ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TÂRİH / DÜNDEN BUGÜNE
Okunma Sayısı: 1468
Yazar: Zekeriya Kurşun
HALÎFELİK KALDIRILDI MI?

HALÎFELİK KALDIRILDI MI?Neredeyse bir asırdır Hilafet hakkında konuşuyoruz. Sadece biz değil, 3 Mart 1924’ten itibaren, İslam dünyasının geri kalanı ve esasında bütün dünya konuşuyor. Kimi Hilafetin lüzumu, tarihçesi, kimi ilgasının gerekçeleri veya yeniden ihyasını konuşuyor. 94 yıl boyunca konuşulanlarda ve yazılanlarda ortak bir fikre ulaşılamamış ama konunun konuşulması gerektiğinde de hemfikir kalınmıştır.

HİLAFETİ ANLAMAK

Hz. Peygamber'den sonra Müslümanların idarî geleneğine girmiş olan bu kavram neden diğer dini konularda olduğu gibi sabit bir tanıma kavuşmamış ve daima tartışmaya açık olmuştur? İslam’da bir şeyin meşruiyeti veya hukuki olması dört kaynağa dayandırılır. Kur’an, Sünnet, alimlerin bir fikir etrafında birleşmesi olan İcma ve bir hukuk usulü olan Kıyas. Ayrıca bu dört kaynak ile çelişmemesi şartıyla, Müslüman toplumun kabul ettiği, hoş gördüğü, teamül haline gelmiş örfi kurallar da reddedilmemekte ve meşruiyet kaynağı kabul edilmektedir.

Peki Hilafet bunun neresinde durmaktadır?

Mesele o kadar kolay değildir. Nitekim bugüne kadar 94 yıl önce kaldırılan ve gerekçesi hala zihinlerde oluşmayan -travma- boyutu tartışılagelmiştir. Oysa kaldırılırken bile kısmen de olsa tartışılan ‘mahiyeti’ unutulmuştur. Bu yüzden İslam tarihinin en eski kavramı asıl manasından uzaklaşmış ve el Kaide, DAEŞ veya Boko Haram gibi söylemini İslam’a dayandırıp, İslam dışı eylemleri ile şöhret bulmuş grupların dilinde pelesenk olmuştur. Oysa Hilafet meselesinin bunlardan bağımsız olarak; kavramsal, tarihsel, hukukî ve siyasî boyutları ile İslam topluluklarındaki algısının yeniden tartışılmasının önemi büyüktür.

Erken İslam tarihinden itibaren ilk mezhep ayrılıkları da bu konudan çıkmıştır. Hz. Ali taraftarları meselenin tamamen dini bir husus olduğu ve kaynağını Kur’an ve Sünnetten aldığı iddiasıyla Halifelik hakkının Hz. Ali’de olduğunu iddia etmişlerdir. Daha sonra İmamiye Şiası olarak bilinen bu anlayış, Hz. Ali’nin Halifelik/İmamlık (Emirü’l-Mü’minîn) olma hakkını iman esasları arasına yerleştirecektir. Onları ümmetin “ötekisi” olmaya iten bu iddia bir dizi ayrılıkların ve bugüne gelen çatışmaların da kaynağı olacaktır. Ama madalyonun öteki yüzüne bakıldığında bu iddianın karşısında yer alan ve çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar da Halifelik meselesini siyasî bir mesele olarak niteleyerek bu kavramı Kur’an ve Sünnete dayandırmayı ihmal etmemişlerdir.

‘Halife’ kelimesi ve türevleri Kur’an’da kavramsal anlamının dışında birkaç kere geçmekle birlikte bu konuda temel referans olarak alınmamıştır. Daha ziyade bir devlet modeli önermese de “adalet”i merkeze oturtan sosyal bir düzeni doğrudan emreden ayetlerin varlığının ve Kur’an’ın bizzat bütüncül yaklaşımının, genel olarak toplumsal düzene ve devlete, dolayısıyla devletin başındakine yani ‘Halife’ye işaret ettiğine hükmedilmiştir. İslam dünyasında çoğunluğun görüşünü temsil eden bu anlayış, meseleyi “lüzumlu/vacip” fakat “inanç meselesi” dışında tarihsellik bağlamında ele almaktadır.

İslam Tarihi boyunca, azınlık istisna edilirse, ilk dört Halife hem kavramsal ve hem de tarihsel bağlamda kabul görmüştür. Onlara Kur’an’da başka bağlamda zikredilen “Raşid” (olgun, doğru yolda olan; kavramsal bir yaklaşımla, yetkin, yetkili) ismi verilerek, meşruiyetleri tartışmasız kılınmıştır. Buna karşılık zaman içinde Müslümanların algısı bu kavramı “adalet” ile özdeşleştirmiştir. Bu yüzden bazı devlet başkanları için kullanılırken, bazıları için de kullanılmamıştır.

Burada ilk dört halifeden sonraki tartışmalara -Hilafetin saltanata dönüşmesi veya kime ait olması gerektiği (Kureyşiliği), vasıfları, sayısı gibi- girmiyorum. Zaten İslam tarihi boyunca bu konuda pek çok tartışma yapılmış, kitap ve risaleler kaleme alınmıştır.

HİLAFET VE OSMANLILAR

Bunlardan bağımsız olarak, Hilafetin Osmanoğulları’na intikali meselesi başlı başına Müslümanların kabul ve algısının ve siyasî boyutunun anlaşılması bakımından çok anlamlıdır. 1517 yılından itibaren Osmanlı Sultanlarının aynı zamanda Halife kabul edilmeleri hilafetin ‘güç ve siyaset’ ilişkisini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Kaynaklarda Yavuz Sultan Selim’in Suriye-Mısır seferine çıktığında veya sefer sırasında ya da sonrasında Halifeliği üstlenme, devralma gibi bir niyetinin olduğunu gösteren bir kelime bile yoktur. Ancak İslam dünyasının dağınıklığı, özellikle dış dünyadan aldığı tehdit ve Haremeyn’in muhafazası gibi temel argümanları vardır. Bu yaklaşımın, aynı zamanda Müslümanların nazarında Halifenin vasıflarını da belirleyen siyasî bir yaklaşımı işaret ettiğinden kuşku yoktur.

Nitekim dağınık olan İslam dünyasını bir araya getiren, dış tehditleri ortadan kaldıran ve Müslümanların siyasi/dünyevî işlerini düzenlemekte referans olarak kabul edilen güçlü devletin, yani Osmanlıların aynı zamanda Hilafeti de temsil ettiğinde ittifak oluşmuştur. Böyle bir devletin başındaki kişi de Halife olarak benimsenmiştir.

HİLAFETİN İLGASI

Can alıcı soru burada yatmaktadır: Müslümanların bu ittifakı şahıslara mı yoksa şahısların temsil ettiği güce mi olmuştur? Birincisinin olması muhaldir. Zira daha erken devirden itibaren “İmamiye”nin bu tavrı zaten reddedilmiştir. Tabii olarak mesele ‘güç’te ve ‘Müslümanların himayesinde’ düğümlenmektedir.

Pekala 3 Mart 1924 ilgasını nasıl yorumlamak gerekecektir. Fiilen hilafet mi ilga edilmiş, yoksa hilafetin vasıflarını haiz olunmaması mı ilan edilmiştir? Burada “seküler devlet yapısına doğru gitme arzusu” ve fiilen Halifeliğin ilgasından sonra bunun hayata geçirilmesi meseleyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Üstüne ilgası için 3 Mart’ta çıkarılan ve 6 Mart’ta yürürlüğe giren kanun metnindeki ifadeler ise bambaşka bir görüntü vermektedir: “Halife hal’edilmiştir. Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır”.

Dönemin dil ve anlatımı bakımından uzun bir yazıyı gerektirse de bu maddede açıkça sözü edilenin “Halifelik” değil, Halifenin kendisinin, yani Abdülmecid ve onun makamı olduğundan hiç kuşku yoktur. Bu bir çelişki değilse, inkılapçıların algısının tarihsellikten kopuk olmadığını göstermektedir.

Peki halifelik ilga edildi mi?

Öneri: Bu konuda zihinsel bir deneyim yaşamak istiyorsanız, Salman Sayyid’in Hilafeti Hatırlamak (Vadi Yayınları, 2017) kitabını öneriyorum.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Zekeriya Kurşun
06-03-18
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
HALÎFELİK KALDIRILDI MI?
Online Kişi: 11
Bu Gün: 20 || Bu Ay: 5.915 || Toplam Ziyaretçi: 2.195.581 || Toplam Tıklanma: 51.877.517