ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 1825
Yazar: Serdar Tuncer
YA RABBİ! SENDEN, SENİN BİZDEN İSTEDİĞİNİ İSTİYORUZ

YA RABBİ! SENDEN, SENİN BİZDEN İSTEDİĞİNİ İSTİYORUZÖperim o kelimenin gözlerinden

Asr sûresini bilmeyenimiz yoktur. Namaz kılmayı unutmayanlarımız bu sûreyi her gün, bir kaç defa mutlaka okurlar.

'Namaz kılmayı unutmak' Peygamber Efendimiz'in (s.a.s) hadis-i şeriflerinde geçen bir ifade. Ve muhteşem.

Dikkat buyurunuz, 'namaz kılmayan' demiyor, namaz kılmayı unutan diyor. Mü'minse kılar çünkü. Kılamamışsa ancak unuttuğu için kılamamıştır. Mü'min ve namaz kılmamak ifadelerinin aynı cümlede yan yana gelmesine bile tahammülü yok Peygamberimizin.

Kelimenin düşünceye, düşüncenin hayata dokunan bir tarafı var. Kalbimizde var olan dilimizden dökülüyor, bu tamam. Peki işin diğer tarafı? Dilimizden dökülenler de kalbimizde var olmaya başlıyor ve bir şey kalpte var oldu mu onu yapmak sıradan hale geliveriyor. Var olan kelime böyle de olmayan nasıl? Onun da kaybettireceğinin haddi hesabı yok. Bunun için belki de namaz kılmamak ve mü'min, Peygamberimizin bir cümlesinde bile yan yana gelemiyor. Şayet yan yana geliverse, bunun kalplerimizden başlayarak hayatımızda, namaza karşı nasıl bir lakaytlık doğuracağı mâlum. On dört asırlık bir mânâ kartopu gibi yuvarlana yuvarlana büyüyecek ve namazsızlık bir çığ gibi düşecekti üzerimize. Nereden biliyorsun demeyin. Kılmamak değil unutmak demelerine rağmen, ümmetin namazı unutanlarının sayısına bakarsak mesele anlaşılır. Mevzu derin.

Asr sûresi diyorduk, bilmeyenimiz yoktur. Ama şunu ifade etmeden geçmemeliyim. Peygamberimiz (s.a.s) herhangi bir şeyi ifade ederken kelimeleri bizim gibi alelâde söyleyivermez, itina ile seçerdi. Böyle inanıyorum. Ve delilim yok kalbimden başka.

“O hevâsından (kendi arzusuna göre) konuşmaz” âyet-i celîlesi sadece muhtevâyı değil üslubu da kastediyor olamaz mı? Bu konuda farklı görüşler var mı bilmem ancak böyle olduğuna imanım var. Peygamberimiz, ötelerin terazisi ile tartar, nübüvvet kokusu ile mühürlerdi sözlerini. Hatta belki de tartıp, mühürlemeye gayret etmesine bile gerek kalmayacak öylesine bir şuurla muhafaza edilmişti ki üslûbu, başka türlüsünü istese bile yapamazdı. Mütemadiyen ve gayr-ı ihtiyari itina. Nefes alıp vermek gibi...

Namazdan bahsettikleri bir başka hadis-i şerifi misal alalım. “Namazı benim kıldığım gibi kılınız” Böyle tercüme edilir hep. Yanlış! “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız” Doğrusu bu. Fark nerede, diyeceksiniz. Pek büyük. Namazı onun gibi kılmamızı isteseydi, hiçbirimiz o namazı kılamazdık. 'Benim gibi kılınız' da namazın ruhuna ve mânâsına atıf var, 'Benden gördüğünüz gibi' de, şekline. Kendisi gibi namaz kılamayacağımızı biliyor, 'benim gibi kılın' dese bize emir olacak, onun gibi kılamadığımızda mesul olacağız. Merhamet edip, benden gördüğünüz şekilde diyor, inceler incesi bir raufiyet. O'nun (s.a.s) ümmetine merhametinin büyüklüğüne delil sadedinde belki de tek başına bu hadis-i şerif kâfidir.

Asr sûresi diyecekken tam, başka bir hadis-i şerif düşüveriyor kalbime. Buyurmuşlar ki, “Allah'ım senden faydalı ilim, güzel rızık, kabul olunmuş amel isterim.” Muazzam bir dua. Sabah uyandıklarında yaparlarmış. Neden uyanınca? Başlı başına yazı konusu. Biz duada istenenlere sırasıyla bir dikkat kesilelim mi önce: 'Faydalı ilim'.

Faydalı ilim deyince sadece ahirete taalluk eden ilimlerin kast edilmediği mâlum. Matematik, fizik, astronomi, tıp... Hepsi niçin'ine bağlı olarak değişmekle birlikte faydalı. Din ilimleri ise kendisiyle amel edilmediği ve dahi o amel ihlasla yapılmadığı zaman faydasız. Bir eşeğin semerine yüklenmiş kitaplar gibi. Sahibine yük. “Ben ilmin şehriyim” diyen, faydanın ne olduğunu kendisinden öğrendiğimiz Peygamberimiz, faydalı ilmi neden istiyor? Ya bu ilmin sonu yok, ya bize neyi istememiz gerektiğini öğretiyor, yâhut her ikisi birden.

Güzel rızıktan önce faydalı ilim istenmesinin, yani isteyiş sıralamasının bize öğrettiği bir başka şey var mıdır? Güzelin ve rızkın ne olduğunu ancak faydalı bir ilimle bilebileceğimiz için olabilir mi? Rızık deyince sadece yediğimiz içtiğimizi anlamak yanlış olmaz mı hem? Bir canlıya nasip olan her şey onun rızkıdır. Aklın rızkı ilim, kalbin rızkı iman, ruhun rızkı aşk...

Duadaki son talep, kabul olunmuş amel. Talep dememeliydim, niye'sini sonraya bırakalım. Amelin kabul edilmesinin, faydalı ilim ve güzel rızıkla bir irtibatı olmasa bu duada yer almazdı. Faydalı ilim ve güzel rızıktan kabul edilmiş amel zaten doğacaksa bunu ayrıca istemek anlamsız olurdu. Ama isteniyor. O sebepler tamam olmadan amelin kabulü mümkün olmadığı için olabilir mi? Yani her faydalı ilim ve güzel rızık sahibinin ameli makbûl değildir ama her kabul edilmiş amel bir faydalı ilim ve güzel rızıktan doğar, diyebilir miyiz? Neden olmasın!

Asr sûresinden bir dahaki yazıya kadar affımızı isteyerek gelelim sadede. Bu duada Peygamber Efendimiz'in istemek için kullandığı Arapça kelime çok dikkat çekici: “se-e-le”. Otuz civarında farklı kelime ile ifade edilebilecekken neden “se-e-le” peki?

“Soru sormak, dilenmek” mânâlarına geliyor bu kelime. Duada geçen hâliyle, dilenerek istemek... Dilencinin, bir sultandan bir şey istemesi… Sende olmayanı kendisinde olandan dilenmek... Boyun bükerek aczini idrâk ile istemek… Talep kelimesinde biraz hak etmek var, diğer bazı kelimelerde kendin de yapabilecekken bir başkasından yardım almak anlamında istemek v.b. ama “es-e-lu-ke” dedin mi dua bir başka ruha bürünüyor.

Allah'ım senden sen vermezsen asla sahip olamayacağım üç şeyi istiyorum. Kendi gayretimle elde edemeyeceğim, ancak senin lütfunla ele geçecek olanı istiyorum. Senden senin rızâna götürecek olanı dileniyorum. İlmin faydalısına, rızkın güzeline, amelin kabul edilmişine muhtacım. Bunların hiç birisini ben hak edemem, lütfedecek ancak sensin, lütfeder misin?

Meseleye vâkıf olanlar abartıyorsun diyebilirler. Bir başka kelime ile de isteyebilirdi, o an o denk gelmiş diyenler çıkabilir. Belki de onların dediği gibidir, bilmem. Yanılıyorsam bir kaybım yok ama onlar yanılıyorsa, o kelimelerin döküldüğü dudaktan küçük bir tebessüm bana iki cihanda yeter.

Hermenötik bilmem nihayetinde. Etimoloji okumadım, semantikten de anlamam. Kalbi olan bir güzele gönül verdim hepsi bu.

Coştuk iyice, abartalım.

Nâzil oluşuyla Peygamber Efendimiz'i (s.a.s) sürûra gark eden bir sûre var: Duha. O surenin içinde bizim kelime de geçiyor: “se-e-le” (sail). Rabbimiz buyuruyor ki: “Ve bir şey dileneni sakın kovma”

Biz de se-e-le'den bir sual yapıp desek ki:

Ya Rabbi! Senden, senin bizden istediğini istiyoruz. Ey dileneni kovma diyen Rabbim, isteğimizi geri çevirip bizi lütfunun kapısından kovma. Faydalı ilim, güzel rızık ve kabul olunmuş amel dileniyoruz senden. Bu sûre ile tebessüm ettirdiğin Efendimizden öğrendik bu duayı. Onun gibi isteyemeyeceğimizi biliyor, onun istediğini istiyoruz. Bize ihsan buyur ki, O bir kez daha tebessüm etsin.

Olmaz mı?

Asr sûresinden özürle, se-e-le nin gözlerinden öperek...

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Serdar Tuncer
13-02-16
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YA RABBİ! SENDEN, SENİN BİZDEN İSTEDİĞİNİ İSTİYORUZ
Online Kişi: 21
Bu Gün: 36 || Bu Ay: 6.548 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.985 || Toplam Tıklanma: 52.122.515