ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar)
Okunma Sayısı: 1567
Yazar: Erol Yılmaz
BAŞARI PUTUNA TAPMAK!

BAŞARI PUTUNA TAPMAK!Eğitim-öğretim sezonu açılıyor… Önce ilk ve orta dereceli okullar, ardından üniversiteler… İlk kez anaokulu ve ilkokula başlayanların heyecanı tarifsiz… Bir sonraki aşamaya geçenlerinki ise, bambaşka. Büyüdüklerini düşünüyor, yeni dâhil oldukları üst grubun gururunu yaşıyorlar.  Tabii biraz da havasını atarak…

Anneler ve babalar ise, daha farklı duygular ve düşünceler içerisinde. İşin ekonomik boyutunu değişik düzeyde yaşıyor olsalar da, hemen hepsinin ortak kaygısı ve beklentisi, bir tek kelimeye odaklanıyor; Başarı… Yani çocuklarının başarılı olması…

Bu kaygı ve beklenti, elbette, çok normal ve anlaşılır. Zira örgün eğitim-öğretimin aşamalarını başarılı bir şekilde geçerek nihayetlendirmek, bir bilim ve meslek alanında kariyer yapabilmenin temel şartlarından. Bu şekilde bir olumlu sonucun, daha iyi bir sosyo-ekonomik düzeye sahip olabilmenin zeminini oluşturduğu da malûm. Daha itibarlı bir görev pozisyonu, daha seçkin bir sosyal çevre, daha yüksek gelir ve tüm bunlara yaslanan daha rahat ve konforlu bir yaşam.

Evet, bu bir bakış açısı ve olumlu bir senaryo. Yukarıda çerçevesi çizilen yaşam standardını idealize edenlerin erişmek istediği tablo… Açık bir “başarı” hikâyesi…

Bu tablonun gerçekleşmemesi durumunda ise, özetle, çok yönlü olarak daha düşük profilli bir yaşam düzeyi bekliyor ilgiliyi. Daha az gelir, daha sıkıntılı ve kıyıda köşede kalmış bir yaşam… Hemen hemen böyle… Bir kahır tablosu…

Ne ki, kısaca çizilen bu iki tablodan, ne birincisi mutlak doğru, ne de ikincisi yüzde yüz yanlış, kötü, olumsuz.

Zira bizim gibi, her şeyi dünya/lık ve madde olarak görmeyenler, “insan” adlı, yaratılmışların en şereflisini maddeden ve maddi olan her şeyden önde ve üstte tutar; kıymetini biraz da bu bağlamda verir. Biz, yani, bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen, kültürel değerlerini baş tacı edenler.

Daha müşahhas bir ifadeyle söylenecek olursa, bir iş, meslek, kariyer vs. bazında başarıyı ne kadar gerekli görürsek görelim, o başarının mutlak kıymetli olduğunu düşünmez; böyle olduğu için de, varılacak nihâî hedef olarak tanımlamayız. Çünkü böyle yapıldığında, ona ulaşmak için her yolun denenebileceğini ve bu anlamda her yolun meşru sayılabileceğini biliriz. Elbette, bu durumun çok açık, net ve tartışma götürmez bir olumsuzluk olduğunu da…

…..

İçinden geçmekte olduğumuz dönemde, -son çeyreği de dâhil edebiliriz buna- “başarı”, her geçen gün biraz daha, burada olumsuzlamaya çalıştığım anlamda kabul görmeye başladı. Ne yazık ki…  

Bugün, belki biraz da eğitim-öğretim ve sınav sisteminin de etkisiyle, “başarı” olgusu, adeta putlaştırılmış; “başarmak”, bir insanın kıymetini ortaya koyan en değerli ve önemli olgu pozisyonuna yükseltilmiştir.

Hal böyle olunca, “başar da, nasıl başarırsan başar” gibi, akıl almaz, vicdan kaldırmaz ve eğitim-öğretim kurallarında karşılığı olmayan bir ilke, ilkesizlik anıtı olarak ayağa kaldırılmış; genç-yaşlı, kadın-erkek tüm “başarılı” adaylarının gönüllerine çakılmıştır.

Çoğunlukla futbol müsabakalarında duyulan, “vur, kır, parçala; bu maçı kazan” nobranlığı, içerisinde yer aldığımız türlü müsabakayı kazanma noktasında, temel düstur konumuna taşınmış durumdadır bugün. Sadece futbol maçlarında kalsa neyse de, hayat oyununun tüm aşamalarında kendine yer bulmaya ve o yeri, her gün biraz daha sağlamlaştırmaya başladığı da görülmektedir. Bu konuda yüreğinde kaygı taşıyanlarca…

Kitap okuma, herhangi bir sosyal faaliyet içine girme, sporla ve sanatla uğraşma, akraba ziyaretine gitme, türkü dinleme, eve gelen yakınlarınla ve misafirlerle ilgilenme; varsa yoksa fizik, matematik, coğrafya, tarih ve biyoloji gibi derslerin derin kulvarlarında koş… Koş, çünkü eğer başarı ipini kucaklayamazsan, büyü bozulur, her şey ama her şey berbat olur. Geleceğe dair planlar, projeler… Sıfırlanırsın, silinirsin, paspas olursun!

Lisansüstü çalışmalarında başarılı olmak için, hayata kapat kendini; kimseleri -büyüklerini dahi- ziyarete gitme; evine misafir kabul etme; ne yap yap, doktora tezini bir an önce ver. Ver ama hemen doçentliğe yönelik çalışmalara başlamayı da ihmâl etme. Zira doçentlik, senin başarını tescilleyecek çok önemli bir aşama. Yoksa maazallah, insan içine çıkamaz, mesleki sosyeteye rezil olursun!

Yerleşmek istediğin bir makamın koltuğuna oturtulabilmek için, yatmadığın kapı önü kalmasın. Bu uğurda evini barkını, çoluğunu çocuğunu unut. Oturtacaklar ne istiyorsa, eksiksiz yap. Düsturun, “evet efendim, sepet efendim” olsun. Oraya talip olanların veya düşünülenlerin donanımının senden ne kadar fazla olduğuna bakma sakın. Hatta bir gözün üzerlerinde olsun. Biri bir adım öne çıkacak olursa, iftira, yalan ne varsa pervasızca kullan. Yeter ki başkalarının o makama atanmasına izin verme. Ve nihayet o makamı elde et. Eğer bu bir başarıysa tabii…

…..

Evet, yazık ki, bugün konuyla ilgili tablo, üç aşağı beş yukarı böyle…

Bilhassa yeni nesil, “başarı putu”na tapma noktasında, ebeveynleri ve öğretmenleri tarafından öyle bir koşullandırılıyor ki, lise ve üniversite sınavlarında başarılı olmak, bireyliklerinin her noktasına nüfuz ediyor; her şeyin ama her şeyin önüne ve üstüne çıkıyor.

Ve neredeyse başarılı olmaları dışında hiçbir şey beklenmiyor kendilerinden. Gürültüden uzak kalmaları sağlanıyor, istedikleri hemen alınıyor, ne isterse istesin hemen karşılanıyor, gak diyor ekmek guk diyor su yetiştiriliyor. Saygı, sevgi, selamlaşma, hal hatır sorma, duyarlı davranma gibi insani davranışlardan uzak bir ormanın içine atılıyorlar adeta.

Sınav sistemlerini alt ederek başarı hedeflerine yükselmek için, o sınavların özelliklerine yönelik olarak, adeta bir işlem robotu gibi yetiştiriliyor; bu acınası duruma bağlı olarak da, adı sorulduğunda bile -neredeyse- düşünmeksizin, “şıkları görelim” diye tepki veriyorlar.

…..

Bir kelimeyle, bu durum, “sürdürülebilir” değil.

Tekrar söylenecek olursa, başarmak, herhangi bir pozisyon için kontenjandan çok sayıda aday varsa, bir seçim işleminde öne geçmek için gerekli… Birileri başarısız olurken, başka birileri başaracak ki, öne geçerek o pozisyona yerleşebilsin.

Buraya kadar herhangi bir problem ve anlaşılmaz bir durum söz konusu değil. Mesele, o başarıyı veya kazanımı elde ederken, ne kadar insan kalınabildiği, hangi oranda erdemlilik denilebilecek vasıflar çerçevesinde öne geçildiğidir.

Ve nihayet, son tahlilde önemli ve değerli olan, bu tercih sınavlarından başarıyla ayrılıp, kariyer basamaklarını birer ikişer çıktıktan sonra, vatana, bayrağa, ülkeye ve devlete ne kadar bağlı olunduğu; bu bağlamda, mensubu olduğu milletin dünyevi ve uhrevi değerleriyle, yani çift boyutlu değerler sistemiyle ne kadar barışık olunabildiğidir.

Atalarımızın yıllar önce söylediği, “kaymakam olmuşsun ama adam olamamışsın” şeklindeki veciz ifadede vurgulandığı gibi, başarılı olmak önemlidir ve fakat adam olmak, insan olmak çok çok daha önemlidir.

Ne mutlu, başarı putuna tapınmaksızın, sadece gerekli çalışmaları yaparak başarıya ulaşan ve bunu insan kalarak gerçekleştirenlere…

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Erol Yılmaz
21-09-16
E mail: kulturgundemi.com
 
 
Yorumlar: 1
Osman alihan
Teşekkürler
Tarih : 24-09-16

Tefekkurle okunması gereken bir yazı Emin olunuz hissiyatımiza tercüman bir yazı olmuş. Yazara da editöre de çok teşekkürler

 
BAŞARI PUTUNA TAPMAK!
Online Kişi: 18
Bu Gün: 29 || Bu Ay: 9.252 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.890 || Toplam Tıklanma: 51.940.892