ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 3625
Yazar: Serdar Tuncer
ÜSTÂD

ÜSTÂDSevenin sevme iddiasında olduğu insanı hiç tanımamakla mâlûl, sövenin sövdüğü insana niçin sövdüğünü bilmemekle mâruf ve her iki insan tipinin de iki buçuk asrı aşkın zamandır yaşamakta olduğu türlü inkisâr ve travmalar sebebiyle, bu garabetlerinde nispeten mâzur olduğu garip bir diyardır Türkiye.

Bu tamamen bize has, her şeyiyle yerli ve millî, sevme iddiasında olduğu halde tanımama ve 'niçin'ini bilmeden sövme hastalığını tarif için bir portre yapılmak icap etse, fırça, renk, çizgi ve tuval bizi bir adamın resmini birebir kopya ederek yapmaya mecbur ederdi: Necip Fazıl Kısakürek.

Sol söver Necip Fazıl'a. 'Kaldırımlar'la; bir mısraı bir millete şeref verecek şair diye takdim ettiği adama, şairliği cücelere terk edip büyük sanatkârlığa göz dikişiyle 'sâbık şair' yaftasını yapıştırır, şiirine yazık etti, der ve söver.

Sağ tanımaz Necip Fazıl'ı. İşine geliyorsa Necip Fazıl'cı geçinir, işsiz kalır Necip Fazıl'dan geçinir ve hatta haddini bilmeyişine inat, işini bilir Necip Fazıl geçinir ama tanımaz.

Solun kendilerince tamamen haklı bir sebepler manzûmesi içinde kendisini sevmeyişini çok az fâniye nasip olmuş müstesnâ ve ulvî bir şeref madalyası gibi göğsünde taşıyan Üstâd, sağın kendisini sevme iddiasına rağmen derdini ve davasını hiç tanımayışını, sevgi ambalajı içerisinde zavallı ve pespaye bir küfür gibi görür ve vefatından 33 sene sonra bile bağrında bir sızı gibi taşımaya devam eder.

Ceketin göğüs kısmına madalya gibi asılacak bir nefret, kalbin orta yerinde sızı gibi taşınacak bir sevgi!

Binip gittiği güzel atın ayak ritimlerinden yükselen senfoni sinemizde bir oluş çilesinin yakıcı melodisi olup yankılanan dava ve aksiyon şuuru bestecisi güzel adamın payına bizden yana düşen maalesef budur!

Lise yıllarında âşık olduğumuz güzelin gönlünü etmek için ezberlediğimiz 'Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar' romantizmi ile dava diye bir şeyin varlığından haberdar oluşumuzu ispat için eteğinden tuttuğumuz 'Yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya' sloganı arasında hapsettiğimiz Üstâd'ı tefekkürü, davası, aksiyonu çilesi ve nihayet kalbi ile tanımak ve tanıtmak borcundayız.

Üstâd diyorsam; sadece Sakarya Türküsü'nün, Zindan Mehmed'e Mektup'un, Beklenen ve Bekleyen'in şairi değil; Çile'nin, Aynalar'ın, Takvimdeki Deniz'in, Yolculuk'un da şairi olan Üstâd.

Üstâd diyorsam; sadece bir şair değil; Bir Adam Yaratmak'ın, Reis Bey'in, Sahte Kahramanlar'ın, Aynadaki Yalan'ın, Ulu Hakan'ın, O ve Ben'in, İdeolocya Örgüsü'nün de yazarı Üstâd.

Üstâd diyorsam; sadece bir yazar değil; ezanın Türkçe okunduğu, camilere ahır muamelesi yapıldığı, el yazması kitapların evlerin bahçesine gömüldüğü zamanlarda; yani dedelerimiz ve ninelerimizin kendi evlerinin bir odasında tespih çekerken bile, ya kapı çalarsa endişesi içinde gizli saklı Allah deyip ürktüğü zamanlarda, şehir şehir, konferans konferans, sütun sütun “Durun Kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye haykıran, bir milletin öz evlatlarına reva görülen parya muamelesine isyanını 'Büyük Doğu' idealiyle âbideleştiren aksiyon adamı Üstâd.

Üstâd diyorsam; bir başkasının çizdiği tefekkür yolunun kuru ve taklitçi herhangi bir aksiyoneri değil; hakkını veremeyenin münevverden sayılmayacağını ifade ettiği 'kriz entelektüel'in pençesinde kıvrana kıvrana, aklını ve ruhunu bu kıvranışın yangınında didik didik ede ede saflaştırdığı dimağ ve kalbi ile, Türk'ün üç yüz yıldır yapamadığı doğu- batı, geçmiş-gelecek muhasebesini destanlık çapta muhakemeleştirici ve aksiyonuna işte bu tefekkürü maya ve sermaye kılıcı, mütefekkir Üstâd.

Üstâd diyorsam; fildişi kulesinde purosunu tüttüren, agoradan bîhaber yalnız ve yalnızca bir mütefekkir yahut iş bedel ödemeye gelince rahat köşesine çekilip dava ve iddiasını sükûta mecbur eden tatlı su balığı çapsızlığında bir aksiyoner değil; yaşadığı ömrün 30 küsur sene fazlasıyla hakkında verilen hapis cezalarını, 'öp beni alnımdan, sen öp seccadem' tebessümü, 'Ne gelir ki elden kader bu emir' tevekkülü, 'Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir' terennümü ile göğüslemeyi şereflerin en büyüğü bilen, dava adamı Üstâd.



Üstâd diyorsam, yalnızca râm olduğu ulvî hakikatin bedelini yiğitçe ödeyen bir dava adamı değil; 'Büyük Doğu İdeolocya'sını, insanın kendi dışına doğru demirden çarıklarla kaba ve nefsânî yürüyüşünden ziyade rüzgârdan hafif topuklarla kendi içine doğru ince ve rûhânî seyrinin ifadesidir diye tarif eden ve bu tarifin hakkını, şahsında bütün bir altın silsileye 'Sonsuzluk kervanı peşinizde ben/ Üç ayakla seken topal köpeğim' dediği mürşidi Seyyid Abdulhakîm Arvâsî hazretlerine olan tavizsiz bendeliğiyle öz nefsinde veren, derviş Üstâd.

Üstâd diyorsam; sadece 'sordum aynaya hani ya kendim' diyecek nispette mürşidinde fenâ hudûdunu zorlayan bir derviş değil; bu gün bu ülkede siyasetten bürokrasiye, fikirden entelijansiyaya, şiirden akademyaya kadar uzanan bir çizgide bu toprakların ruh köküne bağlı her kim varsa, kabul ve itiraf etsin yahut etmesin, her birinin tek tek ruh hamurunda parmak izleri olan ve bu mânâ ve ruh hamurunun yoğuruculuğu sıfatıyla Yeni Türkiye'nin hakiki kurucusu diye takdim edilme makamının fikir ve iddiada yegâne sahibi Üstâd.

Üstad diyorsam; bu ülkenin ruh köklerine dönüş yolculuğunun fikirdeki sahibi değil yalnızca, bir vakitler 'öz yurdunda garip öz vatanında parya' muamelesi gören ve fakat bu gün okçular tepesinden ganimet meydanına koşturma gafletindeki bu toprağın gerçek sahiplerine, kaderin muazzam bir cilvesi içinde, doğduğu günün vefat ettiği günden bir sonraki güne denk gelişiyle 'doğmadan evvel ölünen ve öldükten sonra doğulan' bu hayata gelişimizin hakiki ve yegâne gayesinin ne olduğunu ihtar ederek, aklınızı başınıza devşirin çağrısının da sahibi Üstâd.

Üstad diyorsam; yaşadığı hayat ve ızdırabın, taşlardan yontulmuş bir tekzîbi gibi sağa sola diktiğimiz heykelleri ile ruhunu incittiğimiz değil; dava ve çilesini tavizsiz bir iman kıvamı ile kalbimizde heykelleştirmek suretiyle dudaklarımızdan evvel halimizle Fatiha Fatiha selamlayarak ruhunu şâd etmek borcunda olduğumuz Üstâd.

Mekânın cennet, makamın âlî, komşun 'O' olsun.

El-fatiha...

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Serdar Tuncer
26-05-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 1
Yolcu
Maarif
Tarih : 27-05-16

Üstadı hakiki vechesiyle talebelere anlatan edebiyat hocaları olsa!... Edebiyatın ve lisanın ehemmiyetinden habersiz, enfermosyon cehalinde bir eğitim kadrosu. Maarif acaba ne zaman kendine gelecek?

 
ÜSTÂD
Online Kişi: 27
Bu Gün: 71 || Bu Ay: 6.061 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.942 || Toplam Tıklanma: 52.115.447