ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 3478
Yazar: Hüsnü Aktaş
HADÎSLERİN VÜRÛD SEBEBİNİ BİLMENİN ÖNEMİ

HADÎSLERİN VÜRÛD SEBEBİNİ BİLMENİN ÖNEMİKUR’AN-I KERİM’de; Peygamberimiz Efendimiz’e (sav) sorulan bir sual veya meydana gelen bir hadise sebebiyle indirilen âyetler vardır. Bunların nüzûl sebeblerini araştırmak ve öğrenmek gerekir.

Sahabe-i kiram döneminde; tefsir ilmi, sebeb-i nüzûlü bilmekle sınırlıdır. Hz. Abdullah b. Mes’ud’un (r.a.) “Allah’a yemin ederim ki, Kur’an-ı Kerim’de bulunan ayetlerin kim için, hangi hadise üzerine ve nerede nâzil olduklarını en iyi bilenlerden birisi benim’(1) demesi, bu ilmin önemini ortaya koymaktadır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan ahkâmı doğru anlamak için âyetlerin ‘sebeb-i nüzûlünü’ bilmek ne kadar önemli ise, hadisleri doğru anlamak için onların ‘vürud-u sebebini’ bilmek o kadar önemlidir.

Bir hadisin vürûd sebebini bilmek Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) muradını anlamaya vesile olur.

Meselâ: Hz. Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edilen ve sual sormanın doğru olmadığını ifade eden Hadis-i şerifi anlamak için ‘vürûdu sebebini’ bilmek gerekir. Hadis-i şerif mealen şöyledir:

“Peygamberimiz Efendimiz (sav) bize bir hutbe irâd etti ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Allah Teâlâ size haccı farz kılmıştır. Bu emre uyarak siz de haccedin.’ Bir kişi dedi ki: ‘Her sene mi haccedeceğiz Ya Rasulallah?’ Efendimiz sükut etti, cevap vermedi. Adam bu suali üç defa tekrarladı. O zaman Rasulüllah (sav) buyurdu ki: ‘Şayet (evet) deseydim her sene haccetmek farz olurdu, siz de buna güç yetiremezdiniz. Ben sizi kendi halinize bıraktığım ve tafsilat vermediğim müddetçe siz de beni kendi halime bırakın. Açıklama yapmamı istemeyin, sual sormayın. Çünkü sizden evvelkileri Peygamberlerine lüzümsuz, çok sual sormaları ve bunun neticesi olarak Peygamberlerine muhalefette bulunmaları mahvetmiştir.” (2) İmam Nesai, bu suali soran kişinin, Hz.Akra b. Habis olduğunu ifade etmiştir.(3) Hz. Akra b. Hâbis, kalbi İslâm’a ısınsın düşüncesi ve niyyeti ile kendine zekât gelirlerinden tahsisat bağlanan kimselerden (müellife-i kulûb) birisidir. İmam Dârekutnî, bu hadisi zikrettikten sonra Mâide Sûresi’nin 101. Ayetinin bu soru ve cevap üzere indirildiğini belirtmiştir.(4) Bu hadis-i şerifin vürûd sebebini bilmeyen bir kimse, Peygamberimiz Efendimiz’in ‘Sual sormayın’ emrini dikkate alarak, sual sormanın caiz olmadığını ileri sürebilir. Halbuki fazla sual sormayı nehyeden hadis-i şerifin bir vürûdu sebebi vardır. Mükellefin ‘her sene mi haccedeceğiz’ sualine ‘evet her yıl haccetmeniz gerekir’ cevabı verilirse, buna kim güç yetirebilir? Kaldı ki her sene haccedilmesi icabediyorsa, bunu Peygamberimiz Efendimiz (sav) herhangi bir suale ihtiyaç duymadan tebliğ ederdi. Dolayısıyla buradaki ‘Sual sormayın’ emri mutlak değildir. Esasen Ashab-ı Kiram’dan bazıları Resûl-i Ekrem’e sual sormuş ve aldığı cevaba göre hayatını düzenlemiştir.

Bununla ilgili bazı misaller verelim.

l Hz. Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin rivâyet ettiği şu hadis bunun en güzel misâlidir.  Hadis Mealen şöyledir: ‘Ya Rasûlallah hangi müslüman daha faziletlidir?’ sualini sordum, Peygamberimiz Efendimiz (sav) ‘Dilinden ve elinden diğer müslümanların selamette kaldığı kimsedir’ buyurdu. (5)

l Fakih sahabelerden Hz. Abdullah b. Amr (r.a) diyor ki: bir adam Rasûlüllah (sav)’e sordu: ‘İslâm’ın hangi ameli hayırlıdır? Daha fazla hangi amel ile meşgul olayım?’ Peygamberimiz Efendimiz şu cevabı verdi: ‘Yemek yedirir, bildiğin ve bilmediğin müslümanlara selâm verirsin.’ (6)

l Ebû Hüreyre (ra) diyor ki: Peygamberimiz Efendimiz’e (sav) ‘Hangi amel daha üstündür?’ diye soruldu. ‘Allah’a ve Rasulüne iman etmektir’ diye mukabele etti. ‘Sonra hangi ameldir?’ denildi. ‘Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi. Sonra hangisidir?’ diye soruldu. Efendimiz: ‘Kabul edilmiş olan hacdır’ dedi.(7)

l Hz. Ebu Zer (ra) diyor ki: Rasulüllah (sav) Efendimiz’e SAV) ‘Amellerin hangisi daha faziletlidir?’ diye sordum. ‘Allah’a iman etmek ve Allah rızası için yolunda cihad ibadetini edâ etmektir’ dedi.(8)

l Hz. Abdullah b. Mes’ud (ra) diyor ki: Peygambearimiz Efendimiz’e (sa) ‘Allah’a (cc) karşı işlenen en büyük günah hangisidir?’ dedim. ‘Seni yaratmış olduğu halde, senin O’na ortak tanımandır’ dedi. Bu gerçekten de büyük bir günahdır, dedim, ‘Sonra hangi günah büyüktür’ diye sordum.’ Seninle birlikte yemek yiyecek, rızkına ortak olacak diye korkarak çocuğunu öldürmendir’ buyurdu. Daha sonra hangi günahdır büyük olan? ‘Komşunun hanımının namusunu kirletmendir’ cevabını verdi.(9)

l Yine Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “İman eden ve imanlarına zulüm elbisesini giydirmeyen, imanlarına zulmü karıştırmayanlara gelince... İşte onlar için bir emniyet vardır. Hidayete ulaşmış olanlar da onlardır. (El En’am Sûresi: 82) Ayeti indiği zaman bu müslümanlara ağır geldi. Dediler ki: Ya Rasulallah, hangimiz nefsine zulmetmemiştir ki?.. Peygamberimiz Efendimiz şu cevab verdi: ‘Bu ayetteki zulüm, sizin anladığınız manâdaki zulüm değildir. Şirk manâsınadır. Lokman’ın oğluna nasihat ederken söylediğini işitmediniz mi? Ey oğulcağızım, Allah’a şirk koşma. Çünkü şirk koşmak büyük bir zulümdür’ demişti.(10)

Peygamberimiz Efendimize (sav) sual soran ashab-ı güzin, edeb hudududu aşmama hususunda hassasiyet gösterirdi. Sorulan sualin yersiz, lüzumsuz olmaması, Millet-i İslâmiyeyi zor durumlara düşürecek halin sorulmaması ve cevabının istenilmemesi gibi noktalarda hassasiyet göstermişlerdir.

Bazı bedevilerin lüzûmsuz sualleri karşısında Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) kızdığı ve üzüldüğü olmuştur. Böyle bir hâdiseyi Hz. Enes b. Mâlik (ra) naklederek diyor ki: Bir defasında Peygamberimizi (sav) sual yağmuruna tuttular. Neticede Pevygamberimiz Efendimiz sinirlendi, minbere çıktı. “Bugün bana ne sorarsanız cevabını vereceğim,” buyurdu. Ben sağıma soluma bakmağa başladım. Gördüm ki herkes başını elbisesiyle bürümüş gadab-ı ilâhî’nin tepelerine inivereceği korkusu ve Rasûlüllah’ı (sav) üzmenin üzüntüsü ile ağlıyor. Bir de baktım ki, insanlarla kavgaya tutuştuğu zaman babasından başkasının ismiyle çağrılan birisi dedi ki: ‘Ya Rasulallah, benim babam kimdir?’ Efendimiz: ‘Huzâfe’dir’ buyurdu. Bundan sonra Ömer (ra) Efendimize hitabeden şu sözleri söyledi: ‘Biz Rab olarak Allah’a din olarak İslâm’a, Rasul olarak Muhammed (sav)’e razı olduk. Fitne çıkmasından Allah’a sığınırız.’ O sözden sonra Peygamber Efendimiz’in (sav) kızgınlığı geçti ve söyle buyurdu ki: “Bugünkü kadar açık şekilde hayır ve şerri görmüş değilim. Cennet ve Cehennem bana açıkça gösterildi. O derecede ki onları duvarın hemen berisinde gördüm.(11) Peygamber Efendimiz’in (sav) tebliğ ettiği konularda müslümanlar için bir muhayyerlik olmadığı gibi, açıklama yapmadığı konularda da zorluk yoktur. Peygamber Efendimiz’in (sav) kendiliğinden açıklama yapmadığı konularda sual sormak; külfeti artırır, fayda yerine zarar getirir.

Nitekim İsrail oğullarının, Hazreti Mûsa (as)’a, boğazlanması emredilen inek hakkında uzun uzadıya sualler sormaları ve her sorunun cevabında da gittikçe artan bir müşkilatın ortaya çıkması bu konuda oldukça güzel bir misâl sayılır.(12) Peygamberlere muhalefet etmek, onların zıddına bir yol tutmak, onların öğrettiği ahkâmdan başka bir ahkâmı benimsemek; insanlar için bir felâketin ta kendisidir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) her vesileyle “Sizi nehyettiğim şeyden çekininiz, emrettiğimi de gücünüz yettiği nisbette yapın...” buyurmasının bir değil, birden fazla hikmeti vardır.

Allah Teâlâ’nın (cc) nehiylerine olan îtina ve ihtimamı, emirlerine olandan fazladır. Emredilenin güç yettiği kadarıyla yapılması istenilirken, nehyedilenlerde böyle bir durum olmadığı görülüyor. Yani gücünüz yettiği kadar terkedin denilmiyor. Emirleri tutmak bir ibâdettir. Nehyedilenlerin terk edilmesi teslimiyetin zaruri bir neticesidir. Nikah, nafile ibadetten daha üstün kabul edilen bir ameldir. Fakat zinanın terkedilmesi, zinaya yaklaşılmaması ondan daha üstün bir hayırdır. Ana babaya itaat iyidir, fakat onlara isyan etmemek daha önde gelen bir vazifedir. Onlara itaat etmenin verdiği bir huzur vardır. Fakat onlara isyanın, onlara hakarette bulunmanın neticesi bir felâkettir. (Misak)
_______________________
(1) Ez Zerkani-Menahil’û’l İrfan fi Ulûmi’l Kur’an-Kahire: 1372 C: 1 Sh:102, Ayrıca İmam-ı Suyuti-El İtkan fi Ulûmi’l Kur’an-Kahire: 1368 C: 1 Sh: 9
(2) Sahih-i Müslim-İst: 1401 K. Hacc: 2/975,b. 73.
(3) Sünen-i Nesaî-İst: 1401 K. Hacc: 5/110, b.1.
(4) İbn-i Hacer Eyl Askanani-Fethu’l-Bârî: C:13 Sh:220
(5) Buharî, K. el-İman, 1/9, b. 5.
(6) Buharî, K. el-İman, 1/9, b. 6.
(7) Buharî K. el-İman, 1/12, b. 18, Müslim, K. el İman, 1/88, b. 36.
(8) Buharî K. el-Itk, 3/117, b. 2. Müslim, K. el-İman, 1/89, b. 36.
(9) Buharî, Müslim, K. el-iman, 1/90, b. 36.
(10) Müslim, K. el-İman, 1/114, b. 56.
(11) Buharî K. ed-Deavat, 7/157, b. 35.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Hüsnü Aktaş
26-12-14
E mail: gazetevahdet.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
HADÎSLERİN VÜRÛD SEBEBİNİ BİLMENİN ÖNEMİ
Online Kişi: 22
Bu Gün: 230 || Bu Ay: 8.834 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.240 || Toplam Tıklanma: 51.932.147