ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2254
Yazar: Süleyman Seyfi Öğün
AŞIRI BRANŞLAŞMA BÜTÜNÜ GÖZDEN KAYBETTİRİYOR

AŞIRI BRANŞLAŞMA BÜTÜNÜ GÖZDEN KAYBETTİRİYOR Küçük düşünmek...

“Toplumsal” alan , küreselleşme öncesi zamanlarda ekonomik ve siyâsal alanları hem içeren hem de onlardan farkılılaşabilen bir alan olarak algılanıyordu. Yâni  zannediyorduk ki; bir ekonomist olarak toplumsala bakmak mümkündü. Bu, toplumsalın ekonomik değişkenler üzerinden “okunması” manâsına gelirdi. Benzer bir şekilde; toplumsalı, “siyâsal” değişkenler üzerinden okumak da bir siyâsal bilimcinin işiydi. Toplumsalın bir de “kültürel” tarafları vardı. Bu da kültür bilimcilerin işiydi.  Toplumsalı ,en genel ve saf  manâda “toplumsal” olarak okumak da sosyologların işiydi. Onlar, belki de siyâset, ekonomi ve kültür sosyologlarının çalışmalarının ileri bir sentezini yapan veyâ  bu tarz çalışmalara  ilhâm kaynağı olan genellemeler, soyutlamalar, perspektifler  üreten  bir üst-teorik dünyânın temsilcileriydi.

Küreselleşmenin az sayıdaki hayırlı taraflarından birisi de, toplumsalın teorik makaslarla istenildiği gibi kesilip biçilebilemeyeceğini;  tasarımının ve daha genel olarak mühendisliğinin yapılamayacağını bize öğretmesi oldu. Bir defâ şunu anladık ki, toplumsal alanlar arasında bizim zannettiğimiz gibi aşılmaz, sızdırmaz sınırlar yoktur. Bir ekonomistin siyâsetten anlamamak; bir siyâsal bilimcinin de ekonomiden anlamamak gibi bir lüksü olamaz. Kültürbilim çalışan birisinin de ekonomi veyâ siyâset bilmeme gibi bir özürü olamaz. Ya   zoru seçip; mevcutlardan da daha “bütünlüklü” (holistik) bir bakış geliştirecek veyâ işin kolayına kaçacak ve  mevcutlardan  daha “parçalı” (fragmante) bakışlar üretecektik. 1990’lı senelerin başlangıcındaki tablo buydu.

Pekiyi , bu epistemolojik tartışmalardan ne çıktı? Bir kere zor olanda ısrar edenler ve bu yolda çalışanlar çıktı. Meselâ I.Wallerstein ve arkadaşlarının temsil ettiği “Sistemci Okul” bunlardan birisidir. Onların modelinde ekonomi, siyâset  başta olmak üzere çok sayıda “toplumsal” yapı birlikte ele alınır ve geniş bir “târihsel” düzlemde eşlendirilir. Bu okulun çalışmalarını makbûl bulmayabilir ve eleştirebilirsiniz. Meselâ A. G. Frank ve arkadaşlarının temsil ettiği ve “Sistemci Okulu” eleştiren “Bağımlılık Okulu” buna örnektir.  Ama , üretilen çalışmaların çapını küçümsemeye kimsenin gücü yetmez.

Gârip olan husus bu tarz yeni makro teorilerin akademik yapılardaki karşılığı son derecede sınırlı oldu. Meselâ ne tuhaftır ki, son senelerin “gözde” akademik departmanı olan Uluslararası İlişkiler’deki müfredatlarda, Wallerstein, Samir Amin, A.G. Frank, Kojin Karatani, Perry Anderson gibi adamlar hemen hemen yok sayıldı. Bu bölümlerin kaç tânesinde mâhut Siyâsal Târih derslerinde Eric Hobsbawn okutulur acaba? Bunlar yerine “strateji-taktik” gibi görece hayli ucuz kavramlarla düşünen basitlemeci yaklaşımlar hâkim oldu.

Şurasını kabûl ediyoruz ki, dünyâ küreselleştiği evrede daha maddî bir dünyâ hâline geldi. Fâillerden çok fiiller, şahıslardan çok sistemler  baskın oldu. Bunun yarattığı  en ağır tahribât ahlâkîdir. Fiillerin her zaman olduğundan daha fazla can acıttığı , ama fâillerin silindiği ve sorumlu tutulamadığı bir dünyânın anlaşılması, en başta fiillerin yapısal karşılıklarının doğru anlaşılmasını gerektiriyordu. Bana öyle geliyor ki; bütünlüklü bakışlar gerektiren bu zahmetli işin hakkı verilmediği için  her şeyi kültürelleştiren bir sanallığa savrulduk. Bu sanallaşmanın ilk evreleri, kabûl ediyoruz ki “şenlikli”; ama şu aralar idrâk ettiğimiz ileri evreleri ise “kanlı” geçiyor.  Daha tahammülsüz ve saldırgan bir kültürel iklim de bu sanallaşmanın getirdiği taşkınlıklara işâret ediyor. Yapılar ve sistemler bastırıyor; bizler ise birbirimizin boğazını biraz daha sıkıyoruz. Bütünlükleri kurmakta ne kadar zorlanıyorsak; o kadar ayrışıyor ve saldırganlaşıyoruz. Gâliba yaşadıklarımız şu kadarını öğretti bize: Küçük önce güzel;  daha sonra zehirleyicidir.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Süleyman Seyfi Öğün
31-07-17
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
AŞIRI BRANŞLAŞMA BÜTÜNÜ GÖZDEN KAYBETTİRİYOR
Online Kişi: 15
Bu Gün: 276 || Bu Ay: 4.830 || Toplam Ziyaretçi: 2.212.756 || Toplam Tıklanma: 52.082.844