ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 1555
Yazar: Ahmet Ar
Şükürler olsun, dil devrimi felâketini en yüksek seviyede tartışmaya başladık!

Şükürler olsun, dil devrimi felâketini en yüksek seviyede tartışmaya başladık!

Cumhurbaşkanımız yolunu gözlediğim bir tartışmayı başlattı: Dil devrimi fâciası… Allah kendisinden râzı olsun.

Şöyle diyor cumhurbaşkanımız:

- Dil devrimi adı altında Türkçemiz, tatsız, tuzsuz, ruhsuz kelimelerin tasallutu altına sokularak kadim medeniyet ile arasındaki bağ kopartılmaya çalışılmıştır. Bizim aslında damarlarımız kesilmiştir. Bir milletin siz dil noktasında bu damarı kestiğiniz anda dedesi ile arasındaki bağı kesmiş oluyorsunuz.

- Bu cinnet dönemini geride bıraktığımıza inanıyorum. Kadim Türkçe'nin önemli bir zenginliği olarak gördüğümüz Osmanlı Türkçesi'nin okullarda öğretilmesini önemli bir adım olarak görüyorum.

-Kültürlere ve medeniyetlere saldırılar önce dilden başlıyor. Dilini aldığı anda o milleti çökertiyor. Biz işte böyle bir suikasta maruz kalmış bir milletiz. Bu saldırı dilimizle birlikte onun mütemmim cüzü olan şahsiyetimizi de hedef almıştır. Diğer dillerin kurallarına ihtiyacımız yoktur. Dilimizin tek ihtiyacı onun kıymetini bilecek insanlar ve kurumlardır.(…)

Meselenin tam tamına farkında olduğunu gösteriyor bu sözler.

Cumhurbaşkanımızın dil mevzûundaki ilk çıkışı bu değil aslında. Zaman zaman dil devriminin dilimizi nasıl bir kısırlaştırmaya, sathîleştirmeye uğrattığına dâir konuşmaları oldu. Meselâ bir toplantıda da Cemil Meriç’ten şu satırları okumuştu:

“Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asâletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci… Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.” (Cemil Meriç, Bu Ülke)

Fakat bu çıkışlar istikâmetinde iş yapması gereken müesseseler Kültür Bakanlığı, Türk Dil Kurumu ve Millî Eğitim Bakanlığı sanki mes’ul kendileri değilmiş gibi davranmayı tercih etti.

Fakîr, bu mevzûda bir hayli canhıraş yazılar yazdım. Heyhat! Bir yaprak dahi kımıldatabilmiş değiliz.

Yüzde yüz iştirak ettiğimiz bu mühim çıkışında Cumhurbaşkanımıza hatırlatmak istediğimiz bir husus var: Türkçenin başındaki asıl belâ yabancı kelimeler değil uydurma kelimelerdir.

Dil devrimi, bin yıllık kelimelerimizi “yabancı kelimeye karşıyız” gerekçesiyle çöpe attı. Dil devrimine "Yabancı kelimeye karşıyız" gerekçesiyle karşı çıkarsanız boşluğa yumruk atmış olursunuz. Hatta işgüzar birileri ortaya çıkıp müştekî olduğumuz ecnebi kelimelere hiç dokunmadan dilimizde kalmış son Osmanlı hâtıralarını da bu gerekçeyle tasfiyeye girişebilir, Allah korusun. Olur mu olur…

Dil devrimine ancak "UYDURMA KELİMEYE KARŞIYIZ" gerekçesiyle karşı çıkılabilir. BİN YILLIK KELİMELERİMİZİN YERİNE KİMSENİN ANLAMADIĞI KELİME UYDURMAYA KARŞIYIZ.

"Argo, kanundan kaçanların dili. Uydurma dil, târihten kaçanların... Argo, korkunun ördüğü duvar; uydurma dil şuursuzluğun... Biri, günahları gizleyen peçe; öteki, irfânı boğan kement… Argo, yaralı bir vicdânın sesi; uydurma dil, hâfızasını kaybeden bir neslin... Argo, her ülkenin; uydurma dil, ülkesizlerin..." (Cemil Meriç, Bu Ülke)

Dil devrimi, bilhassa Arapça-Farsça kökenli kelime varlığımızı yok ederek bizi ortak İslâm medeniyeti dünyâmızdan koparmak istedi. Dilde devamlılığı baltaladı. Şu anda yeni nesillerin şaşkınlığının en büyük sebebi budur.

Mesele bizim için hep aktüel olduğundan daha evvel yazdığımız bir yazının bir kısmını alarak fikirlerimizi ortaya koyalım. Yazının sonunda bu büyük felâketten nasıl kurtulacağımıza dâir bir teklifimiz vardır:

Dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimeleri tasfiye hareketi yeni nesilleri yukarıda sözünü ettiğimiz acıklı hâle getirmiş, bir cehâlet çölüne bırakıvermiştir. Bu tasfiyecilik hareketinin de gâyesi, Müslüman milletimizin dilini sekülerleştirmekti. Yani bin yılda ancak teşekkül etmiş "din dilimiz"den koparmak… Bu, her sâhada gerçekleştirilmek istenen sekülerleştirmenin dile akseden yönüydü. Ve bu çok iyi plânlanmış bir sinsilikti; çünkü dil, şuur altı ile direkt alâkalı bir varlıktı ve dilin sekülerleştirilmesi diğer bütün alanlardaki sekülerleştirmeyi çok çok kolaylaştıracak, hatta tek başına temin edecek bir faaliyetti. Dinimize yapılan ile dilimize yapılan arasında gaye bakımından kıl kadar fark yoktu.

Sonraki yıllarda ve günümüzde tasfiyeciliğin en büyük müdafileri CHP zihniyetliler ve solcu-komünistler oldu. Dinsiz bir ideolojileri olduğu için yaptıkları tutarlıydı; hedefleri açısından doğru saf tuttular. Fakat bu hususta tutarsızlıkları şuydu: Aslen beynelmilelci oldukları halde dilde ırkçılık yapmak... Hareket, "Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak" gibi bir hedef göstererek başlatılmıştı. Tabii bu, kocaman bir yalandı. Maksat birilerine hoş gelecek retorikler kullanarak asıl gâyeyi saklamaktı. “Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak”ta samimi olsalardı Batı dillerinden gelen kelimeleri de tasfiye etmeleri îcâp ederdi; ama bunu yapmadıkları gibi o kelimelere şapka çıkardılar. (Bakınız: C. Yakup Şimşek’in tyb.org.tr’deki yazıları) Asıl hedefin Arapça/Farsça kelimelerin şahsında, onların varlıklarıyla hep hatırlattıkları mâzîmiz, yani İslâm olduğunu anlamak için çok zekî olmak gerekmez. 

Peki müslüman entelektüeller doğru saf tutabildiler mi? Ne gezer! Onlar zâlimlerinin yanında saf tuttular maalesef.

Bu fecaatle en büyük mücadeleyi -ilginçtir- milliyetçiler verdi. Belki yaptıklarının ne kadar doğru olduğunun da şuurunda olmadan... (Şu anda onlar da bırakmış hâldeler) Oysa bu dâvâ müslümanların ve -sözümona İslâmcıların- omuzları üstünde olmak gerekmez miydi?

Solcularla mücadele nispeten kolaydı. Çünkü onların gayelerini deşifre etmek daha zahmetsiz ve sade bir işti. Ama "din dilimiz"e asıl darbe İslâmcılardan geldi. İslâmcı yazarlar gerek ırkçılığa karşı çıkıyoruz tafrasıyla (sağlam bir Türkçe tutuculuğu ırkçılık olarak anlaşılabilirdi çünkü), gerekse zamanın diliyle konuşmak safsatasıyla ve gerekse de solcuların kelime hazinesiyle konuşarak sözlerini değerli kılmak kompleksiyle  o uydurma seküler dili rahatça ve tepe tepe kullandılar. (Çünkü entelektüellik solcuların tekelindeydi ve onların tasdîkini almadan entelektüel olmak mümkün değildi. Kendilerini akredite ettirebilmek için mezkûr kelime hazinesini "dilleri" yaptılar) Tam Bâkî'nin dediği gibi:

Bâtıl hemîşe bâtıl-ı bî-hûdedir, ve lî
Müşkil budur ki sûret-i haktan zuhûr ede

İşte o zaman yeni Müslüman nesillerde tespihin ipi koptu. Okudukları İslâmcı ağabeylerin (Burada isim verip kimsenin canını sıkmayalım) mâzîden, yani İslâm’dan boşanmış dili ister istemez şuur altlarına yerleşti. İşte şimdi Elmalılı Tefsiri'nin, Ömer Nasuhi Bilmen İlmihali'nin bilmem kaçıncı kere sâdeleştirilmesinin ve buna rağmen yeni nesillerce hâlâ anlaşılamamasının en mühim sebebi budur. Oysa yapmamız gereken bir haltercinin hedefine, ağırlığı kilo kilo artırarak yürümesi gibi yeni nesillere kocaman bir mâzînin mîrâsı olan o güzelim “din dili”ni adım adım öğretmekti. Öyle ki liseyi bitirmiş bir gencimiz rahatlıkla Elmalılı Tefsiri’ni anlayabilmeliydi. Heyhat! Şimdi ilâhiyat mezunları bile anlamıyor.

Sâdeleştirmek! Tembelliğimizin kılıfı… “Çıkamadım, ineyim bari” zavallılığı…

Her kitap için geçerli: Sadeleştirme, kitabı katletmektir. Yazar için de okuyucu için de cinâyet ve ihânettir. Bizi yükseklere uçuracak kitabı kendi çukurumuza çekmek…

Cehâletin hâkimiyeti karşısında mağlûbiyetin mahcup kaçamağı… Teslim bayrağı… Harp meydanından firar… Pabuç yalama… Vazife kaçkınlığı… Palan sıyırma…

İstikbâl mutlaka bir gün yakamızdan tutup silkelemeyecek, hesap sormayacak mıdır? “Bu pırlanta nesli nasıl mahvettiniz?”

İslâmcı yazarlar lâfa geldiğinde bu tasfiyeciliği tenkid ederler; ama iş tatbike geldiğinde hemen o seküler dile dönerler. Belki de bilmediklerinden... Şaşırtıcı bir husus da şu: Bu İslâmcı ağabeylerin yazılarında solcuları bile hayrete düşürecek uydurma kelimelerle bir arada günümüz nesillerinin anlamakta çok zorlanacağı Arapça kelimeler de kullanılır. Bu garip hâli neye bağlasak acaba?

İslâmcı entelektüel ağabeyler şu garâbeti çok düşünmeliler ve doğru cevaplar bulmalıdırlar: Seküler bir kelime dağarcığı ile İslâmî ilimler nasıl konuşulacak, insanlar arasında nasıl tedâvüle sokulacak?...

Teşhis tamamsa tedaviye başlayabiliriz. Teklifim, Necmettin Türinay Hoca’nın teklifidir: Gençliğe Mehmed Âkif’in Safahat’ının kelime hazînesini kademe kademe ezberletelim. Ortaokul 5. sınıftan lise 12. sınıfa kadar bir plân çerçevesinde… Zordan kolaya doğru her sınıf için belli bir sayıda kelime belirlensin, o sınıflara bu kelimeler imtihanlarda da sorulsun. Talebeleri en çok teşvik edecek şey imtihanda sorulması vâkıasıdır. Öyle ki lise mezûnu her gencimiz bu kelime hazînesini hem öğrenmiş olsun hem rahatça kullanabilsin.

Son olarak… Okuyucularımız bir kitap tavsiye etmeme izin verirler sanırım:  Kadir Mısıroğlu- Bin Uydurma Kelimeyi Boykot. Bu kitapta "tasfiyecilik-uydurmacılık"ın sebebi yutkunmadan, çok net ve güzel anlatılmış, en çok kullanılan bin uydurma kelimeyi ve asıllarını veren bir lûgatçe eklenmiş. Okumadıysanız okuyuveriniz; bilgi zarar vermez.

NOT: Mes’ûliyet sâhibi kişiler içinde Cumhurbaşkanımızın hassâsiyetini taşıyanların mevcûdiyetine inanmak isterdim.

Yazar: Ahmet Ar
16-03-18
E mail: ahmet_ar@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Şükürler olsun, dil devrimi felâketini en yüksek seviyede tartışmaya başladık!
Online Kişi: 12
Bu Gün: 310 || Bu Ay: 5.880 || Toplam Ziyaretçi: 2.195.524 || Toplam Tıklanma: 51.877.077