'ni seviyoruz.

Nasıl peki?

Bir soru sorayım: Süleymaniye Cami bizim için medeniyetimizin kesintisiz ve yaşayan bir ögesi mi, yoksa bir metropolün içine sıkışıp kalmış ve içinde namaz da kılınabilen bir müze mi?

Hadi bir başka yola sapalım ve medeniyetin tanımından hareket edelim. En genel manada medeniyet, malum 'şehir' kelimesiyle ilgilidir ve 'şehre ait, şehirli, şehirle ilgili' manalarına gelir. Medeniyetin kavram olarak tanımı ise aşağı yukarı şöyle: 'Bir toplumun maddi-manevi varlıklarının, düşünce, kültür, sanat ve bilim alanındaki birikiminin tümü.'

İşte şimdi 'yaşayan medeniyet - müze medeniyeti' arasındaki farktan bahsedebiliriz.

Eğer Süleymaniye Cami, bugün itibarıyla 'ait olduğu medeniyete ait bir varlık' değilse tam manasıyla bir müzedir. Yaşamasını, nefes alıp vermesini bitirmiş, donmuş bir varlık... Ya da haksızlık etmemek için şöyle diyelim: Artık kendi dört duvarının sınırları hariç etrafını etkileme gücü kalmamış bir varlık.

Süleymaniye konusunda en büyük yanılgımız, bu muhteşem mabedi Mimar Sinan'ın inşa ettiğini düşünmemizdir. Daha doğrusu, 'Mimar Sinan olmasa Süleymaniye inşa edilemezdi' zannına kapılmamızdır. Hayır. Mimar Sinan olmasaydı da Osmanlı medeniyeti 'Süleymaniye'yi inşa edecek bir mimar başı' yetiştirirdi zaten. Zira Mimar Sinan, o olgunluğa erişmiş bir medeniyetin doğal sonucudur. Süleymaniye'yi inşa eden 'tasavvur', Süleymaniye'den önce Bursa'daki Ulu Cami'yi, Süleymaniye'den sonra Mostar'daki o muhteşem köprüyü de yapmıştır.

İşte geldik 'kesintisizlik' dediğim yere. Süleymaniye'nin etrafında Itri vardır, Şeyh Galib vardır, Yahya Kemal vardır, Sezai Karakoç vardır. Yetmez. Medrese vardır, şifahane vardır, aşevi vardır...

Bir mabedi 'medeniyete dahil eden' şey içinde namaz kılınması kadar etrafında bir 'yaşam alanının' da kurgulanmasıdır.

Hadi dürüstçe şu soruya cevap arayalım. Bugün Süleymaniye ya da herhangi başka bir mabedimizin etrafında bir 'yaşam alanı' kurabiliyor muyuz? (Hayır, Bursa'daki muhteşem Emir Sultan külliyesinin karşısına kondurulmuş resicdencelardan söz etmiyorum.) Herhangi bir mabet bizi aynı zamanda ait olduğumuz medeniyetin kesintisiz bir parçası haline getirebiliyor mu?

'Herhangi bir şeyin medeniyet unsuru sayılabilmesi için metafizik bir ruh kökü gerekir' diyor Selahattin Yusuf.

Etrafımızda bu ruh kökünün yeniden filizlenmesi için elindeki testiyle toprağı sulayan insanlar mı çoğunlukta, yoksa 'ecdat yapmış beee' cümlesi kurunca medeniyetten anladığını varsayan insanlar mı?

Evet, medeniyet algımızla aramıza 250 yılın girdiğinin farkındayım. Modernizmle sakatlanmış metafizik ruh kökümüzün kurumaya yüz tuttuğunun da. Fakat hiç olmazsa, müze sevmekle medeniyet inşa etmek arasındaki farka dikkat eden insanlar olabilelim ki, biz görmezsek hiç olmazsa çocuklarımız görsün o kökün filiz verdiğini.

Evet, 'Çamlıca'ya yapmayı planladığım camii, Medine'deki camiden bile görkemli olacak' çapsızlığındaki mimarlarla işimiz zor. Evet, 'medeniyet tasavvuru' denilince donmuş bir müze medeniyetinden başkasını aklına getiremeyen 'sağcılık'la işimiz zor.

Yine de biz, yapmayı en iyi bildiğimiz işi yapacağız: Yürüyeduracağız. Aksi halde İslam dünyasını bekleyen çölleşme tehlikesi hepimizi toza toprağa mahkum edecek.

Ne diyordu Kant: 'Ben bu medeniyet dediğini bir şiirde gördüydüm yeğenim. Bunun altın kaplama bir tek dişi var. Kerpetenle asılıp duruyoruz ama yerinden oynatamıyoruz.'

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İsmail Kılıçaslan
18-10-14
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
NEDİR PEKİ MEDENİYET DEDİĞİN?
Online Kişi: 27
Bu Gün: 501 || Bu Ay: 5.891 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.663 || Toplam Tıklanma: 52.113.247