ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar)
Okunma Sayısı: 1892
Yazar: Semih Akşeker
Z(S)ORUNLU EĞİTİM

Z(S)ORUNLU EĞİTİMSn. Başbakan 04.10.2016 tarihli basın toplantısında ilk-orta dereceli okullarda tam gün eğitime geçileceğini, ayrıca okul öncesi eğitimin de mecbûri hale getirileceğini duyurdu/buyurdu.

5,  8,  12 yıl derken şimdi de okul öncesi eğitim ile zorunluluk süresi 13 yıla çıkıyor, o da yetmiyor ders saatleri artırılıyor.

Eğitim aşkı doğrusu gözlerimizi yaşartıyor!

İslâm dünyasında eğitim-öğretim işi 14 asır evvel bir zorunluluk/mecburiyet olarak değil bir arz-talep meselesi olarak başladı ve öyle devam etti. Öğretmeye talip bir hoca ve öğrenmeye talip en az bir talebe var ise bu iş sühûletle gerçekleşirdi…

Eğitim için görkemli okullara gerek yoktu, dört tarafı duvarla çevrili basit bir mekân yeterli idi. Meselâ Ashab-ı Suffa'nın eğitimi için Mescid-i Nebevî'nin bir köşesi, yine hicrî 2. asırda yaşayan büyük fâkih-hukukçu Ebu Hanife evinin bir odası eğitim için yeterli görülmüştü…

Öğretmek ve öğrenmek hesap değil gönül işiydi eskiden. Öğretmenin de öğrencinin de eğitimden Rıza-i Bari dışında beklentisi yoktu…

Bu sistemde eğitimin çerçevesini bugünkü gibi devlet değil hocanın bizzat kendi çizerdi. Hoca ne isterse daha doğrusu  ihtisası ne ise talebelere onu öğretirdi. Talebeler de öğrenmek istediği konulara göre hocasını seçerdi. Bir talebe istediği verimi alamadığını düşündüğünde o hocanın derslerini takip etmeyi bırakır bir başka hocanın rahle-i tedrisine geçebilirdi…

Hâsılı böyle bir eğitim modelinin temel özelliği zorunluluk değil seçme/tercih hürriyeti, emir-komuta zinciri değil özerklik/muhtariyet idi.

Hem hoca hem talebe eğitime kendi rızası ve arzusu ile iştirak ederdi. Zorlama yoktu, zîra zorlama olan yerde eğitimin mânâsı yoktu.

Ya bugün?

Türkiye'de zorunlu eğitim bugün; 25 milyon öğrenci, 1 milyon öğretmen ve 70 bin okulla devâsa bir örgütlü kurumsallığın tam ortasında yer alıyor. Bu modelde niteliğin aranmadığı çok açık, ilim/irfan/ahlâk/vasıf/kalite diye kimsenin bir derdi yok, zîra mesele başka.

Şu kabarık listeye bir bakar mısınız; öğretmen, maaş, atama, kpss, öğrenci, sınav, dersane, bakan, bakanlık, program, kitap yazım-basım-dağıtım, müfredat, servis, bina, işletme v.s.

Şimdi bunca karmaşık faktörün devrede olduğu bir modelde niteliğe hiç sıra gelir mi? Sanmam, nitelik belki de düşünülecek en son şey. Öğretmen ay sonunu denkleştirme, öğrenci sınıf geçme, bakanlık seneyi kazasız belasız atlatma… derdinde.

“-Efendim ülkede eğitim sistemi bozukmuş, aksaklıklar çokmuş, düzeltilmesi lazımmış” v.s. v.s. İnanmayın yok böyle bir şey. Eğitim sistemi bozuk falan da değil, sistem böyle bir eğitim istiyor. Devlet/egemenler durumdan gayet memnun, eğer onlar eğitim sisteminin düzelmesini isteselerdi çoktan düzeltirlerdi, merak etmeyin…

Eğitimin devlet/egemen tekelinden ve zorunluluktan kurtarılıp eski günlerdeki hürriyet ve muhtariyet ortamına tekrar kavuşturulması gerekiyor…

Eski Osmanlı Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin şaka yollu “şu talebeler de olmasa Nezareti (Bakanlığı) ne güzel idare ederdim” itirafı bana kalırsa bugün de güncelliğini koruyor…

ZORUNLU EĞİTİM ilk defa sanayinin lokomotif ülkesi İngiltere'de uygulanmaya başladı…

Hayatın kendi ritminde gayet ağır/yavaş aktığı tarım/köy toplumu zihniyeti ve alışkanlıkları ile sanayi toplumunun aşırı senkronize ve dakiklik gerektiren dünyası uyuşmuyordu.

İngiliz sanayicilere göre fabrikalarda çalışmaya başlayan köylüler işten ve laftan anlamaz kimselerdi. Köylülerin yavaş, rahat ve başına buyruk hareketleri, dakiklik ve hıza dayalı sanayici/kapitalist mantalitesinin asla kabul edemeyeceği türden davranışlardı, duruma derhal müdahale edilmeliydi…

İnsanlara disiplin, düzen, emir-komuta, itaat... gibi o günkü tarım toplumunda karşılığı olmayan alışkanlıklar kazandırılmadıkça köylü/işçilerden verim alınamayacağı anlaşılmıştı. İngiliz kapitalizmi tarım/köylü zihniyeti ile bir yere varılamayacağını gördü ve bu zihniyeti değiştirmek için yaygın ve zorunlu eğitim sistemini devreye soktu.

Okul, sınıf, sıra, öğretmen, müfredat ve hiyeraşiye dayalı bugünkü zorunlu eğitim modeli kapitalizmin ihtiyacına göre baştan düzenlendi. Bu sistemde çocuklar bir şeyler öğrenmekten çok zil çalınca bir yerde toplanmayı, bir komutla hizaya sokulmayı öğrenirler.

Ali topu at, Ayşe tut, Suna yat, uyu… bilinçaltına yönelik bu komutları hatırladınız mı?

Bu modelde öğrenciler sürekli ödevlerle tekrara dayalı işler yapmayı, bir amir/öğretmenden emir almayı, emre itaat etmezse (mesela ödevlerini yapmazsa) disiplin cezası alacaklarını gayet iyi öğrenirler…

Okulda edinilen bu alışkanlıklar ileride ofis ve fabrikalarda çalışmaya başlayacak çocukların çok işine yarayacaktı…

Zorunlu eğitim ile gerçekten büyük işler başarılıyor.

Bilmem anlatabildim mi?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Semih Akşeker
23-10-16
E mail: yenisoz.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Z(S)ORUNLU EĞİTİM
Online Kişi: 28
Bu Gün: 524 || Bu Ay: 9.747 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.524 || Toplam Tıklanma: 51.945.213