ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 2369
Yazar: M. Gökhan Yılmaz
BİR İNGİLİZ PRANGASI: KEMALİZM

BİR İNGİLİZ PRANGASI: KEMALİZM

BAŞ NOT: Bu yazıya destek ve bağlı olarak üç yazarın daha yazısı var. Yazı bizzat çok uzun olduğundan onları burada vermek yerine ayrı olarak yayınladık. Bu yazılar Diriliş Postası'nda yazının hemen ardından verilmiş. Okuyucularımızın bu yazıyı okuduktan sonra bilhassa şu ikisini okumalarını tavsiye ederiz.

1-YUSUF KAPLAN'LA MÜLÂKÂT. (Bir İngiliz Prangası Kemalizm'e ek)

2-Ahmet Yıldız: Radikal bir sekülerin “İktidar”la oyunu

(Doğruluş)

***

Bundan yaklaşık 200 yıl önce "EasternQuestion (Şark Meselesi)” diye bir strateji geliştiren dönemin süper gücü İngiltere, dünya üzerinde hâkimiyet kurabilmek için dehşetli bir plan ortaya koydu. İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladstone'un: “Bu Kur’ân,Müslümanlar’ın elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’ân-ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanlar’ı ondan soğutmalıyız” sözleriyle açıkça ifade edilen "Müslüman toplumların kimyasını dönüştürecek, ruh köklerini kurutacak" bu plân çerçevesinde her türlü fitneyi kullanan ve İslam âlemini bir arada tutan hilafetin kaldırılmasıyla birlikte İslam coğrafyasını birbirinden koparan İngiltere, Kemalist kadro eliyle de Türkiye'de Müslüman kimliğini yok etmeye çalıştı. ‘Modernleşme’ adı altında yaptığı icraatlarla, ezan-ı Muhammedî'yi Türkçeleştiren, Kur'an öğrenimini yasaklayan, harf devrimi ile Kur'an alfabesini ortadan kaldırıp yerine Latin alfabesini getiren Kemalist kadro, sükülerizmi bir pranga olarak bu milletin boynuna astı.

Bütün çabalarına rağmen Müslümanlar’ı İslam'dan koparamayan İngiltere, dehşetli planını hâlâ uygulama derdinde. Bu aziz millet, Türkiye'yi sömürgeleştirmek isteyenlere 15 Temmuz'da gayet net bir mesaj verdi: "Biz Müslümanız, kendimize geldiğimizde, değerlerimize sahip çıktığımızda; tankın önüne yatar, uçak mermisine göğüs gereriz. Biz özümüze döndüğümüzde, dünyada hiçbir güç bizi dize getiremez!" Şimdi bize düşen bir şey var. Sancak düştüğü yerden kalkar. Kaybettiğimiz özümüzü kendi değerlerimizde aramalıyız. 15 Temmuz ruhunu yeşertip, önümüzdeki 40-50 senenin nesillerini yetiştirmeliyiz. Yeni Gazaliler, yeni Yunuslar, yeni Mevlanalar yetiştirmeliyiz ki hiçbir emperyalist güç bir daha asla böyle dehşetli bir plan kurma hevesine dahi kapılmasın…

1923…

600 yıl cihana hükmeden Osmanlı’nın yıkılışının ardından, Büyük Millet Meclisi, Ankara’da toplanarak Cumhuriyeti ilan ediyordu. Son 100 yılını savaşlarla, toprak kayıplarıyla geçiren Anadolu halkı yüz binlerce evladını cephelerde kaybetmiş, nihayet bunca mücadelenin sonunda vatanının “Küçük bir kısmını” kurtarabilmişti.

Her şeyini kaybetmiş, maddi olarak sıfırı tüketmiş ama imanını muhafaza etmiş toplum, yeniden refaha kavuşacağı günleri beklerken, birbiri ardına açıklanan “inkılaplarla” neye uğradığını şaşırıyordu. Bir sabah kalktığında uğruna mücadele ettikleri bir kavramın ortadan kaldırıldığını duydu. 3 Kasım 1924’te bütün İslam âlemini bir arada tutan ‘Hilafet’ ilga edilmişti. İmame kopunca tesbihi dağıtmak daha kolay olacaktı…Başka bir gün medreselerin kapatıldığını, Tevhid-i Tedrisat adı altında din derslerinden tecerrüt eden maarifin rehber olarak kabul edildiğini öğrendi. Sarığın yasaklanması, onun yerine şapka giyme zorunluluğu getirilmesi ise İskilipli Atıf Hoca’nın idamı ile sonuçlandı. Zaten süreç içerisinde nice alim, toplumu ayağa kaldıracak, aydınlatacak nice münevverler ya sürgüne gönderilmiş ya da idam edilmiştir. 1 Kasım 1928’de ise Harf Devrimi ile Arap alfabesi -yani Kur’ân harfleri kaldırılmış- yerine, çok ‘milli’ olan “Latin alfabesi” konulmuştu. M. Kemal’in sadık uygulayıcı İsmet İnönü, hatıratında, harf inkılabını şu sözlerle değerlendirir: “Harf inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa’yı tahrik eden sebeptir. Ama harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap kültürünün ve Arap dilinin tesiri hakkında, yeni nesiller bizim kadar fikir edinemezler.” Anadolu coğrafyasını son kale olarak bilen millet, neye uğradığını şaşırsa da yapılan “düzenlemelere” karşı hemen tepki verir. Birbiri ardına başlayan isyanlar çok sert biçimde bastırılır ve Türk milletini İslam’dan soyutlama planı adım adım uygulanmaya başlar.

İngiliz’in dehşetli planı: “Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız

Dönemin ‘Süper gücü’ (Bugünün ABD’si de denilebilir) İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone (1845-46), Avam Kamarasında yaptığı bir konuşmada İslam Coğrafyası için 100 yıllık dehşetli planını açıklıyordu, “Bu Kur’ân Müslümanlar’ın elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’ân-ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” mealindeki sözleri sarf eden Gladstone’un ne demek istediğini zamanla anlamaya başladık.

Savaşlarda toprak kaybeden, ekonomik ve siyasi anlamda etken unsur olmaktan çıkıp edilgen bir aktör olma yolunda hızla ilerleyen Osmanlı’ya sızan İngiliz hükümeti, zamanla idaredeki kuklalarıyla Osmanlı’yı iyice zayıf düşürmüş ve son darbeyi de Birinci Cihan Harbi ile vurmuştur. Bu süreçte İttihat ve Terakki içerisinden bir grubun önü sürekli olarak açılıyor ve Osmanlı sonrası dönemde uygulanmaya başlayacak olan planın ikinci evresi için tohumları atılıyordu.

Birazdan Yusuf Kaplan mülakatında okuyacağınız detaylarda göreceğiniz dehşetli planın birinci aşaması Osmanlıyı, dolayısıyla İslam’ı; tarih yapan bir figür olmaktan uzaklaştırmak. İkinci aşaması ise, Cumhuriyet döneminde işleme alınan Müslüman toplumu İslam’dan uzaklaştırmak.. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Müslümanlara yapılan baskılar, ezanın Türkçeleştirilmesi (Tanrı uludur garabeti) , Kur’ân öğrenmenin yasaklanması ve sarık gibi İslam’ın şiarı unsurların ortadan kaldırılmasına yönelik “İnkılaplar” değerlendirildiğinde ve sonrasında Müslüman toplumun içine düştüğü buhranı incelediğimizde yaklaşık 200 sene önce uygulamaya konulan İngiliz’in dehşetli projesinin bir nebze maksadına ulaştığını net bir şekilde söyleyebiliyoruz.

Müslümanları İslam’dan uzaklaştırma projesinde M. Kemal’in rolü ne?

Peki, bu süreçte M. Kemal’in rolü neydi? Resmi ideolojinin amansız bir şekilde zihinlere nakşettiği “Kutsal bir kurtarıcı” mı, yoksa gücü eline alana kadar her şeyi mübah sayan bir takiyeci mi?

Yazıya alacağım her iki cümle de M. Kemal’in kendisine ait sadece yer ve zamanlar farklı.

7 Şubat 1923 günü Balıkesir’deki Zağnos Paşa Camii hutbesinde aynen şu ifadeleri kullanmıştır: “Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir. İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.” Hutbenin devamında camilerin sadece ibadet yeri olmadığını, camilerin sosyal hayatın en önemli merkezi olduğunu dünya ve ahiret işleri için neler yapılması gerektiği konusunda görüşmelerin yapıldığı yerler olduğunu söylüyor.

Tarihin 7 Şubat 1923 olması önemli zira bu tarihten 1,5 yıl sonra Hilafet ilga edilmiş ve M. Kemal Balıkesir hutbesinde ifade ettiği sözleri nakzeden başka şeyler söylemeye başlamıştır. Son Meclis konuşmasında “Bizim devlet idaresinde ki ana programımız CHP programıdır, bunun kapsadığı prensipler idarede siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır, fakat bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır, biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” diyen M. Kemal’in defalarca benzer şeyler söylediğini özellikle yakın çevresinin hatıratından öğreniyoruz. Kazım Karabekir paşa hatıratında M. Kemal’in kendisine şu sözleri söylediğini ifade eder: “Evet Karabekir, (haşa) Arapoğlunun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kur’an-ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler. Diğer bir kaynakta ise Balıkesir Zağnos Paşa camiinde söylediklerinin tam tersi ifadeler yer alır: “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.” (Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi)

Dahası da var elbette ama biz burada kısa kesmek durumundayız. M. Kemal hakkında bir kanaate varmak için bu kadar şey yeterli değil diye düşünenler varsa kendilerine biraz daha araştırma yapmalarını tavsiye ediyoruz.

Yakın tarih çok da yakın değil!

Tarih önemli demiştik 7 Şubat 1923’te Allah’ın birliğinden Hz. Muhammed’in O’nun Resulü olduğundan bahseden M. Kemal ne oldu da birden tam tersi şeyler söylemeye başladı.

Yakın tarihimiz aslında çok da yakın değil maalesef. Neredeyse tek kaynaktan ve Kemalist ideolojinin öğrenilmesini istediği bilgilerin dışında başka bilgileri öğrenemediğimiz bir gerçek. Son zamanlarda gayrıresmi tarih alanında çalışmalar yapan tarihçilerimiz “Dönemin karanlığına bir nebze ışık tutmaya çalışsa da ne kadar yeterli olduğu hâlâ tartışma konusu.

Yakın zamanda tartışma konusu olan Lozan antlaşması üzerindeki tozun silkelenmesini bekliyor hâlâ. Antlaşma maddelerinde zahiren bir kazanç var gibi görünse de 23 Nisan’da başlayan ve 24 Temmuz 1923’e Antlaşma ile sonuçlanan görüşmelerde neler konuşulduğu hala muammadır. Döneminin en büyük İslami yayını olan Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü” başlığı ile yazılan makalede (Devrimizin büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi de Büyük Doğu’da yer alan makaleyi Risale-i Nur Külliyatına derc etmiştir) yer alan ifadeler gözleri Lozan görüşmelerine çeviriyor. Tarihi bir belge yerine geçmese de Lozan sonrası Türkiye’de Ezan’ın Türkçeleştirilmesi, kılık kıyafet kanunu vs konularla Anadolu’nun İslami kimliğinden uzaklaştırma projesi uygulanmaya başladığına göre Büyük Doğu’da yer alana değerlendirmeyi bilmana doğru kabul edebiliriz. Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda “Türkler’in istiklalini ne için tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon’un verdiği cevapta: “İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.” Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk Milletini İSLAMİYET ve DİN CİHETİDEN ÖLDÜRMEK KARARIDIR” ifadeleri yer alıyor.

Kurtarıcı mı, İngiliz projesi mi?

M. Kemal kurtarıcı mı, yoksa İngiliz’in istese de kendi eliyle yapamayacağı İslam’ı yok etme, Müslümanları dinden uzaklaştırma projesinin yılmaz bir uygulayıcısı mı?

Ya da İngilizlerin, Müslümanların boynuna, koluna, ayağına taktığı bir pranga mı?

Karar kıymetli okurun..

İnkılaplara yönelik her kalkışmayı “gerici” olarak niteleyen ve tarihe öyle nakşeden Resmi İdeloji’nin “Gerici” diye tanımladığı her hareketin geri planında “İngiliz” olduğunu söylemesi de oldukça manidar.

Son olarak, meşhur bir Nasreddin Hoca fıkrası vardır. Hoca bir gün evinin anahtarını kaybeder. Kapısının önündeki küçük bahçede anahtarı ararken yoldan geçen arkadaşları da ona yardımcı olmak üzere anahtarı aramaya başlar. Saatler geçer ama anahtarı bulamazlar. Arkadaşlarından biri Hoca’ya sorar: “Hocam anahtarı bahçede kaybettiğine emin misin?” Hoca cevap verir: “Hayır, samanlıkta kaybettim.” Arkadaşı: “Peki o zaman niye orada aramıyoruz?” Hoca: Burada bulmak daha kolay. Bu fıkra tam da bizi anlatıyor aslında.

Kendimize olan güvenimizi kaybettiğimiz günden beri bir arayış içine girdik. 100 yıl önce kaybettiğimiz ruhu Avrupa değerlerinde aramaya koyulduk. Ayağa kalkabilmek ümidiyle Avrupa’yı örnek alıyor, onların değerlerine sarılıyoruz. Oysa anahtarı, yani ruhumuzu, yani bizi biz yapan değerlerimizi, benliğimizi bu topraklarda kaybettik. Orada bir yerde bulmamızı bekliyor. Kendimize gelmemiz, yeniden tarih sahnesinde önemli bir aktör olabilmemiz için aramaya kendimizden, kendi bahçemizden başlamamız lazım.

Dün dünyaya nizam verdik, bugün istersek yine veririz. Yeter ki bu arayışa başlayalım, özümüze dönelim.

Teşekkür: Neden ve kime teşekkür ettiğimi izah etmek istiyorum. Kemalizm üzerine böyle bir çalışma yapmaya karar verdiğimizde bu konu hakkında “kesin” katkı sunar dediğimiz kişi ve kurumlardan beklemediğim cevaplar aldım. Kimi daha ilk görüşmede bu mevzulara girmek istemediğini söyledi, bu konuyla alakalı zaman zaman cesur çıkışları olan bir STK ise 2-3 gün oyalayıp “Böyle bir zamanda ne gerek var diyerek” beyanat vermekten kaçındı. Bir diğeri ise, bugün gönderiyorum, yarın gönderiyorum diyerek 1 hafta boyunca beni sürekli oyaladı. O sebeple Yusuf Kaplan’a, Doç . Dr Ahmet Yıldız’a ve Roni Margulies’e katkılarından dolayı teşekkür etmek istedim.

Güzel, keyifli ve istifadeli bir okuma olması ümidiyle..

Büyük İslam âlimî Bediüzzaman Said Nursi İngilizlerin siyasetini şu cümlelerle açıklıyor:

İngiliz siyasetinin hassa-i mümeyyizesi (ayırıcı özelliği), fitnekârlık, ihtilâftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâp etmek, yalancılık, tahripkârlık, hariçte menfîliktir. Fenalık ve ahlâk-ı seyyie siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlâk-ı seyyieyi himaye ederek teşcî eder.” Yine Bediüzzaman Hazretleri, bu şeytânî ve menfî siyasetin hareket tarzını ve münafıkane taktiğini Hutuvât-ı Sitte adlı eserinin girişinde şu şekilde belirtiyor: “Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan sûretinde şeytanın vekili olan ruh-i gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan elhannas (şeytan), altı hutuvatıyla (aldatmalarıyla) âlem-i İslâmı ifsat için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiili propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor. Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı cahını (makam, mevki hırsı), kiminin tamahını (kanaatsizliğini, aç gözlülüğünü), kiminin humkunu (ahmaklığını), kiminin dinsizliğini hatta en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.”

M. Kemal’in son TBMM konuşması

Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz. (Alkışlar) Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.

Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk.(Var ol sesleri) Bu olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, «Kuvvet birdir ve o ulusundur» gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım.(Bravo, yaşa sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar) (TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN V. DÖNEM 3. Yasama Yılını Açış Konuşması 1 Kasım 1937- Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3)

M. Kemal, Balıkesir Zağnos Paşa Camii cemaatine şu ifadelerle seslenir (7 Şubat 1923)

“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz  Efendimiz Hazretleri,  Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir.

İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazret-i peygamber’in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz için her şeyden önce hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Bu yazıya bağlı olarak okunması gereken yazılar:

1-RADİKAL BİR SEKÜLERİN İKTİDARLA OYUNU (Bir İngiliz Prangası Kemalizm'e ek)

2-YUSUF KAPLAN'LA MÜLÂKÂT. (Bir İngiliz Prangası Kemalizm'e ek)

Yazar: M. Gökhan Yılmaz
07-11-16
E mail: http://dirilispostasi.com
 
 
Yorumlar: 1
Ali Avni
Ingilizlerin
Tarih : 08-11-16

Ingilizlerin,Sark meselesi uzerine baslattiklari kampanya Gladstone'dan cok oncelere dayanmaktadir. Asagidaki link'te detaylari ile izah edilmistir (Ingilizce) Detaylari cok ilginc bulacaginizdan eminim: https://www.schillerinstitute.org/conf-iclc/1990s/conf_feb94_intr_nbs.html

 
BİR İNGİLİZ PRANGASI: KEMALİZM
Online Kişi: 9
Bu Gün: 26 || Bu Ay: 5.921 || Toplam Ziyaretçi: 2.195.592 || Toplam Tıklanma: 51.877.746