ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 1321
Yazar: Furkan Çalışkan
YALAN SÖYLÜYORSUN

YALAN SÖYLÜYORSUNHepimiz az ya da çok yalancıyız, kimse inkâr etmesin. İnsan, doğası gereği bazı gerçekleri saklamaya, bazılarını da değiştirmeye çalışmaya meyyaldir. Çoğu yalanın ardında iyi niyet vardır; işleri ancak bu şekilde yoluna koyacağımızı düşünür, gerçeğin açığa çıkmasının felaket doğuracağına inandırırız kendimizi. Bazen haklıyızdır da bunda; çünkü yalan her zaman kendi irademizle ortaya çıkmaz, etrafımızda hatta en yakınımızda bizi ona mecbur kılacak insanlar bulunabilir. Böyle durumlarda yalan, “ortak” bir çalışmanın ürünü olarak iyileştirici bir etki bile gösterebilir.

Ahlaki kurallar her ne kadar yalanı toplumsal bir olgu kabul ederek bazı yaptırımlar belirlese de gerçekçi bir bakış açısı takındığımızda meselenin “bireysel” de olduğunu ve en çok kendimize yalan söylediğimizi görürüz. Yalan ve gerçek aynı anda ortada olduğu için normalde paradoks oluşturması gereken bu durumun insanın en büyük alışkanlıklarından biri haline gelmesi gerçek bir mucize benim için. Hepimiz, kendimizi bir başkasının asla erişemeyeceği bir netlikle tanırız, buna şüphe yok. Yine de o netliği bilerek bozmaktan geri durmayız. Elbette sosyal medya bağımlısı olmamışızdır, öylesine vakit öldürüyoruzdur. Annemizi aramayı bu kadar geciktirmemizin hayırsızlıkla ne alakası var, işlerimiz çok yoğundur. Kim demiş içimizde dizginlenmesi gereken daimi bir öfke olduğunu, başkalarının öküzlüklerine artık katlanamamaktır o. Sevgimizi ifade etmediğimiz saçmalığı da nereden çıkıyor, seviyoruz ki takılıyoruzdur. O özürleri bir gün dileyeceğizdir. O namazları bir gün kılacağızdır. O işi bir ara halledeceğizdir.

Her şeye karşın, kendimize söylediğimiz yalanın ömrü genellikle kısadır. Sürdürülemez oluşundan değil, yine kendimize karşı bir cephe açıp, ergence bir öfkeyle “öyleyse öyle ulan, sana mı hesap vereceğim” tavrını daha çok sevişimizden. Böylece “itiraf etmenin” derin hazzını da yaşarız ki koskoca batı edebiyatı bu basit gerçeğin üzerinde yükselmiştir. Böylece yalan tekrar asıl muhatabına, yani dışımızdakilere yönelir.

“Yalan ne kadar büyük olursa inananı o kadar çok olur” derler. Yalan mı? Pek değil. İnandırıcılığı asla uzun ömürlü olmaz, orası kesin. Ama ister müjde versin ister kara haber getirsin, büyük yalanlar hep çok satarlar. Bunu ilk kez askerde tecrübe etmiştim. Hâlâ yapılıyor mu bilmiyorum ama o dönem askerlik 18 aydı ve sık sık “15 aya düşeceği” şakası yapılır, “şafağı karanlık” olan acemi erlerin hayalleriyle oynanırdı. Fakat her defasında bu şaka bir şâyiaya dönüşür, onu çıkaranlar bile “yalanın yalan oluşundan” kuvvetle şüphe duyardı. Görkemli etkisine karşın çok çabuk sönen büyük yalanların aksine, gündelik yalanlar kolay kolay kendilerini belli etmez ve uzun süreler yaşayabilir. “Gelirken markete uğrayamadım çünkü yolun diğer ucundan gelen hattaki otobüse binmiştim.” Öğrenilmesini istemediğiniz önemli bir telefon konuşması uzayınca markete uğramayı unuttuğunuzu neden söyleyesiniz ki? Nasılsa hiç kimse bu kadar sıradan bir şey için yalana başvuracağınızı düşünmez. Öte yandan, gündelik yalanın ömrünün hafızayla da doğrudan ve güçlü bir ilişkisi var. Önemli yahut önemsiz, her bir yalan için hafızamızda ayrı bir dosya açmazsak, doğruların dosyasını sıkı tutan bir zihinle çarpışmamızda tuzla buz olmaktan kaçamayız ki genellikle kaçamıyoruz da zaten.

Ahlaki tarafı bir yana, anlaşılır bir sebebe bağlı olduğu müddetçe yalan söylenmesine çok da kafayı takmıyorum. Çünkü yalanın bir gerekçesi de karşımızdakinden çekinmemiz, utanmamız, onu kırmak istemeyişimizdir. Yakalamak için çaba sarf etmediğim halde bir şekilde önüme düşen yalanları sahiplerinin yüzüne vurmayışımın yegâne sebebi bu. Hem vursanız ne olacak, yalanı açığa çıkan kişideki ilk duygu utanma değil öfkedir; hem beceriksizliğinden dolayı kendine, hem kendisini o yalana mecbur bıraktığına inandığı için karşısındakine duyulan bir öfke. Beni kızdıran, hatta kalbimi kıran yegâne yalanlar, belki de türün en zararsızı olan “nedensiz” yalanlar. Ne kendini ne karşındakini kandırmayı amaçlayan, doğruyu söylemenin hiçbir olumsuz etki yaratmayacağı anlarda söylenen beş para etmez, tiksindirici yalanlar. Romanı okumayan birinin, “Kazancakis’in Zorba’sını okumuş muydun” sorusuna “Evet” cevabı vermesi mesela. Hayır desen karşımda fareye mi dönüşeceksin ki yalana tevessül ediyorsun? Böyle anlarda, muhatabımla olan ilişkimin seviyesine göre öyle kırılıyor ya da öyle öfkeleniyorum ki “Bu yalanı neden söyledi” sorusu uzun zaman aklımdan çıkmıyor.

Tüm bunlardan başka, bir de “söylenmesi gerektiği halde söylenmeyen yalanlar” var. Tıpkı kendi kendimize söylediklerimiz gibi, yalan olduğunu iki taraf da bilmesine rağmen sağlayacağı faydadan dolayı ihtiyaç duyduğumuz, fakat bir tarafın gereksiz dürüstlüğü ya da acımasız gerçekçiliği yüzünden asla doğmayan o “güzel” yalanlar. İnsan, kendisini acı çekmekten koruyacaksa, dipsiz bir mutsuzluğun kollarına düşmekten kurtaracaksa pekâlâ bir yalana da dört elle sarılabilir. Bunun için kim kimi suçlayabilir ki?

Hadi işi biraz romantikleştirelim: “Tamam, sevgili yazar, dinden diyanetten bahsetmeden geçiştirdin koskoca meseleyi, ama hiç değilse şuna cevap ver: İnsan sevdiğine yalan söyler mi hiç?” Sevgili okur, madem buraya kadar yazdıklarımdan bir şey anlamadın, o halde kısa keseyim: İnsan en çok sevdiğine yalan söyler.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Furkan Çalışkan
11-01-18
E mail: gercekhayat.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YALAN SÖYLÜYORSUN
Online Kişi: 21
Bu Gün: 78 || Bu Ay: 6.068 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.951 || Toplam Tıklanma: 52.115.526