ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / KİTAP
Okunma Sayısı: 2431
Yazar: Hasan Ali Toptaş
İNSAN DEDİĞİN BİR TEK YAPRAKTIR (Babasını özleyenlerin romanı)

İNSAN DEDİĞİN BİR TEK YAPRAKTIR (Babasını özleyenlerin romanı)

Nerede okudum, kimden dinledim şimdi hatırlamıyorum; usta romancı Hasan Ali Toptaş’ın babasına ilişkin bir öykücük. Yazar, babaevi ziyaretlerinin hangisindeyse, kitaplarından bir tanesini orada bırakıyor. Babam bakar, belki okur düşüncesiyle. Günlerden bir gün anasıyla telefonla konuşurken, babasının arada bir kitabını eline aldığını öğreniyor. Sevincine, kıvancına diyecek yok. Aylar sonra, memleketine gittiğinde odanın bir köşesinde, orada bıraktığı kitabını görüyor. Heyecanla alıp sayfalarını karıştırıyor, acaba babam okumuş mu merakıyla. Sayfaları çevirirken çevirirken ne görsün, kitabın sonundaki yazısız bir iki sayfaya kargacık burgacık bir yazıyla bazı rakamlar yazılmış, alacak verecekler not edilmiş!

Bu öykücük, bir kurmaca da olabilir; fakat nakleden, yazar tarafından anlatıldığını belirtmişti. Az sonra üzerinde duracağım kitabı okuyup bitirince, yukarıdaki anekdotun uydurulmuş bile olsa, Hasan Ali Toptaş’la babası arasındaki ilişkiye çok yakışmış olduğuna karar verdim. Çünkü Toptaş yahut bizim kuşak, bilhassa köy ve kasaba çocukları, “kitabımı okudun mu, yazımı gördün mü, beni tv’de izledin mi, konuşmamı dinledin mi” kabilinden bir suali babalarına soramazdı. Yakışık almazdı. Şu anda sayıları çok çok azalan o devir babalarının eşiyle ve evlatlarıyla ilişkisi hep mesafeli olmuştur, evet, ama bir o kadar da candandır. Az konuşulur, çok söylenir; işmarla, hâl ve etvar ile hasbihal edilir çoğu zaman.

Hasan Ali Toptaş, şimdilerde piyasaya çıkan son romanı Kuşlar Yasına Gider’de işte böyle bir babanın öyküsünü anlatıyor. Ankara-Denizli arasında salınıp duran, daha doğrusu “dağılan” bir oğulun alil ve hasta bir babaya gidişlerinin, onunla birlikte oluşlarının, ona değgin hatıraların kendisine de dokunan anlarının hikâyesi elimizdeki 12 kısımlık roman. Öyledir; hayat, kader deyin isterseniz,  insanı en güçlü yerinden sınar. Ömrü şoförlükle geçen, hem ne şoförlük memlekette arabasıyla çiğnemediği yol bırakmayan Aziz Bey, bir trafik kazası neticesi bir bacağını kaybeder. Onun yerine konan/ takılan, ama asla aslının yerini tutmayan takma bacaklardan sonra başlar macera.

SATANTTA BABA FİGÜRÜ

Romanda anlatılan tek katmanlı, düz bir hayat hikâyesi. Arada bir geçmişe/ geriye dönüşlerle ana gövdeye öykücükler ekleniyor. Mekân, bilinen gerçek yerler; Ankara, Eryaman, Sincan, Kızılay, Konur Sokak, Denizli, Çal, Tavas, Çardak, Sandıklı vb. Bilhassa mekân ve kişiler üzerinden gerçekliğe bu kadar sıkı rabıtasının yanında anlatının destansı, töresel bir havası da var. Anlatıcının gördüğü sanrılar, diğer akrabaların rüyaları ve yorumları, bunlara göre amel ediş... Örnekse, ismi hikâye boyunca zikredilmeyen ama roman yazdığını öğrendiğimiz anlatıcı kişinin Ankara’dan Çal’a gidişlerinde yolun değişik kesimlerinde arabasının yanında beliren ve bir süre onunla adeta yarış eden sütkırı bir at. “Ecel atı” olduğuna inanılır. Elbette insan yaşamalarının içinde bu yanılsamalar da vardır düşsel bir gerçeklik olarak. Bunu okura sunma biçimi mühimdir. Toptaş, söz konusu atın görünüşünü, benzer biçimde babaevinin civarında karşısına çıkan beyaz mintanlı çocuğu öyle usturuplu anlatıyor ki, onları ânın gerçeği sayıyoruz tereddüt etmeden.

Romandaki ben anlatıcının baba sevgisine, ona hürmetine gıpta ettim. Kitabı okurken zihnimi kurcalamadı da değil. Her oğul babasını bu kadar sevebilir mi? Haksızlık etmeyeyim, Anadolu oğullarının hemen çoğu böyledir. Ne var, çok zaman soğuk bir figürdür baba, sanatsal anlatılarda. Bilhassa ecnebi kültürlerde baba nefretini biliyoruz. Kafka’nın meşhur mektubu bir ibret belgesidir mesela. Kendi adıma şu kadarını söyleyeyim, oğullar baba olup çocuklarını karşılarına aldıklarında ve babanın göz önünden uzaklara, hele ebediyen ıraklara gidişinden itibaren oğuldaki baba sevgisi, başka bir mahiyet kazanıyor. Babamın vefatından sonra okuduğum “Babama Mektup”un (Oğuz Atay) sınıf kürsüsünde onca gencin karşısında beni ne hale koyduğunu unutamam. Sonradır ki, kimi cümlelerimin bir yerine bir şekilde gelip yerleşir oldu babam. Bu arada oğullarım daha da büyümüştü.

Romanın bir motifine işaret için, anlatıcının Ankara-Denizli arasında gidip gelmelerinde ama en çok Çal’a babasını ziyarete gidişlerinde arabasının müzik çalarından dinlediği türküleri de kaydetmeliyim. Bunlar, öyle yeniyetme, türküye “şarkı” diyen klip artistlerinin söylediği tür

den değil. Zaralı Halil’in, Hacı Taşan’ın, Fatma Türkan Yamacı’nın, Hisarlı Ahmet’in, Nezahat Bayram’ın, Talip Özkan’ın yüreklerinden geçirip ses verdikleri eserlerdir. Hemen hepsini nice yaşanmışlıkların içinden sızan derin sızıların doldurduğu türküler.

HIRS ATINA BİNEN...

Roman yahut hatıraların hikâyesi, ne dersek diyelim, eserde sade, içtenlikli bir anlatım hâkim. Külfetsiz. Bezeksiz, gösterişsiz bir hayat gibi. Bu yalın ve samimi anlatımda okuru ardına düşüren bir tatlılık var elbette. Yazarın, sıradan yaşamaları bize aktarışındaki bu ustalığın sırrı nedir diyecek olursanız, kendi ifadesiyle cevap vermek isterim. Toptaş, hemen çoğumuzun içinden veya kıyısından köşesinden yaşayıp geçtiğimiz hayat sahnelerine “kısa görünen uzun bir cümleye, etkisi aylar sonra hissedilecek olan hüzünlü bir sahneye ya da derinliği yüzeyine gizlenmiş, kenarları günlük hayatın meşgalesiyle çevrili muhteşem bir resme bakar gibi bak”tığı için ortaya böyle bir anlatı çıkıyor. Anlatımı sıcak ve güçlü kılan bir başka özellik daha var. İstediğim ifadeyi bulamadım, en iyisi, Hasan Ali Toptaş’ın “insanca”, merhametli bir görüşü, anlayışı ve anlatışı var, diyeyim. Roman yazarı olan anlatıcı-kahraman hakkında kötü bir kitap yazan, onu aldatan “kızıl sakallı akademisyen”in yaptıkları üzerine baba oğul arasında geçen konuşmayı bu bağlamda aktarayım:

“Bu durumda benim ne yapacağımı sordu gözlerimin içine bakarak. Dava açacağım baba, dedim; hatta kimin mahremiyetine dil uzattı ve kimi olduğundan farklı gösterdiyse, onlarla birlikte dava açacağım. Gözlerini kırpmadan, can kulağıyla beni dinliyordu. S**tir et, dedi birden; dava mava açma! Kazansa da kaybetse de fark etmez, her iki sonuç da rahatlatır onu. Çünkü hesap bu dünyada görülmüş olur. O sana söz verirken Allah orada değil miydi, ona ne şüphe, ona ne şüphe, elbette oradaydı! Amacı her neyse, onu elde edebilmek için Allah’ı da aldattı yani o şahıs. Bu sebeple sen onu Allah’a havale et! En münasip zamanda, en isabetli silleyi Allah’tan başka kim vurabilir? Haklısın, dedim. Sustu bir vakit, ellerinin üstündeki kahverengi lekelere bakarak derin derin soludu. O şahıs her kimse, hırs atına binmiş gidiyor, dedi sonra; düşmesi yakındır senin anlayacağın. Lakin düştüğünü fark eder mi, orasını bilemem. /.../Çünkü, diye devam etti babam; hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar. O şahıs, Allah vere de çoluk çocuğunun üstüne düşmese. /.../ Demek seni gözünün içine baka baka aldattı ha, dedi bana dönerek yeniden; bir şey söyleyeyim mi, sana da zaten aldatılmak yakışırdı oğlum. Bu sözleri duyunca duygulandım birden, ne diyeceğimi bilemeden, usulca yutkundum. İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an, birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki.” (s. 145-146)

SOHBETE PATİNAJ

Bu duru anlatımı bulandıran, arada bir gölgelendiren zayıflıkları da belirtmeliyim. Söz gelimi, “sohbete dakikalarca patinaj yaptırdıkları...”gibi ifadeleri, birtakım mekanik tabirler insanî eylemlere sıfat olarak getirildiği için hazzetmiyorum. Bir de karşılıklı konuşmalarda yer yer şu yapıda cümleler görüyoruz: “Peki, dedim o sırada ben...”Bu türden cümlelerde öznenin (ben) söylenişi bir fazlalık. H. Ali Toptaş ustalığında bir yazar bunu niye yapar diye düşündüm, bir cevap bulamadım. Ayrıca, anlatıcının kızının ağzından “baba” yerine “bab” sözcüğünün tercih edilmesini de yadırgadım. Anadolu’da akıp giden böyle yerli bir hikâyede ayrıksı duruyor. Acaba yazarın özel bir maksadı mı var, bilemedim.

Babalarını özleyenler, bir baba-oğul hikâyesi okumak isteyenler, ustalığın sadeliği duru bir Türkçeyi arayanlar için Hasan Ali Toptaş’ın yeni romanı Kuşlar Yasına Gider iyi bir kitap.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Hasan Ali Toptaş
24-10-16
E mail: star.com.tr/
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İNSAN DEDİĞİN BİR TEK YAPRAKTIR (Babasını özleyenlerin romanı)
Online Kişi: 23
Bu Gün: 581 || Bu Ay: 9.804 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.621 || Toplam Tıklanma: 51.946.282