ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 1613
Yazar: Ömer Lekesiz
BİLGİ, ÖĞRETEN, ÖĞRENEN, YAZAN VE OKUYAN

BİLGİ, ÖĞRETEN, ÖĞRENEN, YAZAN VE OKUYANHer zihniyet ve kültür gerek ontolojik, gerekse ilahi (vahyi) olarak kendisine mahsus bir ilme, öğreticiye, öğrenene, yazana ve okuyana dair bir bilgiyi içerir ki, mensupları da bu verili bilgilerin içinde geçerek ilgili nazariye ve uygulamalarını (edeplenişlerini) şekillendirirler.

Şeyh Muhyiddin (ks) Fütuhat-ı Mekkiye'sinde “Talim Hazinesi ve Muallimin Öğrenenden Üstünlüğünün Bilinmesi” ara başlığı altında bu hususları işlemiştir.

Bugünkü alıntımı, oradan seçerek yapacağım. Metnin tamamı Fütuhat'ın 13. cildinden (s. 262-266, Ekrem Demirli çevirisi) okunabilir:

“Bilmelisin ki, gerçekte öğreten ve muallim olan Allah'tır. Bütün alem bilgi alan ve ihtiyaç sahibi bir talebedir. (...)

Bilgiye zatı gereği sahip olmadan, öğrenerek bilgiyi kabul eden ilk varlık, ilk akıl'dır. İlk akıl Allah'tan bilgiyi almış, Allah da ona öğrendiklerini Levh-i mahfuz'a yazmasını emretmiştir. Allah Levh-i mahfuz'u kendisinden yaratmış ve onu Kalem diye isimlendirmiştir. Ona yazmayı emreden muallim karşısındaki edebin gereğiyle 'Neyi yazacağım? Bana öğrettiklerini mi yazacağım? Yoksa bana yazdıracaklarını mı? demesi gerekir. Bu soru, talebenin muallim karşısındaki edebinin gereğidir. Başka bir ifadeyle muallim kendisine genel bir şey söylediğinde, onu açmasını istemelidir. Bunun üzerine muallim Hak, kendisine şöyle demiştir: 'Olanları yaz, senin öğrenmiş olduklarını yaz, olacak olanlardan sana yazdıracaklarımı yaz. Bu benim kıyamete kadar yarattıklarım hakkındaki bilgimdir.' (...)

İlk akıl bunun ardından müheymen ruhların varlığını, onları kendilerinden geçiren şeyin ne olduğunu, hallerini ve üzerinde bulundukları durumu yazdı. Bütün bunlar, ilk akıl'a öğretilmek için yazılmıştır. İlk akıl Hakkın isimlerinin onlardaki tesirlerini, kendisini, varlığını ve varlık tarzını ve içermiş olduğu bilgileri yazdı. Sonra Levha'yı yazdı.

Bunları tamamladığında Hak ilk akıl'a kıyamete kadar olacak şeyleri yazdırdı, çünkü sonsuz şeylerin varlığa girmesi imkansızdır ve dolayısıyla onlar yazılamaz. Yazmak, bir varlık eylemidir ve yazılan şeylerin sonlu olması gerekir. Hak ilk akıl'a yazdırmış, o da mualliminin karşısındaki edebin gereğiyle başı eğik bir halde bunları yazmıştır. Başını eğmiştir çünkü yazma yazdıranı görmeyi gerektirmez. Aksine yazarken göz, yazılana bakar. Kalemin kulağı ise Hakkın kendisine yazdırdığı şeylere yönelmişti. Kulağın hakikati duyulanın belli bir yönle sınırlanmamasıdır. Halbuki görmek böyle değildir. Çünkü göz bakarken ya belli bir yönle sınırlıdır veya bütün yönlerle sınırlıdır. Kulak öyle değildir. Çünkü kulak söze yönelir ve konuşan bir yöne sahipse veya bir yöndeyse, bu onu ilgilendirmez. Belli bir yönde değilse bu durum da –duyana değil- kendisine racidir. Öyleyse kulak/duymak, göze göre tenzihe işaret eder ve sınırlanmadan çıkmıştır, daha geniş ve daha serbesttir. (...)

Hakkın aleme yerleştirdiği tertip Adem'in yaratılışıyla birlikte sona ulaşır. (...) Allah Teala meleklerine Adem'in kendi suretinde yaratılmış halifesi olduğunu bildirmiş, unsurlardan oluşan alemi ve onun dışında ve üzerindeki alemi yaratmaya yönelen bütün ilahi isimlerini kendisine öğrettiğini onlara söylemiştir. (...)

Ruhu'l-emin olan Cebrail peygamberlerin muallimi ve üstatlarıydı. Hz. Muhammed kendisine vahyin aktarılmasını beklemeden Kur'an okumada acele ediyordu. Bu davranışla da Allah'ın onun talim işini –meleğin kendisinin fark etmediği- özel yönden (vech-i has) üstlendiğini göstermek istemiştir. Allah Teala vahyi getiren meleği bir perde yapmış, sonra kendisine vahyettiği hususta ona şöyle demeyi emretmiştir: 'Dilini hareket ettirme, acele okuyacaksın diye' (el-Kıyame 75:16). Üstadın karşısındaki saygı böyle davranmasını gerektirir, çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurur: 'Bana edebi Rabbim öğretti, edebimi ne güzel yapmıştır.' (...) Sonra Allah yine pekiştirmek üzere şöyle buyurur: 'Onu toplamak ve okumak bizim işimizdir, sen onun okunuşuna tabi ol. Onu açıklamak bizim işimizdir.” (el-Kıyame 75:19) Burada Allah kendisinden başkasını zikretmemiş, bu fiilleri sadece kendisine izafe etmiş, tarifte Allah'tan başkasının adı geçmemiştir. Hz. Peygamber'in de 'Beni Rabbim terbiye etti' hadisinde böyle geçmiştir. (...) Bu durumun bütün gruplardaki peygamberlerin varislerine sirayet ettiğini gördük. Başka bir ifadeyle şekilci alimlere ve kalp alimlerine bu hal sirayet etmiştir. Öyleyse dolaylı veya doğrudan olmak üzere talim Rabbe raci bir iştir. Bu nedenle melek şöyle der: 'Biz Rabbimin emriyle ineriz.' ( Meryem 19:64)

Sonra Allah üstatların öğrencileri karşısında kendilerinden meziyet göstermemelerini de hükme bağlamıştır. Üstatlık mertebesi hiçbir kimseyi kendisini ve kulluğunu görmekten habersiz hale getirmemelidir. Kendisine başvurulacak asıl ilke budur. 'Allah hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.”

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
24-04-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİLGİ, ÖĞRETEN, ÖĞRENEN, YAZAN VE OKUYAN
Online Kişi: 14
Bu Gün: 450 || Bu Ay: 7.804 || Toplam Ziyaretçi: 2.218.522 || Toplam Tıklanma: 52.149.756