ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 973
Yazar: Özlem Albayrak
MUHÂFAZAKÂRLAR İÇİN ASIL TEHLİKE DEİZM DEĞİL SEKÜLERLEŞMEDİR

KEMALİST ÖFKENİN SEBEBİDeizm mi, sekülerizm mi?

En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Eğer tartışılacaksa, muhafazakarların deizm ve ateizme yönelmesi değil, gittikçe daha çok sekülerleşiyor olmalarının tartışılması gerekiyor. Muhafazakarlar arasında elbette deizme yani, dinleri reddederek yaratanı akıl yoluyla bulmaya meyilli olan ufak bir marjinal kitle yok değildir. Ama Türkiye’deki dindarların çoğunluğunun asıl sorunu bu değil, problem İslam’ın kurallarını inkar etmeden İslam’ın kuralları yokmuş gibi yaşamaya başlamak.

Deistler, bütün dinlere hemen aynı mesafede durur ve yaratıcının ancak akıl yoluyla kavranabileceğine inanır –ki bu durum da aklı yücelten modernizmin doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Oysa Türkiye’deki sorun, İslam’a ve Hristiyanlık’a aynı mesafede durarak Tanrıyı kendi aklıyla arama sorunu değil; İslam’ın kendine muhafazakar, dindar diyenlerin hayatının hiçbir yerine dokunamaması. Bu insanlar Müslüman ama İslam’ın ilkeleri onların hayatını belirlemiyor, çevrelemiyor, şekillendirmiyor. Buna da sekülerizm deniyor ki; tıpkı deizm gibi, sekülerizm de modern hayatın bir sonucu.

Dolayısıyla sekülerizmi, deizmi, atezmi ve diğerlerini anlamak için öncelikle moderniteyi, endüstri devriminden Fransız devrimine; aydınlanmadan rönesansa; rasyonalizmden hümanizme; bilimsellikten bireyselliğe dek anlamak gerekiyor. Bu süreçlerden yüzyıllarca önce geçen Batılı toplumların yaşadığı tecrübelere de göz atmak gerekiyor.

Türkiye, dini ve gelenekleri her ne kadar Batı’dan farklı olsa da, yaşam biçimi itibariyle Batıcılığı resmi bir hedef olarak belirlemiş bir ülke. Zaten belirlememiş olsaydı bile, Batılı değerler nasıl ki küreselleşme yoluyla dünyanın en ücra köşesine dek yayılıyor ve en derinlere sirayet ediyorsa, Türkiye’nin –hoşumuza gitsin ya da gitmesin- de bu değerlerin belirleyiciliğinden herhangi bir şekilde kaçışı olmazdı.

Ülkemizde, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Batılı eğitim sistemi uygulanıyor. Bu uğurda sadece devletle dini kurumların ayrı olması ve farklı inançların yasa önündeki eşitliği ilkeleri yürürlüğe girmedi; Batılı yaşam tarzı da on yıllar boyunca –Cumhuriyet döneminde- topluma baskıyla, demir yumrukla belletilmeye çalışıldı. Oysa her türlü baskı ve engelleme çabası; dini olsun ya da olmasın cemaatleri konsolide eder, cemaat üyelerini birbirlerine ve inanıyor oldukları ilkelere daha da yaklaştırır, bağlı kılar. Bu yüzden baskı mekanizmasında sonuç amaçlananın tam tersi olur.

Türkiye’de de aynısı oldu, Cumhuriyet ideolojisinin belirleyici ve karar verici olduğu tüm o yıllar boyunca dini cemaatler, alttan alta çok canlı ve faal kaldı. Ne zamanki AK Parti iktidarı, eski ideolojinin tüm kutsallarını kıra kıra iktidara geldi ve zamanla onları yok etti; dindarlar için refleks gösterilecek baskı ortadan kalkmış oldu.

Eh zaten 80’lerden itibaren Türkiye küreselleşmenin etkilerine önceki yıllara oranla daha açıktı, dindarlar da küreselleşmenin hayran olunası etiketiyle sunduğu yaşam tarzına kayıtsız kalamadı. Bu ilgi, sözünü ettiğim zincirlerinden boşanmış rahatlamayla birleşince “eylediğimiz işlere İslam ne der?” kaygısı, arada buhar olup uçtu gitti.

Zaten bakmayın dindarların vakti zamanında devleti, sistemi protesto ettiğine. Dindarlar her ne kadar yıllar yılı; seküler aklın, rasyonalitenin izinde değil, vahyi olanın peşinde olduklarını iddia etse de; bu ülkenin maarifinin tezgahından öyle ya da böyle geçmiştir. Yani baskıya karşı korunma refleksiyle verilen tutucu tepkiler sona erdiğinde; aslında baskı görenin kafasının da baskıcınınki gibi çalıştığı; akletme mekanizmalarını aynı şekilde işlediği görülür.

Öte yandan, hepimizin daha iki yıl önce başımızdan geçen 15 Temmuz Darbesi deneyimimiz var. Bu ülkeyi seven insanlar o gece sadece çıplak elleriyle darbe savmadı, sureti haktan gözüken bir dini cemaatin süklüm püklüm üyelerinin eli silahlı birer kanlı katile dönüşeceğini gördü. Eskiden devletin cemaatlere yönelik yaklaşımını haksız ve ağır bulan, tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununa açık ya da gizli muhalefet eden hemen her dindarın; bugün “devlet dini cemaatlerle arasında mesafe koymalı” demeye başlaması bu yüzden...

“Sivil” diye anılan dine karşı inanç Kemalistlerde zaten yoktu, dindarlarda da FETÖ’cüler nedeniyle bitti; devletin hele de kadrolaşma hususunda cemaatlere mesafesini koruması gerektiğini düşünen muhafazakar sayısı o kadar çok ki…

Deizmi bilmem ama sekülerleşme tam da bu işte…

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Özlem Albayrak
11-04-18
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MUHÂFAZAKÂRLAR İÇİN ASIL TEHLİKE DEİZM DEĞİL SEKÜLERLEŞMEDİR
Online Kişi: 15
Bu Gün: 49 || Bu Ay: 9.272 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.919 || Toplam Tıklanma: 51.941.001