ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / HİKÂYE
Okunma Sayısı: 3075
Yazar: Süleyman Yılmaz
ASLINDA HER ŞEY BİR OYUNDUR

ASLINDA HER ŞEY BİR OYUNDURHafta sonu… Herkesin iple çektiği bir zaman dilimidir hafta sonu. Hele hele okuyacak birkaç kitabın, birkaç gazeten; içilmeyi bekleyen sıcak bir çayın varsa ne ala. Bu hafta sonu çok şanslıyım. Eşim, sıcak çayımın yanına cevizli, üzümlü güzel bir kek yaparak evde adeta bayram havası estirdi. Ama asıl güzel hava dışarıdaydı. Penceremizden içeriye dolan ıhlamur kokusu sanki “Hadi dışarıya gel, hayat burada.” der gibiydi. Eninde sonunda bu davete uyacağımı biliyorum; ama kitabımı, gazetemi okumadan, sıcak çayımı içmeden, cevizli, üzümlü kekimi yemeden dışarıya çıkmaya niyetim yok.  İnsanı alemden aleme götüren, kendinden geçiren ıhlamur kokusunu ciğerlerimin en ücra köşesine kadar çekerken, eşimin:

            -Bir çay daha ister misin?   sorusuyla kendime geldim.

            -Evet, zahmet olmazsa lütfen, diyerek gazetelerimi okumaya başladım.

            Şehrin en büyük parkının karşısında bulunan evimde hafta sonu keyfim başlamıştı ve ben bu keyfi doyasıya yaşamaya kararlıydım. Saat on civarlarındaydı ve ben gazete sütunlarına çoktan dalmıştım. Gazete sayfalarını çevirirken arada parka da göz gezdiriyordum. Baharın olanca güzelliğini cömertçe sergileyen park bomboştu. “Çocuklar nerede acaba?”  diye kendi kendime sordum. Çocuklar olmayınca parklar sanki sıradan bir bahçeye dönüyordu… Gazeteye kendimi o kadar çok kaptırmışım ki ne kadar zaman geçtiğini bile fark edememiştim. “Yihhu!... Seni geçtim.”     diye bir ses duydum. Araya başka sesler de karışıyordu. Sesin geldiği yöne dikkatle baktım. Sesler parktaki akasya ağacının altındaki masada oturan çocuklardan geliyordu. Yaşları 12-13 arasında değişen dört çocuk ellerindeki tablet bilgisayarlarla oyun oynuyorlardı. Masanın üzeri abur cubur ve gazlı içeceklerle doluydu. Başlarını bilgisayardan kaldırmadan yiyorlar, içiyorlar ve masanın başında oyunun ilerleyişine göre şekilden şekile giriyorlardı…  Olacak iş miydi bu? Şu güzelim hafta sonunda parka geleceksin, koşup coşacakken masanın başında bilgisayar oyunu oynayacaksın. Ne oldu bu çocuklara da teknolojiye yenik düştüler?  Çocukluk çağlarının en deli dolu dönemlerini yaşamaları lazımken bu hareketsizlik niye?  Parkın dört bir tarafında çocukların sallanmaları için salıncaklar kurulmuşken, kaydıraklar, tahterevalliler, basketbol sahası, futbol sahası yapılmışken bilgisayara mahkûm olmak neden? Teknolojik yenilikler hayatımızı kolaylaştırırken, acaba çocukların çocukluk yıllarını mı çalıyordu?

             Bir an için kendi çocukluk yıllarımı düşündüm. Torosları, o güzelim Torosları gözümün önüne getirdim… Günlerce yağan karlar, ardından bin bir çiçekli bahar, bereketli bir yaz, pekmez kokan bir sonbahar… Her mevsim güzeldi ve  biz mevsim ne olursa olsun böyle güzel bir havada kesinlikle yerimizde duramazdık. Her mevsimin kendine göre oyunları vardı ve doyasıya oynardık. Mevsimlerden kışsa okuldan gelir gelmez ödevlerimizi yapar kendimizi sokağa atardık. Çünkü kışın akşamları elektrikler çoğu zaman kesildiği için ödevlerimizi yapamama korkusu yaşardık. Ödevini yapan kızağını alır yollara dökülürdü. Davarlar dağdan dönünceye kadar kayardık. Sadece kaymak mı, bol bol kar yağdığı için damlardan atlama yarışı yapardık. Akşamları genellikle “kibrit atmaca” oyunu oynardık. Kibritin her tarafına sayılar yazar atardık. En yüksek sayıyı getiren oyunu kazanırdı; ama en yüksek sayıyı getirmek marifet isterdi.  En yüksek sayı kibritin dik durduğu yerlerindeydi ve kibriti dik getirmek çok zordu. Bazı gecelerde “Bir eve vardım.”   oyunu oynardık.  Bu oyunda başarılı olmanın yolu köyünüzü, kasabanızı çok iyi tanımadan geçiyordu. Genellikle evin büyüğü tarafından sorulan: “Bir eve vardım bir eve; üç kız, iki oğlan; bir ana, bir baba, acaba kim bunlar?” sorusunun cevabını bulmak için düşünür de düşünürdük. Cevabı bilen kişi soru sorma hakkı kazanıyordu. Bazen bütün bir aile oynardık. Küçük yerlerde aile bağlarının güçlü olmasında bu tür oyunların çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. İlkbaharda ve sonbaharda vazgeçilmez oyunumuz “kazık oyunu”ydu. Ah… ah… Yağmur yağınca bizi tutabilene aşk olsun. Kırk elli santim boylarında kestiğimiz, ucunu bir güzel sivrilttiğimiz kazıklarımızı alır oyun alanına koşardık. Yağmurmuş, çamurmuş kimin umrunda. Bu oyunu kazanmanın yolu, kazığın daima ayakta kalmasına bağlıydı. Bu yüzden kazığı hızlı ve sert bir şekilde yere saplamak gerekiyordu. Kimin kazığını düşürür veya hareket ettirirsen o kazığı almaya hak kazanırdın. Çok zevkli bir oyun olmasına rağmen annelerimiz bu oyunu oynamamıza kızarlardı. Çünkü her oyundan sonra eve üst baş çamur içinde dönme ihtimalimiz yüksekti. Kirlenmenin güzel olduğunu biz daha o yaşlarda keşfetmiştik. Mevsimler döner, oyunlarımız da dönerdi… Yazın en çok oynadığımız oyun “taş atmaca”ydı. Özellikle hayvan otlatırken oynadığımız bu oyun güce ve dikkate dayanıyordu. Üst üste düzgünce yığılan kayaları devirmek için belirli bir mesafeden taş atmak gerekiyordu. Herkesin ortaklaşa belirlediği taş parçası, kaya yığınına atılır ve kaya yığınını deviren kişi oyunu kazanırdı. Oyunlar sayesinde kendimizi tanır, kendimizi geliştirirdik. İletişimimiz güçlü olduğu için mutluyduk; hareketli bir yaşam sürdüğümüz için de obeziteden uzak sağlıklıydık… Ben dalıp dalıp giderken küçük bir serçe grubu çocukların altında oturduğu akasya ağacının dallarına kondu. Serçelerin akasya çiçeklerini yediklerini bildiğim için: “Afiyet olsun serçeler.”   dedim. Fakat çocuklar serçelerden rahatsız olmuşlardı. Öyle ya, serçeler taze akasya çiçeklerini midelerine indirirlerken solmuş akasya çiçeklerini de yere düşürüyorlardı. Çocuklar üzerlerine düşen solmuş akasya çiçeklerinden rahatsız olmuşlardı. Nihayet kafalarını bilgisayardan kaldırıp konuşmaya başladılar. Biraz sonra oturdukları masadan  “Tak! Tak!” sesleri gelmeye başladı. Çocuklar masaya vurdukça serçeler kaçmaya başladı. Serçeler tamamen gidince yine hiçbir şey olmamış gibi oyunlarına devam ettiler. Bu manzarayı görünce aklıma Sait Faik ABASIYANIK’IN “Son Kuşlar” hikâyesi geldi. Hem güzel hem de hüzünlü bir hikâyeydi o. Sait Faik; hikâyesinde çocuklar için, kuşlar için, tabiat için mücadele etmişti. Çocukların kuşları kovaladığını görünce mücadelenin hâlâ büyük bir hızla devam ettiğini anladım. Anladım anlamasına ama kendime kızmaktan da geri duramadım. Çünkü o çocukların eline avunsunlar diye daha bebekken teknolojik aletleri tutuşturan biz büyükler değil miyiz?  Aramızda yaramaz arkadaşlar olmasına rağmen çocukluğumuzda kuşları kovalamaz, sessizce onları izlerdik. Çünkü bu da bir oyundu bizim için. Serçe, cırık, bıldırcın, güvercin, karga, kırlangıç sürüleri bizi heyecanlandırırdı. Bu kuş seyretme oyunları sayesinde kuş türlerini tanımıştık. Şimdi çocukların gökyüzünde gördükleri her şeye “kuş” demelerini anlayabiliyorum. Nasıl ki gördükleri her ağaca “çam” demelerini anlayabildiğim gibi. Ne ladin, ne meşe, ne kızılcık ne de diğerleri.  Onların dünyasını işgal eden teknolojik aletler; ne bitkileri, ne de kuşları tanımalarına fırsat vermiyor. Ah… Ah… Oyun oynayacak o kadar çok şey olmasına rağmen çocukların bilgisayara takılıp kalmasını aklım almıyordu. “Haydi, kalkın ayağa da biraz oyun oynayın!”  diye içimden geçirdiğimi düşünüyordum ama eşim:

            -Hayırdır, kendi kendine ne mırıldanıyorsun, deyince sadece içimden geçirmediğimi de anlamış oldum.

            -Parktaki çocuklara bakıyorum da, bilgisayar dışında pek bir şeyin farkında değiller.

            -Eee,  zamane çocukları, bilgisayar artık onların her şeyi.

Çocuklara bir kez daha baktım. Günün birinde teknolojik aletlerin işgal ettiği çocukluklarını acaba hangi teknoloji marketinin raflarında arayacaklar?

Yazar: Süleyman Yılmaz
15-03-15
E mail: poetika42@hotmail.com
 
 
Yorumlar: 3
Harun SAHIN
Tebrik
Tarih : 18-03-15

Keyifle okudum. Zevk aldim. Çocukluğumu hatırladım. Tebrik ediyor, devamını bekliyorum.

 
Rabia Sertgöz
Dostluk
Tarih : 16-03-15

Teknoloji maalesef hayatımızı işgal etmiş durumda. Ne arkadaşlık, ne de dostluk kaldı. Gittikçe yalnızlaşıyoruz. Anne babalar olarak çocuklarımızı daha iyi yönlendirmeliyiz. Yoksa çocuklarımız yazarın dediği gibi günün birinde çocukluklarını teknoloji marketlerinin raflarında arayacaklar.

 
AHMET
ÇOK AZ YAZIYORSUNUZ
Tarih : 15-03-15

Süleyman kardeşten daha çok hikâye bekliyoruz. Selamlar.

 
ASLINDA HER ŞEY BİR OYUNDUR
Online Kişi: 14
Bu Gün: 316 || Bu Ay: 6.306 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.378 || Toplam Tıklanma: 52.118.775