ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TASAVVUF
Okunma Sayısı: 3874
Yazar: Ömer Lekesiz
SÛFÎLİK VE FERDİYETİN KAYBOLUŞU

Masa üssündenİbn Arabi (ks), “manevi şeytanlar”ın kendilerine tabi olanlara kuşku duymadıkları bir asıl verdiklerinden bahisle, “Bu durumun en çok görüldüğü kimselerin Şia, özellikle de İmamiyye mezhebi”den olduklarını belirterek, şunları söyler:

“Cin şeytanları, ilk önce onlara Ehl-i Beyt'i sevmek ve bütün sevgiyi onlara tashsis etmek için gelir. Onlar, bunu Allah'a en önce yüce yakınlık sayar. Onlar, Ehl-i Beyt sevgisinden iki yolla sapmıştır: Bir gup sahabeye nefret duymuş ve Ehl-i Beyt'i öne geçirmedikleri için onlara sövme aşırılığına varmış, Ehl-i Beyt'in bu dünyevi görevlere daha layık olduklarını zannetmişlerdir. Başka bir grup ise, sahabeye sövgü saygısızlığına Ehl-i Beyt'in mertebelerini ve insanlara halife olmadaki öncülüklerini nassa bağlamadıkları için Allah'ın Peygamberine, Cebrail'e ve Allah'a saygısızlığı da eklemiştir.” (Fütuhât-ı Mekkiyye, Çev.: Ekrem Demirli, Litera yay., İst., 2006)

Şeyhimizin bu görüşüne, Şii tarikatına karşı aleyhte bir belge niteliği taşımasından dolayı müraccat etmedim. Kaldı ki, İran'da Velayet-i fakih'in devleti yöneten başkanın da başı olarak yüklendiği siyasi üst-misyon, Şii tarikatının var oluş neden ve biçimini anlatmada yeterli gelecektir.

Şeyhimizin görüşüne, cin ve insan şeytanların inandırmalarında kuşku duyulmayacak bir asıl vermesi (genel) kaydından hareketle, bunun kendisinin vefatından çok kısa bir süre sonra Şiilerinkinden daha farklı bir içerik ve boyutta Mevlevilikle başlayarak, Sünni sufilikte de geçerli hale gelmesi nedeniyle başvurdum.

Burada “sufilik” derken ve onda bir bozulmadan söz ederken, hangi sufilikten söz ettiğimizi de açıklamız gerekiyor:

İbn Sina (ö. 1037) sufiyi (seçkini, marifet sahibini) öncelikle ahiretle ilişkilendirerek, nefs terbiyesinin merkezinde tutmuştur (Geniş bilgi için bkz.: İlahiyat – Kitabu'ş-Şifa: Metafizik 2, Türkiye yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, Çev.: Ekrem Demirli, Ömer Türker, İst., 2014). Ondan mülhem söyleyişle sufi, dünya yaşantısını, ahiret hayatını güzelleştirmek üzere (nefs terbiyesiyle) tanzim eden kişidir. İkinci olarak sufi, ahiret hayatını güzelleştirmenin ilk meyvelerini dünya yaşantısında güzel ahlak, edep ve halka faydalı iş olarak devşirme potansiyeline de kendiliğinden sahip olabilmektedir.

Nitekim, fetihlerle gelen zenginleşmeye karşı oluşan züht hareketini, Feridüddîni Attâr, Evliya Tezkireleri'nde Veysel Karanî (ö. 657), Hasan Basrî (ö. 728) ve Ebû Muhammed Cafer-i Sadık (ö. 765); Abdurrahman Câmî ise Evliya Menkıbeleri'nde Ebû Hâşim Sûfî (ö.778) ile başlatırlar ki, tasavvufun mahiyeti konusunda, Haris b. Esed Muhâsibî (ö. 857), Ebû Bekir Kelâbâzî (ö. 990), Abdülkerim Kuşeyrî (ö. 1072) ve el-Hucvirî (ö. 1072) tarafından oluşturulan ilk kaydi bilgiler de yukarıda zikrettiğimiz hususları içerir.

İbn Sina'nın görüşleri ve bu zatların isimleri üzerinden belirlenebilecek ikinci şey ise, sufilikteki ferdiyettir.

İsfahani'ye göre fert, “Kendisine başka bir şeyin karışmadığı, muhtelif olmayan şey, 'vitr' sözcüğünden daha genel ama 'vahid' sözcüğünden ise daha özel anlamlıdır. “Kimseye muhtaç olmayan ve her şeyin O'na muhtaç olduğu” el-Ferd isminden insana isabet eden “kendi dışındakilerden müstağni olma” halinin karşılığıdır.

“Bir kimseyi veya şeyi başkalarından ayıran ve onlardan seçilmesini sağlayan nitelik” olarak ferdiyet ise tutum ve davranışında biricik olma; kendisiyle, kendisinde var olma; hal fiilini kendisiyle sınırlandırma durumudur ki, bu yanıyla mezkur zatlar ferdiyeti seçerek seçkinleşmiş ancak bu oluşu kimseye dayatmamış ve kendilerinden doğru örneklenenlere de müdahale etmemişlerdir.

O zatların kendilerinin müteşerri olmaları (Din'i dünya ve ahiret olarak ikiye bölünmeyen tek hal üzere yaşamaları) nedeniyle ayrıca Şeriatla ilişkilendirmeye gerek görmedikleri bu ferdiyet (fert olma hakkı), Cüneyd-i Bağdâdî (ks; ö. 911) zamanında şeriatla açık çelişki oluşturacak kimi ilgili düşünce ve fillerin (bkz.: Hallâc-ı Mansûr, ö. 922) ümmeti de etkilemeğe başlamasıyla, sufilik onun tarafından şeri sınırlar içine çekilerek, deyim yerindeyse genelleştirilmiş, Ebu Hamid el-Gazzali (ks) (ö. 1111) ve son olarak İbn Arabi (ks) tarafından da kurumlaştırılmıştır.

Bundan sonraki süreç ise, ulemanın (zahiri) ve sufilerin (batıni) çatışmalı hallerinin zamana ve şartlara (siyasi iktidarların güçlerine ve zafiyetlerine) göre artarak ya da azalarak sürmesi şeklinde işlemiştir.

Ferdiyet, bir öz olarak sabit kalmış gibi görünüp, sufilikteki sonraki değişmeler daha çok forma nispet edilmişse de, yukarıdaki tanımlanan şekliyle ferdiyete bir daha dönül(e)memiştir.

Çünkü sufilik, İmâm-ı Rabbânî'nin (ks; ö. 1624) Ekberiliğe karşı verdiği tevhid mücadelesi, Mevlânâ Halid-i Bağdadî'nin (ks; ö. 1827) genişleyen silsileler yoluyla gerçekleşen aşırı dağılmayı gidermeye çalışması, vb. Afrika merkezli birkaç seçkin örnek saklı olarak, artık yığınların maddi-manevi sevk ve idaresine dönüşmek suretiyle, cemaat ve örgüt olma paradoksu içinde, din – iktidar ilişkisinin en büyük problemi haline gelmiştir.

İzleyen yazımızda, şimdi yaşadığımız düşünsel ve siyasal problemlerin de kaynağını oluşturan bu meseleyi, yeni boyutları üzerinden konuşmayı sürdürelim.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
02-08-15
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
SÛFÎLİK VE FERDİYETİN KAYBOLUŞU
Online Kişi: 29
Bu Gün: 387 || Bu Ay: 6.377 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.526 || Toplam Tıklanma: 52.119.749