ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / SANAT
Okunma Sayısı: 2898
Yazar: Ömer Lekesiz
SANAT VE GERÇEKLİK

SANAT VE GERÇEKLİKSon yirmibeş yılın en iyi filmlerinden biri sayılan, başrölünü DiCaprio’nun oynadığı Başlangıç (Inception) adlı filmi izlemişsinizdir.

Zihnin ‘olay yeri’ olarak seçildiği bu filmde, kişilerin rüyalarına nüfuz ederek oradan çaldıkları sırlarla hırsızlık yapanlar ile bunların eylemlerini önceden tahmin edenler arasındaki çatışmalar anlatılmıştır.

Dolayısıyla filmde 1)gerçek, 2)nüfuz edilebilen rüya ve 3)rüyaya nüfuz edenin durumuna önceden nüfuz etme olarak üç düzey, sinematografik bir perspektifle tek-leştirilmiş olarak seyirciye sunulmuştur.

İbn Arabi, tanıdığı iki şeyhten birinin diğerini rüyasında gördüğü esnada, rüyada görülenin de kendi rüyasında onun tarafından rüyada görüldüğünü gördüğünden söz eder.  
Bu iki bilgi denkleştiğinde, benim zihnim de “Belkıs gelince, ‘Senin tahtın böyle mi?’ denildi. O da, ‘Sanki o! Fakat zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimiyet göstermiştik’ dedi.” mealindeki Neml Suresi’nin 42. Ayeti'ne ve özellikle burada geçen ‘keenne=sanki’ kelimesine bağlanır.  

Yine Neml Suresi 44. Ayeti'nin meali de şöyledir: “Ona ‘köşke gir’ denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona ‘Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür’ dedi. Belkıs, ‘Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum’ dedi.”
Bu ayette ise ‘keenne’ kelimesi değil “hasibet” kelimesi yer almaktadır. Buna göre ‘keenne’ ile anıştırmak, benzerlik kurmak; ‘hasibet’ ile de iki çelişik durum karşısında tereddütte mahal olmaksızın birinde karar kılmak ifade edilir ki bu ayrım bir gerçekliğin iki derecesi gibidir. Her ikisi de zan kelimesine benzer ama zan gibi değildir çünkü zan, iki çelişikten birinin diğerine tartımla, ölçmeyle galip gelmesidir.

O halde ilk zikrettiğim iki bilgiden, onlar üzerinden baktığım söz konusu ayetlerdeki ilgili kelimelerden ve İbn Arabi’nin ‘Yokluk bir hükümdür, mevcut bir şey değildir’ sözünden hareketle insan muhayyilesinin yok olanı (namevcudu) bile (kendi içinde) mevcut kılabileceğini ve dolayısıyla dünyevi gerçekliğin beraberinde (yanında ya da içinde) başka gerçekliklerin birbirleriyle eş-zamanlı olarak fehmedilebileceğini düşünebiliriz.
Bu da bizi yaşadığımız hayatın rüya oluşu anlamında rüyasında rüya görenler olarak, Batılıların 19. Yüzyıl'da sanat ve edebiyat adına adeta bir kutsal kase olarak dayattıkları gerçeklik anlayışının dışında ‘farklı’ (ve daha kapsamlı, daha insani) bir gerçeklik anlayışına eriştirebilir.
Yine İbn Arabi’nin ‘İrade gayb aleminden, hareket ise şehadet aleminden kaynaklanır’ sözü eşliğinde bilgiyi ölümlülerden değil de el-Hayy’ü-l Kayyum olan Allah’tan aldığımıza inanışımızla ve ondan aldığımız bilgiyi ‘hakikat’ olarak bilişimizle, ‘elle tutulur gözle görülür olan şeyin karşılığı olan şey’ anlamındaki maddi gerçekliği aşıp, zahiri ve batını birlikte içeren bir gerçeklik anlayışına talip olabiliriz; diğer bir söyleyişle biz şeylere, bilgiyi kendisinden aldığımız şeyler olarak bakabildiğimiz kadar, o bilgiyi bizi farklı bir tefekküre, tecessüse açan bir bilginin nedeni olarak da bakabiliriz.

Dolayısıyla bir ağacın ağaç olmaktan, bir hikayenin hikaye olmaktan ‘daha fazlası’ olduğunu bilebilir ve buna göre davranabiliriz. Çünkü taliplisi olduğumuz şey (bize özgü gerçeklik / metafizik tutum) bizde yerleşik kodlar olarak mevcuttur. Bu kodları çözdüğümüzde modern gerçeklikle sorunumuzu da kolayca çözme imkanımız doğabilir.
Bunlardan hareketle söyleyebileceğimiz ilk şey şudur: Tek bir gerçeklik algısı zaten yoktur; gerçeklik bakana, bakılana, bakış tarzına, zamana, mekana, oluş anına, sonra düşünülüşüne, nakledişine, duyuluşuna, kültüre… göre ‘özü aynı kalmak’ kaydıyla farklılaşabilir. Dolayısıyla, namevcudiyetiyle mevcut hale getirebildiğimiz (rüya ya da tahayyül yoluyla bunların kendi içinde ve kendi şartlarında var edebildiğimiz) şeyler de yine değişebilen (soyut) gerçeklikler olarak somut gerçekliğe dahildir.
Elbette bu bağlamda isabetli örneklerin nazariyatçılar tarafından değil ancak sanatçılar tarafından verilebileceğini unutmamak ve onların ortaya çıkışını umutla beklemek gerekir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
28-12-14
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
SANAT VE GERÇEKLİK
Online Kişi: 16
Bu Gün: 347 || Bu Ay: 9.570 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.280 || Toplam Tıklanma: 51.943.027