ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2227
Yazar: Süleyman Seyfi Öğün
ÖZNESİNİ YİTİREN İDEOLOJİLER

ÖZNESİNİ YİTİREN İDEOLOJİLERİdeolojilerin konumlanmaların tuhaf bir yazgısı var. İdeolojilerin, hayâtın dağınık, ilişkisiz duran sorunları arasındaki süreklilikleri ve bağları kuran derleyip toparlayan bir işlevi mevcut olduğunu görüyoruz.  Bu tarafıyla ideolojilerin kapsamlı, kuşatıcı zihinsel yapılar olduğunu söyleyebiliriz. Hattâ bir adım daha atarak, modern kavrayışların ideolojisiz sağlanamayacağını öngörebiliriz. Buraya kadar bir sorun yok. Sorun bundan sonra başlıyor.

İdeolojiler, çoğu defalar inşâ süreçlerini biçimlendiren amaçların dışına çıkabiliyor. İdeolojiler bir yapı olgunluğuna eriştikten sonra hayâta dair okumalarını hayâta rağmen savunabiliyor. En kaba ve kötücül anlamıyla ideolojik durum da burada ortaya çıkıyor. Bu noktada ideoloji hayâtı anlayarak dönüştürmenin aracı olarak kalmıyor, özneleriyle bağını kaybederek kendi kendisinin amacı oluyor. Bu aynı zamanda, hayâtı ideolojilere göre dönüştürme gibi dayatıcı ve bunaltıcı bir sonuç veriyor.

Türkiye’de yakın zamanlarda ideolojik durumun bu halini en dramatik örnekleriyle izleyebiliyoruz. Özellikle de ulusalcı ve sol liberal çevrelerde bu çok berrak bir şekilde görülüyor. Anlamak için sık sık düşünüyorum: Ulusalcı olmak, hangi öznelere göre, nasıl bir akıl yürütmenin ürünüdür? Ulus olarak tanımlanan bir özneye vurgu var burada. O halde şöyle de sorulabilir: Bir ulusalcının gözünde ulus nedir? Görebildiğim kadarıyla bir ulusalcının gözünde ulus, onun gözünde ulus ne olması gerekiyorsa odur. Söylemlerin içeriğine baktığımızda, ulus, ulusalcılar tarafından kurtarılması, eğitilmesi ve şekillendirilmesi gereken ham bir oluşumdur. İlk misyon bir “düşman” ile bağlantılı olduğu için kurtuluş sürecinde özne, mazlûm ve mâsumdur. Dolayısıyla ona müdahale edilmesi gerekmez. Tam tersine bir saflık olarak, en kesin bir biçimde özne yüceltilir. Sorun, öznenin kurtarılmasından sonra ideologların ona nasıl muamele edeceği ile alâkalıdır. Müdahaleler de zâten burada başlar.

Belki buna kolektif bir boş plâka (tabular asa) olarak da bakabiliriz. Ulus bir boş plâka olarak ulusalcılar tarafından ele alınacak, şekillendirilecek ve işlenecektir. Bunun üretim dünyâsında, ham bir malzemeden mâmûl bir madde çıkarma işlemine benzediğini söyleyebiliriz. Bu, ulusun, artık bir özne olarak görülmediğini, tam tersine bir nesne olarak görüldüğüne işâret ediyor. Yâni ulusalcıların gözünde ulus bir özne değil, bir nesnedir.

Ulusalcıların daha sağdaki akrabaları olan milliyetçilikte de durum farklı değildir. Ulusalcı ile milliyetçi farkı, ilki tabula rasa’yı bozan her türlü geleneğe ve inanca karşı çıkarken, diğerinin millet üzerinden bunları tolere etmesi, hattâ organik düzeyde sâhiplenmesidir. Aslında bu, Hegel’in sittlichkeit dediği, toplumsalı târih ve kültür üzerinden buudlandırmaktır.  Elbette ideolojik açıdan bilinçlenmiş bir milliyetçilik bu organik kimyanın sâhibidir. Ancak bu milliyetçilik, milletin aşırılıklarını, eksikliklerini, yanlışlarını giderebilecektir. O zaman bir ulusalcı ile bir milliyetçi arasındaki fark, ilkinin ulusa ham; diğerinin ise millete bir yarı-mâmûl nesne olarak bakmasıdır ki; bu fark nihâî çözümlemede ihmâl edilebilir bir farklılıktır.

İslâmcılığın da bir ideoloji olarak durumunun farklı olduğunu düşünmüyorum. Bu ideolojinin öznesi elbette ki Müslümanlar olacaktır. Ama İslâmcı ideologların, Müslümanlara bakışı da yine yarı-mâmûl Müslümanlıkları üzerinden olacaktır. Bu, düzeltilmesi, yanlış ve fazlalıklarından arındırılması ve  işlenmesi gereken “eksik” ve “yanlış” bir Müslümanlıktır.

Sosyalist ideolojilerin öznesi olan işçi sınıfı ile kurdukları bağlar, “doğru” bilinç ve “yanlış” bilinç ayırımlarını içerir. Bu ayrımlar daha başta ideolojilerine içkindir. Hattâ, ideolojik paradoks konusunda, bilerek ya da değil,  en fazla açık veren ve îtirafçı olan; bir bakıma şecaatlerini arz ederken sirkatin söyleyen  onlardır.

Ama ideolojik paradoksu şu aralar en derinden yaşayan sol liberaller ve Kürt ayaklanması projesinin bizzat Kürtlerin büyük çoğunluğu tarafından yarı yolda bırakılmasına hayıflanan Kürtçülerin dramatik durumu bana hepsinden daha ilginç geliyor. Bunun nedeni de, başka bir olguyu görmemi sağlamasıyla alâkalı. Gâliba ideologlar, öznelerine dair şikayetlerinde belki de zihinlerinin çok gerisine attıkları bir endişeyi de gidermiş oluyorlar. 'Böyle ulus mu olur?', 'Böyle millet mi olur?', 'Böyle ümmet mi olur?' 'Böyle yurttaş mı olur?' gibi cümlelerle  başlayan şikâyetler, aslında kendi konumlarından da emin olmanın gizli bir hazzını yaşatıyor onlara. Yaralı durumların gizli hazzı bu. Mâhiyeti serâpa ontolojik. Öznesine yabancılaşan ideologlar bu sûretle kendi mutlak varlıklarını pekiştiriyor. En diğerkâmcı iddiaların altından tuhaf bir narsisizm fışkırıyor...

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün
27-11-14
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ÖZNESİNİ YİTİREN İDEOLOJİLER
Online Kişi: 26
Bu Gün: 85 || Bu Ay: 9.308 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.963 || Toplam Tıklanma: 51.941.207