ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : EDEBİYAT / YAZI VE YAZMAK ÜZERİNE
Okunma Sayısı: 1344
Yazar: Taha Kılınç
YAZMAK EMİRDİR

YAZMAK EMİRDİRTarihte herhalde çok az çatışma, Talas Savaşı kadar, kültür ve bilginin yayılmasına hizmet etmiştir. 751’de Müslüman Araplarla Karluk Türklerinin Çin’i mağlup ettiği savaş, kâğıdın İslâm dünyasına girme vesilesidir. Esir düşen Çinli ustaların Semerkand’da üretmeye başladığı kâğıt, böylece ilk kez anavatanı sayılan Çin dışında imal edilmiş, ardından hızlı bir şekilde İslâm medeniyetinin hammaddelerinden biri haline gelmiş. 794’te Bağdad’da bir kâğıt imalathanesinin açılmasını Mısır ve Kuzey Afrika’daki benzerleri izlemiş. Kâğıt daha sonra Endülüs’e ulaşarak, Müslümanlar eliyle Avrupa’ya yayılmış.

Klâsik dönemde İslâm âlimleri, ilmin ve yazının temel malzemeleri olan kâğıt ve kaleme büyük hürmet göstermişler. Kur’ân’da kaleme ve yazdıklarına yemin edilmesi, kâğıdı da doğal olarak “ulvî bir nesne”ye dönüştürmüş. Yere düşen boş bir kâğıt parçasını bile saygıyla alıp yükseğe kaldıran ufuk, bugün kâğıdın hayatımızdaki bolluğunu ve böylesine israf edilişini görse, kim bilir ne yapardı…

Teknolojinin klâsik ilim malzemelerinin yerini alması, “bilginin muhafazası” yönünden zihinlerimizi de tembelleştirmiş görünüyor. Her şeyi depoladığımız telefon ve bilgisayarlarımızdaki bilgilerin yok olması, minik bir virüse bakıyor bugün. En yakınlarımızın telefon numaralarını dahi ezberleyemiyoruz, çünkü bizim adımıza bunu yapan bir alet var. Peki, teknolojik kolaylıkların tefekkür ve hıfz melekelerimiz üzerinde meydana getirdiği tahribata yeterince kafa yoruyor muyuz? Yorduğumuz pek söylenemez. Sorunun cevabını gerekirse Google’a bakıp söyleyebilecek olmanın rahatlığıyla…

Eski ulemanın ürettiği bilgi ve kültür birikimi, o zamanki imkân kıtlıklarını da düşününce, hepten büyük bir saygıyı hak ediyor. Yazdıkları eserleri yaşadıkları gün sayısına bölünce bile içinden çıkamadığımız o büyük isimler, acaba bugünün bolluğunda yaşasalardı aynı şeyleri üretebilirler miydi? Belki de hayır. Çünkü onların çabalarını şekillendiren şey sadece çalışkanlıkları ve gayretleri değildi. Şu anda hayatımızdan çekilmeye başlayan bir iksirle sırlamışlardı bütün satırları: Bereket. O olmayınca, bolluk da yoklukla eş değer, maalesef.

***

Kısa bir süre önce, Albayrak Medya Grubu bünyesinde Ketebe Yayınları’nın okura ‘merhaba’ demesi, Müslümanlar olarak kâğıt ve kalemle tarih boyunca süregelen uzun serüvenimizi ve bugün vardığımız noktayı düşündürdü bana. Ve Ketebe’yi, daha isminden başlayarak, adeta yeni ve taze bir başlangıç, modern zamanların bizden götürdüğü şeyleri yerine koyma denemesi, kaleme ve kâğıda yepyeni bir ufukla bakış, kâğıdın sükûnetiyle satırların bereketini tekrar buluşturma çabası olarak yorumladım.

“Daha isminden başlayarak” dedim. Açayım:

“Ketebe”yi iki şekilde anlayabiliriz. Birinci manada “Bir hattatın, eserin altına attığı imza” vurgusu var. İkinci mana ise, Arapçada “Yazdı” fiilinin karşılığı. Hangisini temel alırsak alalım, Ketebe direkt şekilde “yazı”ya işaret eden bir kelime.

Müslümanlar olarak, Kitabımız Kur’ân’ın her yerinde karşımıza çıkan bir kavramdır yazı. Namaz, oruç, cihad gibi ibadetler “yazılmıştır” mesela. Kaderimiz, rızkımız, ecelimiz “yazılmıştır”. Kâinattaki her bir zerre, bütün mevcûdât, varlıklar âleminin her bir noktası teker teker “yazılmıştır”. Melekler amellerimizi “yazmaktadır” ayrıca. Ve bizden kendi aramızdaki muamelelerimizi, sözleşme ve ahitlerimizi de “yazmamız” istenmektedir.

Bu açıdan bakıldığında, yazmak eylemi, adeta dünya hayatındaki varlığımızın nirengi noktalarından biridir. Hep söylendiği gibi “okumak” bir emirdir, doğru; ama bundan daha fazlası “yazmak” eylemi söz konusu olduğunda geçerlidir.

***

“İçeriğinden sunumuna kadar tamamen kültürümüzü ve duruşumuzu temsil edecek bir yayıncılık” için titizlenen Mesut Albayrak Bey’in himayesinde irfan dünyamıza “merhaba” diyen Ketebe Yayınları, alanında gerçek bir uzman olan Ömer Lekesiz’in danışmanlığında, İsmail Kılıçarslan, Ahmet Murat Özel ve Mustafa Armağan’ın tecrübeli ve nazik ellerine emanet. Yayınevinin koordinatörlüğü görevini üstlenen İsmail Demirci’nin hassasiyetini de bilhassa not etmeli.

İlk etapta, Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül Ağabey’in “Tanklar Kâbe’ye Dayanmadan” adlı eserinin de aralarında bulunduğu 16 kitapla okurun karşısına çıkan Ketebe, şimdiden dikkat çekmeyi başardı. Bundan sonra yayımlayacağı kitaplarla da gündemi belirleyeceğine inandığım Ketebe Yayınları, yazıyla ulvî irtibatımızı yeniden sağlayacak ve bizi kadîm kültürümüze sağlam bir şekilde bağlayacak bir merdiven olsun, kendimizi bulmamız yolunda fiili bir dua yerine geçsin.

***

Ana fikrini “yazı”nın oluşturduğu bu yazıyı, Türkiye’den epey uzakta, Mağrib’in [Fas] kültür başkenti olarak kabul edilen Fes’ten yazıyorum. İletişim ve yazı imkânlarının böylesine kolaylaştığı bir zamanda, “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun” ifadesi daha bir anlam kazanıyor zihnimde.

Fâtıma ve Meryem isimli iki kız kardeşin infakıyla bugünkü derin kimliğini bulan Fes, elbette en dipte tek paragrafla geçiştirilecek bir şehir değil. Onu ayrıntılı ve müstakil bir şekilde anlatmam lazım. Nasip olursa, önümüzdeki hafta bu köşede ayrı bir yazıyla bu vecibeyi yerine getireceğim.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Taha Kılınç
07-04-18
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YAZMAK EMİRDİR
Online Kişi: 25
Bu Gün: 532 || Bu Ay: 5.922 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.737 || Toplam Tıklanma: 52.113.784