ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TASAVVUF / TASAVVUFA DÂİR
Okunma Sayısı: 2358
Yazar: Ömer Lekesiz
İMAM GAZZÂLÎ'NİN HEDEFİ

ROMAN NEYİ TAMAMLAR?Fakih ile mutasavvıf arasındaki çatışmanın -tasavvufun kurumlaşma devrinde- giderilebilmesinin (veya aza indirilebilmesinin) ancak bir fakih-mutasavvıf'tan beklenebileceği açıktır.

Çünkü, fakihlik asla (yani emir ve uygulama olarak şeriata) tabidir. Mutasavvıflık ise, temsil ettiği tasavvufun, metafizik telakkilerin şeriatın içine çekilmekle meşruiyet kazanması ve haliyle kendisi nedeniyle değil, içine çekildiği şey nedeniyle değerli hale gelmesi bakımından fakihlikten sonra gelir.

Nitekim, Ebû Hâmid el-Gazzâlî (ra), söz konusu devirde önce kelamcı ve fakih, sonra mutasavvıf olması bakımından söz konusu çatışmayı, ortadan kaldıran değilse de büyük oranda azaltan biri olmasıyla maruftur.

Yukarıda zikrettiğim hususu da içkin olması bakımından, bu pazarın okuma parçasını el-Gazzâlî'nin nazari ve pratik hedeflerini hakkınca anlatan, Suâd el- Hakîm'in Yirminci Yüzyılda İhyaü Ulumi'd-Din adlı kitabından seçtim:

“Gazzâlî, önce âhiret ilimlerini sonra da tasavvuf ilimlerini iki kısma ayrıdı: İlmü'l-muamele ve ilmü'l-mükâşefe.

Muamele ilmine amelin temeli olan ilimler de denilebilir.

Mükâşefe ilimleri ise teorik ilimlerdir ve pratik bir karşılığı yoktur.

Mükâşefe ilminin tek karşılığı ise yakînî bir bilgiyle keşfedilenlerin vicdanı yatıştırmasıdır. O yakînî bilgi ise kişinin amelini, gayba sapa sağlam inanan bir kimsenin amelinden daha huzurlu ve daha tesirli kılar.

Gazzâlî, (…) muamele ilimlerinin fakih alimlerle mutasavvıf alimler arasındaki müşterek nokta olduğunu görür.

Fakih, amelin sıhhatine dikkat kesilir. Mutasavvıf ise amelin Allah tarafından makbul olması için sadece sahih olma şartlarına ve farzlarına değil, âdâbına, sırlarına ve mânâlarına da dikkat eder. Müslüman amelinin, Allah karşısında işlediği amelinin, kendine ve başkalarına yaptıklarının, yani ibâdet ve davranışlarının tamamının sahih hem de makbul olması için çalışır. (…)

O halde fakihin ilmi, Müslüman amelinin –mesela namazının- şartlarını, rükünlerini, sahih veya geçersiz olmasının ölçülerini gösterir. Mutasavvıfın ilmi ise Müslümana, namazında huşû içinde olup gaflet içinde olmasın diye namazın mânâsını, âdâbını ve sırlarını gösterir. Allah tarafından kabul edilmesinin ölçülerini öğretir. Bu yolu diğer ibadetler ve muamelelere de kıyas eder.

Muamelata dair ilimler ister fakihlerin metinlerinde ister sûfilerin metinlerinde olsun Kur'an ve sünneti, şer'i delilleri esas almıştır. Fakih, amelin sahihliğinde şeriatın delillerini kullanır. Mutasavvıf da aynı şekilde amelinin kabul edilmesinde bir Kur'an ayetini, Peygamber'in bir sözünü veya fiilini zikretmek suretiyle şer'i delilleri kullanır. O halde muamele ilimleri her iki taraftan da nas üzerine kurulan delillere dayanmaktadır. Bu iki delil de birbirini tamamlar, birbiriyle çelişmez. Zira amelin sahih olması ve kabul olması iç içe geçmiş iki hedeftir. Hatta bir hedefin aynı yüzüdür.

Gazzâlî, muamele ilimlerinin, üstünde anlaşılabilecek ortak nokta olduğuna emin olduktan sonar, özellikle muamele ilimlerinde tedvini tamamlamaya karar verdi. Fukahanın ilimleriyle mutasavvıfların ilimleri arasında arabuluculuk hedefinden ötürü mükâşefe ilimlerindeki tedvininden uzaklaştı. Bu durum mükâşefe ilminin ehemmiyetsiz veya geçersiz bir ilim olmasından ötürü değil; mükâşefe ilimlerindeki tedvinin, onun arabuluculuk hedefine hizmet etmemesindendir. Çünkü mükâşefe ilmi her Müslümana farz-ı ayn değildir.

Gazzâlî mükâşefenin insana verilen ilahî bir rızık olduğunu düşünür. Her ne kadar mükâşefe, amelden sonra gelse de amelin kesin bir sonucu değildir. Zira insan mükâşefelerde kendisine gelen şeyin rehinidir. Bazen ömrünü mükâşefeye dair hiçbir ilme ulaşmadan ibadetle, mücâhede ve nefis terbiyesiyle geçirebilir.

Gazzâlî, mükâşefenin amelî yönünü itiraf etmesine ve 'Mükâşefe, kulun hallerine tesir ettiği için amellere kuvvet verir' demesine rağmen, mükâşefe hakkında söz söylemeyi reddeder. Ona gore 'itikat', mükâşefenin yerine geçebilir. Gazzâlî şöyle der: 'İtikat güçlendiği zaman ahvâle tesir etmede mükâşefenin yapacağını yapar.' (…)

Netice itibariyle Gazzâlî, Müslümanı nefsiyle mücadele etmeye teşvik etmiştir. Nefsiyle mücadele eden başka kimselerden, sadece bilgisini ve haberini duyduğu fakat tadına varamadığı ve bizzat yaşamadığı nurların kırıntılarını toplamak yerine, kendi iç dünyalarında nurlar, kendisine ait nurları parlayana kadar nefsiyle mücadele etmeye teşvik etmiştir. Gazzâlî Müslümanı, mükâşefe ilminin arkasında bulunan mutluluğu elde etmeye teşvik etmiştir. (…)

Gazzâlî –öneminden ötürü- mükâşefe ilmini bir kenara koyduktan sonra fakihlerin ilimleriyle mutasavvıfların ilimleri arasındaki uzlaşmayı muamele ilmi üzerine yerleştirir. Gazzâlî'ye gore İslamî ilimlerin hepsi muamele ilminin üstünde kesişir. Bu sayede Müslümanların her asırda ehemmiyet vermesi gereken İslam kültür birliği projesi gerçekleşir.” (Çev.: Yonis İnanç, Nefes Yay., İst., 2015)

Bunlardan hareketle, tasavvuf mirasına nasıl sahip çıkılabileceği hususunu sonraki yazımda işleyeyim inşallah.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
17-05-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İMAM GAZZÂLÎ'NİN HEDEFİ
Online Kişi: 22
Bu Gün: 581 || Bu Ay: 9.804 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.621 || Toplam Tıklanma: 51.946.295