ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KÜLTÜR ve MEDENİYET
Okunma Sayısı: 2829
Yazar: İbrahim Tenekeci
BİR HİLÂL UĞRUNA

BİR HİLÂL UĞRUNAÇanakkale için ‘centilmenler savaşı’ da deniliyor. Her iki tarafın düzgün ve dürüst savaştığı, onurlu ve olgun davrandığı, yiğitlik gösterdiği. Bakalım öyle mi?

İngiliz savaş muhabiri Ellis Ashmead Bartlett, zafere tanıklık etmek için Çanakkale önlerine gelen savaş muhabirlerinden biri. Güçlerinden ve galibiyetten son derece emindirler. Birkaç gün sonra İstanbul’da olacaklardır.

Çanakkale Gerçeği isimli kitap, onun notlarından, şahitliklerinden oluşuyor.

Daha ilk sayfalarda, Ayasofya’ya haç dikmekten ve İstanbul’u Türklerin elinden almaktan bahsediliyor. Çanakkale harekatı için, “en büyük haçlı seferi” deniliyor. (78) Bu topraklarda kemikleri dağılıp kalmış olan şövalyelerin intikamlarının alınacağı söyleniyor.

Mehmet Akif, Çanakkale önlerine gelenler için “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” tanımını yapmıştı. İşte ispatı: “Bu son haçlı seferi için buraya getirilmiş olan askeri kuvvet hakikaten birbirinden farklı bir kitle idi.” (86) İngilizler, İskoçlar, İrlandalılar, Fransızlar, Tasmanyalılar, Senegalliler, Sihler, Yahudiler, Nepal’den gelen Gurkhalar, Avustralya ve Yeni Zelandalılar, sömürge birlikleri. Ellis Bartlett, işte bundan dolayı, üç gün devam eden Alçıtepe muharebesine ‘Milletler Savaşı’ demeyi uygun görür.

Ve ilk itiraf geliyor: “Bugünkü Türkler, Avrupa politikasının tek faktörü olan varlıkları için savaşıyorlar.” (144) Bu tespitin yanına, Ercan Yıldırım’ın önemli bulduğumuz bir cümlesini ekleyelim: Vatan, Osmanlı için, artık mümkün olduğunca ‘kaybetmemek’ fikridir. (Anadolu’da İslâm Ruhu, sayfa 175)

Türk tarafının 19 Mayıs’ta gerçekleştirdiği ve ağır kayıplarla sonuçlanan taarruz, kitapta geniş şekilde anlatılıyor. “İki hat arasındaki cesetlerin defni için düşman 21 Mayıs’ta mütareke yapma teklifinde bulunmuş ise de, ön siperlerde bulunan askerlerin şüpheli tavırlarından dolayı mütareke teklifine itibar edilmemiştir.” (177)

Sonrasında ne oluyor? Çürüyen bedenlerin çıkardığı koku tahammül edilemez hale gelince, Anzak ordusu komutanının talebi üzerine, 24 Mayıs günü sekiz saatlik bir ateşkes yapılıyor.

Çanakkale Gerçeği kitabını önemli kılan, İngiliz gazetecinin bilmeyerek yaptığı itiraflardır. İşte onlardan biri: “Muhtelif yerlerde büyük ateşler yakılmıştı. Etrafta bulunan Türk cesetlerinden kurtulmak mühim bir mesele teşkil ettiğinden dolayı ateşte yakılıyordu; bunlardan etrafa yayılan çürümüş ceset kokusu hakikaten dayanılmayacak kadar iğrençti.” (192) Sığındere’de oluyor bunlar.

Ellis Bartlett, Türklerden alınan siperleri gezer. Gördüklerini, ayrıntılarına kadar yazar. “Bir köşede tüfeklerini dizleri üzerine aykırı koymuş ve birlikte oturmuş yedi Türk vardı. Bunlardan biri, arkadaşının boynuna kolunu dolamış ve yüzüne mütebessimane bakıyordu. İşte bu anda ölüm, bu yedi arkadaşı avlamıştı. Bunların tamamı sanki uyuyor gibi görünüyorlardı, çünkü bu yedi Türk askerinden ancak birisinde yara izi gördüm.” (193) Böylece, farkında olmadan, boğucu gaz kullanıldığını itiraf eder.

Büyük dedemiz Sığındere’de şehit düşmüş. Hep aklıma gelir, düşünürüm: Acaba yakılıp yok edilen şehitlerimizden biri de o muydu? Zehirli gaza maruz kaldı mı?
***
Mehmet Akif, Çanakkale şiirinde; “Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk / Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk” derken, bize ne anlatmaya çalışıyor? ‘Yamyam’dan kastı nedir?

Okuyalım: “Maori yerlileri, gecenin karanlığı içinde kendi dillerinde harp şarkıları söyleyerek düşmana hücum ettiler ve onları dehşet içinde bırakarak hepsini süngüden geçirdiler ve kalanları da tüfek dipçiğiyle yok ettiler.” (225)

Başka bir gün: “Bu hücumda birçok Türk vurulup düştü ve geri kalanı da yiğit müstemleke askerlerimiz tarafından süngü, tüfek dipçiği ve mızrakla öldürüldü. Maorilerden birkaçı muharebenin şiddetinden kudurmuş bir hale gelerek Türklere yanaştılar ve tüfeklerinin dipçiğini kullanarak Türklerin kafalarına vurarak onlardan birçoklarını yerlere serdiler. Türkler, bu vahşi ve zalim muamele karşısında yerlerinde duramayarak, canlı ve sağlam kalanlar firara başladılar.” (226)

Anlatılanlardan anladığımız şu: Esir almıyorlar, yaralıları bile katlediyorlar. Hiçbir insanî kural tanımıyor ve durmadan savaş suçu işliyorlar.

İngiliz gazeteci, bu kanlı sahneler karşısında keyiflidir: “Her ne olursa olsun, bu, muharebenin pek şanlı ve güzel bir icraatı idi.” Akif’le cevap verelim: ‘Hayasızcasına…’

Demokrasi maskesi altına gizlenmiş Amerikan barbarlığını çeyrek yüzyıldır coğrafyamızda görüyoruz. Bu satırlar da, İngiliz barbarlığını bütün çirkinliğiyle gözler önüne seriyor. Yeni Zelanda’dan getirilen vahşi yerlilerin nasıl ve ne şekilde kullanıldığını okudukça, ürperiyoruz.

“Sonuncu ve en büyük haçlı seferi” denilen harekat, arzu edildiği gibi gitmez. İşler değişir. Ümitsizlik başlar. Kitapta bunu da görüyor, okuyoruz: “Esasen, ordu acınacak bir vaziyettedir. Savaş gücü büyük çapta kaybolmuş, subay ve erlerin morali çökmüştür.” (277) Sonrasını biliyoruz.
***
Çanakkale’de işgal kuvvetlerinin işlediği insanlık suçları, başka kaynaklarda da yer alıyor. Paylaştıklarımızdan daha fena olanları var. Yani ortada centilmenlik falan yok. Biraz daha ayrıntılı bilgi arayanlar, Mesut Erşan’ın Çanakkale Muharebelerinde Savaş Hukuku İhlalleri isimli tez çalışmasına bakabilirler. Hilal-i Ahmer bayrağı çekilmiş hastanelerin sürekli bombalanması, Türk savaş esirlerinin katledilmesi, devletler hukukuna ve insanlık yasalarına uyulmaması, bireysel ve sistematik savaş ihlalleri. Belgeli, ispatlı.

Çanakkale’de, milletimizin aziz evlatları, inanılmaz bir acımasızlıkla karşılaşmış ve kıyıma uğramıştır. Bütün bunları unutup karşı siperden atılan bir paket sigarayı öne çıkarmak, bana kalırsa, hakkaniyetli bir tavır değil. Yeni rejimle ve resmi tarihle beraber, batılı zalimleri aklama, yaptıklarını unutturma çabasına benziyor bu.

Fethi Gemuhluoğlu’nun ifadesiyle; masum, mazlum, mahzun ve mağdur milletimiz; Çanakkale’de kıyameti yaşamıştır. Yıkım karşısında millî şairimiz dahi kendini tutamamış, batı medeniyetine ‘kahbe’ demek zorunda kalmıştır.

Günümüze gelecek olursak. Sayın Erdoğan, yaptığı konuşmada; Birinci Dünya Savaşı’nın bitmediğini ve hâlâ sürdüğünü söyledi. Devletin en tepesindeki ismin bu hakikati kabul edip dillendirmesi, elbette iyiye işaret.

Said Halim Paşa, Buhranlarımız isimli eserinde şöyle der: Batının ‘şark meselesi’ dediği şey, aslında, topraklarımızın paylaşılmasıdır. (267) Bugünkü mesele ise Türkiye’nin kuşatılması ve tekrar ayağa kalkmasının engellenmesidir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İbrahim Tenekeci
21-03-15
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİR HİLÂL UĞRUNA
Online Kişi: 9
Bu Gün: 232 || Bu Ay: 8.046 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.013 || Toplam Tıklanma: 52.153.630