Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar | Okunma Sayısı: 2548 |
Geceye uzandım…
Karanlığın koynunda, sanki başım biraz daha aşağıda ve yerçekiminin utanıp gittiği bir sessizlikte, sağ elimi yağmura açtım…
Yangınıma damla damla rahmet…
Sol elimle rüzgârı tuttum önce, yaprakların hışırtısına doğru götürdü; ağaçları okşadım…
xxx
Geceye uzandım…
Gözlerim karanlığa kapalı, arayışa a/çıktı…
Başım sanki biraz daha aşağıdaydı; uçuyor muydum ne?
Karanlık sessizlikle örtmüştü duyulmaması gerekenleri…
Arayış yağmuru ve rüzgârı duyu/ru/yordu.
Xxx
Gece ki, uykunun beşiği…
Uyku ki, ölümün yarısı…
Ölüm ki, gerçeğe uyanmak…
Uzandım öylece… Başım sanki biraz daha aşağıdaydı…
Tatlı bir sarhoşluk/ yangınıma yağmur, bahar bahçeme rüzgârın okşayışı…
Ölümü değil de, cenneti düşledim…
Xxx
Burada…
Dünyada…
Cennettekilerin sadece suretiyse olan/ görünen…
Altından ırmaklar akan köşkleri… Sütten ak, baldan tatlı ırmakları…
Nasıl kalbime şiddetli bir arzu olarak koymalıyım?
Koyabilir miyim?
Hangi akıl? Hangi gönül? Hangi feraset?
Ve hurileri?
Xxx
Ama ben cenneti düşledim…
Eksik akıl, yaralı gönül ve kör ferasetimle…
Cennet tasvirlerinin tamamı, dünyadaki “cennet gibi” dediğimiz dekorun aslıysa bile…
Dekorun aslı…
Nasıl “dekor”a talip olunabilir:
“Milk-i bekâdan gelmişem
Fani cihanı neylerem?
Ben dost cemalin görmüşem
Huri cinanı neylerem?”
“Dost cemali” nasıl bir muhabbetin varılası ve doyulmaz “haz”zıdır ki, şair işi “Bana seni gerek, seni…”ye bağlamış/ cennet nimetlerini tek kalemde çizmiş?
Çizilebilir mi? Hayır çizilemez.
İman ederim, hiç anlamasam bile, çizemem ve talibim…
Ve fakat…
Benim anlayamadığımı anlayanların, daha da anlaşılmaz ama varılası olan için söylediklerini yine anlamasam bile “muhabbetle” dinlerim…
Ki ihtiramla başımı öne eğip, bir feyz dalgasının ateşi yalancı yangınımı utandırsın da, yağmurun aslına bir kapı açılsın diye…
Xxx
Geceye uzandım…
Cenneti düşledim…
Bir avucumda yağmur damlaları… Bir elim ağaçların başını okşarken…
İlla ki anladığımı zannettiğim ve çok istediğim şeyleri hayal ettim…
Rabbim af ve mağfiretiyle muamele edip, cennetiyle nimetlendirirse…
Zâtını tarife uygun bir lügat bulamadığım ve huzurunda olmayı hayal bile edemediğim “Efendimiz Aleyhisselam”ı, erik çalan çocukların heyecanıyla uzaktan… Çook uzaktan da olsa görebilir miyim acaba?
İhtimaldir.
Sonra “sadakat”in vücut bulmuş hali…
Sonra “adalet”in vücut bulmuş hali…
Sonra “haya”nın vücut bulmuş hali…
Sonra “cesaret”in vücut bulmuş hali…
Aman Yarabbi…
Hayal ettim… Efendimiz Aleyhisselam ile birlikte onun dostlarını görmek/ uzaktan da olsa… Orası cennet/ yakın gibi mest eder/ etmez mi?
Xxx
Geceye uzandım…
Ben, hayalinde cennet bahçelerinden erik çalan çocuk…
Yakalansam/ sahibime bağışlamazlar mı?
Sahibim ki, muhabbetimdir.
Sahibim ki…
“Dost cemaline” muhabbetle üç kıta yedi iklimi atlarının bacakları altında zelzele gibi sallayan Yavuzdur…
“Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han”dır…
Mısralarıyla yanan ve yakan Yunus, elinde muhabbet bıçağıyla taliplerini soran Hacı Bayram…
Muhabbet ve edep ehline muhabbetimdir.
Sahibim…
xxx
Gözlerimi açmıyorum.
Bana bir şey sormayın.
Cenneti düşlüyorum.
Yazar: Murat Başaran |
18-04-15 |
||
E mail: muratbasaran.net | Tweet | ||