ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 2373
Yazar: Süleyman Seyfi Öğün
NEV-YUNANİLERE GÜN MÜ DOĞDU?

NEV-YUNANİLERE GÜN MÜ DOĞDU?Aganta, Burina, Burinata...

Kimlik farklılaştırmaları, daha derindeki kültürel bölünmeleri karşılamıyor. Kimlikler neresinden bakılırsa bakılsın muhayyel kurgulardır. Halbuki kültürel bölünmeler çok daha sâhici. Son Yunanistan seçimlerinin sonuçlarının Türkiye’deki yansımalarına baktığımda bu durumu daha net görebildim.

Türkiye’de yaşayan bir Akdenizlilik kültürü var. Bana göre bu kültür, Osmanlı geçmişinde varolan ve Rumelilik olarak bildiğimiz  bir kültürel bölünmenin günümüzdeki türevidir. Bu türev kültür, Rumelilikten görece ayrıştırılarak inşâ edildi. Bu inşaatın yılmaz mühendisleri , merhûm Halikarnas Balıkçısı, Vedat Günyol, Orhan Burian, merhûme Azra Erhat gibi isimlerdir. Aslında Necib Fâzıl ve Fikret Âdil’in anlattığı ve ağırlıklı olarak Rumeli köklerine sâhip İstanbullu Bohem dünyâ onların kültürel fidelikleriydi.

Onlar kendilerine Anadolucu diyorlardı; ama aslında işledikleri kültür ağırlıklı olarak Akdeniz coğrafyası ve târihi ile ilişkiliydi. Yeni Ufuklar Dergisi onların biraraya geldikleri bir edebiyat dergisiydi. Zihinlerinde, evrensel olarak gördükleri  bitmek tükenmek bilmez bir Batı uygarlığı kompleksi vardı. Ege kıyılarının antik geçmişi onları büyülüyordu. Daha mühimi, saplantılı oldukları Batı uygarlığının köklerinin Milet, Efes ve Prien gibi  antik kentlerde varolduğunu söyleyen kaynakları mehaz kılarak, aslında Anadolulu (Akdenizli) olmanın bir ayrıcalık olduğuna hükmediyorlardı. Hâsılı iddiaları şuydu: “Mâdem kökler bizde, o halde biz Türkler de   bu uygarlığın doğal sahipleriyiz”.  Bunu kabûl etmeyen ve Türkleri bu uygarlığın dışında tutmak isteyen Batılı otoriterle didişiyorlardı. Türkiye’den çalınan eserlerin iâdesini istiyor; Homeros’un İzmirli olmasının Türkleri de kendiliğinden Batılı yaptığına saf saf inanıyorlardı. Bugün turizmin alabildiğine nesneleştirdiği Bodrum, Mavi Yolculuklar, tortusal olarak  onların romantik izlerini taşır.

Akdenizliliklerini “derin Anadolu” ile ilişkilendirmek elbette ki zordu. Bunun da üstesinden Anadolu’nun heterodoks kültürel geçmişini, Yörük ve Türkmenlerin pagan köklerini abartarak geldiler. Meselâ yakıştırıp çok sık  vurguladıkları. Homeros ve Aşık Veysel arasında kurdukları benzerliklerdi. 70’li seneler  bunların “Altın Seneleri”dir. Kadroları şâir Melih Cevdet, romancı Yaşar Kemal, müzisyen Ruhi Su, Zülfü Livâneli ve röportajcı Fikret Otyam, ressam Bedri Rahmi, Abidin Dino  gibi isimlerle  hayli zengin bir profil veriyordu.

60’lı senelerde Mehmet Ali Aybarcı bir TİP, 70’li senelerde ise Bülent Ecevit üzerinden romantik sosyalist fikirlerle harmanlandılar. Eş anlı olarak Batıcı, çağdaşlaşmacı ve  sosyalisttiler. Mustafa Kemal’i ve Nâzım Hikmet’i çok seviyorlardı. (Sonraları buna Deniz Gezmiş de eklendi). Türk kültür devrimini , tıpkı bir zamanlar Kadrocuların yaptığı gibi kendi tarzlarında tamamlamak istiyorlardı. Hayallerinde aydınlanmış, ama aydınlanmaya doyamamış, hepsi Köy Enstitülerinden mezun, İlyada okuyan;  mandolinle türkü söyleyip Bach dinleyen, imece usulü yaşayan erdemli  bir köylü kütlenin Türkiye’si vardı.

1980’ler onların siyâsal angajmanlarını kırdı.  Kurucu isimler artık yaşlıydı. Bir kısmı zaten göçmüştü. Kemalizmleri konjonktüre uygun olarak devam etti. CHP geleneğine olan bağlılıklarını korudular. Romantizmleri kayboldu ve siyâseten de alabildiğine kütleştiler. Daha beteri ise, ideal mekânlarını veren Bodrum’un “bedroom” haline gelmesiydi. 70’li senelerin sonunda Bodrum’u önce Zeki Müren öncülüğünde eşcinseller bastı. Bunu sonradan görmelerin ve Mafya’nın baskını izledi. Halikarnas Balıkçısı’nın anlattığı köylüler yerel idarecilerle birlik olup Bodrum’u yağmaladılar. Hâsılı rüyâ bitti.

Şimdi arda kalanlara bakalım: Akdenizlilik bilinci zaman içinde tüketim ile eşlendi. Bu yerleşik orta sınıfların lümpenleşmesiyle at başı gitti.  Günümüzde siyâsal tercihlerin coğrafyasının bir tarafıyla anlattığı budur. CHP, Trakya’dan Ege sahillerine doğru dar bir koridorda tutunabiliyor. Bu taban bizim Akdenizlilerimizdir. Mirasyedi ya da memur, yorgun  ve kızgın bir orta sınıfın  dünyâsıdır bu. Çalışmayı ve sorumluluk almayı sevmiyorlar. Bir şeyleri yapmaktansa, yapılanlara engel olmak kolaylarına geliyor. Îtiraz etmek biricik varoluş belirtileri. İzmir onların başkenti. Kadıköy, Beşiktaş, Beyoğlu ise kolonileri. AB’ye gelince; o  büyük rüyâları. Tabiî ki onun içinde bir Almanya değil, bir Yunanistan olmak. Ne güzel olurdu, Avrupa fonları yağsa. Pis gecekondular temizlense. Kebaptan kurtulsak. Zeytinyağlı yemekler yesek.. CHP başımıza geçse, şu AKP belâsından kurtulsak. “Barbar Anadolular”ı sokmasak kurtarılmış kentlerimize. Sâdece özel izinlerle garson ve bahçevan yapsak onları...  Binâlarımızı  beyaza boyasak. Caddeler ışıl ışıl olsa. Türkiye  tekmil bir büyük tavernaya dönüşse!.. Hep yaz olsa... Çalışmasak, sâdece siesta ve fiesta  yapsak, sabahlara kadar sirtaki, pardon harmandalı oynasak, bağlama ve bozuki dinlesek....  Tabak kırsak... Yaz aşkları yaşasak.. Tek derdimiz bu olsa.... Hep gezsek.. Şöyle Lizbon’dan başlayıp, Fransız sahilleri, cânım İtalyan şehirleri, Adriyatik ve bizim Egemiz.... Şöyle bütün dünyâ görse bizi, ne kadar Akdenizli olduğumuzu.... (Bütün dünyâ buna inansa, hayât bayram olsa...)

Başta  Yunanistan olmak üzere P.I.G.S’in iflâsı rüyâyı bir defa daha sona erdirdi. Şimdi bu rüyâyı sorgulayan “sol” başarıya kendi eğreti solculuklarını hatırlayarak sâhip çıkmaya çalışıyorlar. Akdenizlinin solu da bir başka oluyor zâhir. Hele lideri yakışıklı ve genç bir Yunanlı olursa. Tadından yenmiyor. ... Göçmüş “kurucu babalar”ın, kurduklarının neye dönüştüğünü gördüklerinde ne söyleyeceğini hep merak etmişimdir. Balıkçı’nın rûhu şad olsun. Yaşasaydı, bohemlikle başlayıp lümpenlikle biten, Homeros’un yerine zeytinyağını koyan  bu mâceraya ne derdi acaba?...

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün
29-01-15
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
NEV-YUNANİLERE GÜN MÜ DOĞDU?
Online Kişi: 23
Bu Gün: 23 || Bu Ay: 6.013 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.881 || Toplam Tıklanma: 52.115.045