ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / AKTÜALİTE
Okunma Sayısı: 1270
Yazar: Ali Osman Aydın
KONTROLLÜ DARBE(!) KONTROLSÜZ GERÇEKLER

KONTROLLÜ DARBE(!) KONTROLSÜZ GERÇEKLER“Yönetmek, öngörmektir.” (George Orwell)

“Yeniçeri, öz vatanının işgalcisi.” (N. Fazıl Kısakürek)
***

Yan arabadan bağırdı biri, “Duydunuz mu, askerler köprüyü kapatmış!”

An içinde sayısız düşünce, patlayan bir barajdan boşalan sular gibi zihnime doluştu.

Önce şaşkınlıkla radyoyu karıştırdım ne olduğunu anlamak için…

Bu durum, muhtemel bir düşman saldırısı için alınmış önlem gibi görünmüştü bana. Başka bir ihtimal de aklıma gelmemişti. Bürokrasi elinde Fatih Sultan Mehmet’i bile tahttan indiren bir yapının köklü “kalkışma” alışkanlığından 15 yılda vazgeçeceği vehmine kapılmıştık.  Önümüzde uzanan kilometrelerce uzunluktaki trafiğin nedeni belli olmuştu böylece. Gayri ihtiyari,“Galiba ülkemize saldıracaklar.” diye düşündüm. Ama az sonra radyoda geçen anonslar durumun düşünülenden çok farklı olduğunu gösterdi… Asker darbe yapmıştı!..

Araçtan ve trafikten kurtulup insan selini yararak köprüye ulaşmak saatlerimizi almış ve vakit gece yarısını çoktan geçmişti.  Şayet araçla gidilebilseydi ilk hedefimiz, aracı doğrudan asker topluluğunun üzerine sürmek olacaktı. Öfkemiz, gem vurulacak gibi değildi. Ülke olarak atlattığımız bunca badireden sonra hiç kimsenin sırf elinde silah var diye üzerimizde tahakküm kurmasına katlanamazdık. Türkiye muazzam evriminin bu aşamasında tekrar bürokratik oligarşinin hüküm sürdüğü kapalı bir topluma dönüşemezdi. “Zamanda geriye gitmek ancak filmlerde mümkündü.” Benim gibi düşünen binlerce insanla omuz omuza  silahların ateşlendiği yöne, köprünün girişine kadar yanaştık.

Adeta, Edward Zwick imzalı “Son Samuray” filminde, asker mitralyözlerinin karşısındaki samuraylar gibiydik. Tek farkla… Biz kendimizi savunacak silahlardan yoksunduk. Bu savaşı ilginç kılan da buydu zaten. Ete karşı çelik… Müdafaayı ancak, daha çok ölerek yapabilirdik. Bunun için insan kaynağımız yeterliydi.  Çöpçüsü, tezgahtarı,  temizlikçisi, şoförü, garsonuyla büyük ölçüde statüsüz kalabalıklar, heyecan içinde mükemmel bir ölüm için fırsat kolluyorlardı.

İhtilali gören Fransızlar gibi talih, tarihsel bir anı ayaklarımızın ucuna kadar getirmişti. Bu gece, karanlıklar aydınlanmadan, bu ülkedeki iki tarihsel çizgiden biri için kader hükmünü vermiş olacaktı. Bu kim olacaktı? Sultan 3. Selim’i planladığı reformlar için çenesini palayla uçurarak katleden bürokratik iktidar mı, yoksa yüzyıllardır ülke dönüşümünün asıl katalizörü olan tutkulu orta sınıf mı? Hangisi?

Bu, bürokrasi ile halk arasında ilk karşılaşma değildi şüphesiz ama en sıcak ve en yakın olanıydı. İstiklal Mahkemelerinde, Dersim’de, 60’ın dar ağaçlarında, 80’in demir yumruğunda belirginleşen devletin soğuk yüzüne ne kadar da yakındık köprüde. Devleti halktan geri almak isteyen bürokrasinin hain kanadı kalabalıklara çevrilmiş namlularıyla tam karşımızdaydı.

Tanktan ateşlenen ve sonik bir patlamayla geceyi ansızın aydınlatan top mermisi, köprü ahalisini bir anda mezar taşı gibi hareketsiz ve bembeyaz kılmıştı. Ardından helikopterden açılan ateş, kalabalıkları biçilmiş başaklar gibi olduğu yere sermişti. Kan revan içinde yere yığılanlar; motosiklet arkasında ambulanslara taşınanlar; sükunetle bekleyenler; sesli sesli salavat çekenler; ağzında sigarasıyla yerde sürünenler; asasıyla meydan okuyan yaşlılar; tesbihiyle olduğu yere mıhlanmış, dimdik anneler, teyzeler… 15 Haziran 1826’da, Karacehennem İbrahim Ağa toplarını Atmeydanı’ndaki yeniçeri kışlalarına doğru ateşlediğinden beri görülmedik bir mahşer yaşanıyordu köprüde. Evet, Niğbolu, Mohaç, Ridaniye hepsi gerçekti… Çünkü bu akıl almaz direnişi gösterenlerin dedeleri, bütün o büyük işleri başarmış olabilirlerdi..  

O gece sıkılan mermilerden hiçbiri ne ben ne de birlikte olduğum kardeşlerimden birine isabet etti. Mukadderat bizi tercih etmemişti. Ama hava ışıyana dek orada çok kişi gazi, pek çok kişi de şehit oldu. Tek cephe köprü değildi elbette. Memleketin her yanında şehitlerimiz vardı. Muhalefetin ‘kontrol’lü diyerek gölgelemeye çalıştığı darbede, darbeciler tarafından kontrolsüz, barbarca bir şiddet sahnelendi.

Bu tablo, afiş tartışmaları üzerinden “Asker”e selam çakan Özkök ve Hakan’ın anlamayacağı kadar ürperticiydi. Ancak bir işgalde olabilecek şekilde, Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığının sembolü en saygın makamlar bombaların hedefi olmuştu. Fakat netice değişmedi. Cumhurbaşkanının dirayeti, halkın benzersiz cesareti, ihaneti büyük bir zafere dönüştürdü ve ülke büyük bir badire atlattı.

Devletin tüm mekanizmalarına sızarak güç devşirmiş bu şebeke o gece devlet aygıtını  kendi amaçları doğrultusunda kilitlemeyi başardı. Örgütün devlet içinde ne kadar büyük bir gücü kontrol ettiği  ise darbe sonrasındaki süreçte daha açık görüldü. Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi zafiyet yalnızca istihbaratta değildi üstelik. Emniyet güçleri de, en azından belli yerlerde, istenilen ölçüde direnişe katkı sağlayamadı, bu netti ve gözlemle sabitti. Devlet o gece olanca hacmiyle halkın arkasına saklanmıştı.  

15 Temmuz’da şehit olanlara Allah’tan rahmet diliyorum. Bu şehitler, “Bedrin aslanları” gibi en kritik zamanda can feda ederek milli izzetimizi, harimi ismetimizi kurtardılar. O meşum gecenin tekrar etmemesi en büyük duamız. 15 Temmuz kırılması beraberinde şu soruları da getirdi…

Sorulmadan Geçilemeyecek Gerçekler

Bu olaylar çerçevesinde, yıllardır tartışılan din-devlet ilişkilerinin bundan böyle nasıl yürütüleceğiyle ilgili ifrat ve tefrite kaçmayan tutarlı bir anlayış geliştirebildik mi?

Laikliği ilk kez muhafazakarların gündemine taşıyan bu hadise, muhafazakar dünyanın hamasi Osmanlıcılığa dayanan devlet fantezisini dönüştürebilecek mi?

Devlette liyakate dair prensipler tekrar uygulanabilecek mi?

Din eğitimi konusunu, Kemalist baskılara tepki olarak doğan yöntemlerden uzak, kendi doğasına uygun bir biçimde ele almanın zamanı gelmedi mi?

Türkiye’nin  uzun vadede FETÖ’ye karşı kazanacağı zafer hangi yetişmiş insan kaynağıyla gerçekleştirilecek, insan yetiştirme projemiz raflarda kalmaya devam edecek mi?

FETÖ’nün devlet içinde bu kadar kadrolaşmasını sağlayan idari körleşme ortadan kaldırılabilecek mi?

Bazı Ak Partili idarecilerin 15 Temmuz gecesi görünmez adamı oynamaları hesapsız mı kalacak?

Asıl büyük tehdidi oluşturan bu korkak ama nüfuzlu kesim, parti içindeki iktidarlarını sürdürmeye devam edecek mi?

Bu nüfuzlu kesimin algı oluşturmak için 15 Temmuz’u istismar eden uygulamalarına göz yumulmaya devam edilecek mi?

“Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.” ayeti düsturunca, adalet ve hakkaniyet temelinde bütün bu sorulara cevap verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sinekleri öldürmek evet ama bataklığı da kurutmanın zorunluluğuna inanıyorum.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ali Osman Aydın
15-07-17
E mail: yeniakit.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KONTROLLÜ DARBE(!) KONTROLSÜZ GERÇEKLER
Online Kişi: 23
Bu Gün: 347 || Bu Ay: 8.160 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.207 || Toplam Tıklanma: 52.154.470