ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TASAVVUF / TASAVVUFA DÂİR
Okunma Sayısı: 1537
Yazar: Ömer Lekesiz
TECELLÎDE TELVİN VE SANAT

TECELLÎDE TELVİN VE SANATHatırlatalım, Arapça clw kökünden gelen tecellînin, belirme, görünme, zuhur etme, açığa çıkma, açıklanma, aydınlanma anlamında bir kelime; ıstılahen, sâlikin kalbinde gayb alemine ait nurun belirmesi, ilâhî feyzin müminin kalbinde zuhur etmesi mânâsında olduğunu söylemiştik.

Arapça lwn (levn: renk) kökünden gelen renk verme, renklendirme, boyama, boyanma anlamındaki telvîn ise; ıstılahen, bir halden bir hale, bir makamdan bir makama geçme durumda olma demek.(Misalli Sözlük)

Kur’an’da, Fatır Suresi’nin 27. Ayeti'nde zikrettiğimiz telvîn / renklendirme anlamında; “Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin / lisanlarınızın ve ten renklerinizin farklı olması da O’nun sınırsız kudretinin göstergelerindendir. Şüphesiz bunlarda hak ve hakikati idrak eden kimseler için dersler ve ibretler vardır” mealindeki Rum Suresi’nin 22. Ayeti'nde ise cinsleştirme / türleştirme / sınıflaştırma anlamında kullanılmaktadır Isafahanî, Kâmûsu’l- Muhît ve Vankulu da kelimenin bu ikinci anlamını daha çok öne çıkarırlar.

Kâşânî (Tasavvuf Sözlüğü, çev.: Ekrem Demirli, İz Yayınları, İstanbul 2004), et-telvîn’i “Kulun hallerindeki değişiklik” olarak açıklarken, onun tecellî ile ilişkisini telvînü’t-tecellîyyi’z-zâhirî (zâhirî tecellîlerin telvîni), telvînü’t-tecellîyi’l-bâtınî (bâtınî tecellilerin telvîni), telvînü’t-tecellîyi’l-cem’i (birleştirici tecellilerin telvîni) terimleriyle birlikte, yine aynı üçlemeye tabi olarak et-temkîn üzerinden kurar.

Tasavvufun her şubesi, telvîne hâl / makam olarak aynı derecede bir önem vermese de, İbn Arabî’nin “Telvin kulun hâllerinde yer değiştirmesidir. Bu hâl çoğunluğa göre eksik bir makam iken bize göre makamların en yetkinidir. Çünkü o, insan için amaca benzeme yeridir. Bunun nedeni ise hücumlardır.” (Fütûhât-ı  Mekkiyye, cilt 7, çev: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul 2008) şeklindeki açıklamasıyla (İbn Arabî’de terim olarak yer almasa da, Sadreddin Konevî ve Davud el-Kayserî tarafından onun adıyla sistemleştirilen) Vahdet-i Vücûd doktrini üzerinden geniş bir kullanım alanı bulmuştur.

Tecellî (ilâhî feyzin açığa çıkması) hayatın tümünü (her yeri ve her an’ı) kapsadığı halde, Wölfflin’in kelimeleriyle “hayat, kendi sahnelerini insanın her şeyi görebileceği ve olup bitenlerin içeriğinin gruplaşmayı sağlayacağı şekilde düzenlemez.” (Sanat tarihinin Temel Kavramları, çev.: Ahmet Cemal, Hayalperest Yayınları, İstanbul 2015). Bu nedenle telvîn, şeylerin (mümkün olabildiğince)  görülebileceği ve sınıflandırılılabileceği ilk düzey olarak tecellîye (ve bilahare temkine) bitişir.

Dolayısıyla, tecellî ve telvîn merkezli tüm mesele görünürlüğe çıkma ve görülme fiilinde toplanmaktadır.

Görünürlüğe çıkan (tecellî eden) kendini tamamen görüşe vermez çünkü, görüşün nesnesi olan görme (göz) yapısal olarak eksiltilmiş bir görmedir.

Bunu retinal görme üzerinden izah edecek olursak:

Görme, ancak arzuladığımız şeyi görme isteğimize de tam bağlı olarak, bir şeyin bize görünüşünü görmekten ibarettir; şey, o an’da bize kendi görünürlüğünü (ışık ve gölge etkisi altında) nasıl verebiliyorsa, biz de onu hem an’lık dış etkilerine hem de görmemizi koşullandıran iç etkilerimize (hâlet-i rûhiyemize) tabi olan o görünüşüyle görüyoruz demektir.

Bu nedenle görünürlüğe çıkan şey, görünürlüğündeki değişmeye mahsus bir giysiyle (ışık, renk, gölge örtüsüyle) karşımıza çıktığı gibi, bizim görüşümüz de ancak ona nispet edebildiğimiz bir yüz(ey)le (sûretlendirmeyle, imgeleştirmeyle) mukayyettir.

Bu manada telvîn, bir cisim değildir, cisme bitişik olan şeydir; cismi sınıflandırarak tanımamızın illetidir; şeye bir yüz vermemizin, dolayısıyla bir hüviyet kazandırmamızın aracıdır. Ancak bu da yine eksiltileni, eksiltildiği tamlıkta görmektir; iç’e (cevhere, mahiyete) nazar etmek değildir, göz ile dış’a olası dokunuşlardan bir dokunuşla dokunmaktır; çünkü tek bir görüş / görünüş yoktur, görüşler / görünüşler vardır.

Tecellîde telvîn’in sanata dönük yönünü, görünürlük düzeylerinden, görmeyi bilmenin ve bir görme terbiyesinin içinden izlememiz gerekir.

İlâhî feyz olarak tecellinin sanatçının gözünde ve kalbinde (dış ve içgörüsünde) telvîne (sınıflandırmaya) uğraması bakımından, aynı zamanda görme terbiyesi edinmenin en emin yollarından biri olarak İslam metafiziğini (tasavvufu) yedeğimize almak zorundayız.

İlgili sonuçları ihtiva eden yazımızı da haftaya yazalım inşallah.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
04-02-18
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TECELLÎDE TELVİN VE SANAT
Online Kişi: 6
Bu Gün: 305 || Bu Ay: 8.119 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.140 || Toplam Tıklanma: 52.154.128