ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 965
Yazar: Faruk Aksoy
MÜTEVÂZÎ BİR ADAMIN TEMİZ BİR DÂVÂ HİKÂYESİ

MÜTEVÂZÎ BİR ADAMIN TEMİZ BİR DÂVÂ HİKÂYESİDiriliş Partisi orta kattaydı…

İletişim Yayınları’nın hemen arkasında, Çemberlitaş Kız Yurdu’nun karşısında, Ali ve Fuad Paşaların avlusunda medfun olduğu, o zarif caminin bitişiğinde, mahzun, yorgun, küçük bir bina…

Öylece duruyor, halini dünyaya yol eylemiş garip bir yolcu gibi duruyor.

Kâinatı ürkütmeyecek kadar göğe doğru uzamamış, toprağa tırnaklarını geçirecek kadar yere doğru batmamış, kendi halinde bir yorgunluk olarak yanı başından akıp giden zamanı gözlüyor.

Belli ki, yüksek sesle konuşulmamış içinde, duvarları öfkelenmemiş kadere, hayata heybetli sloganlar üretilmemiş odalarında, öylece duruyor işte…

Sezai Karakoç, Diriliş Partisi’ni kurunca, bu binanın orta katını “İstanbul İl Teşkilatı” olarak hizmete açmış, dairenin kiralama işleriyle de, Ömer Erdem ilgilenmiş, sessiz bir coşkuyla dirilişe geçmiş adamlar.

Ve nihayetinde ön cepheye kocaman bir “Diriliş Partisi” levhası asılmış.

Bir anda Çemberlitaş’ta güller açmış, gülü sevdiği için dikenine katlananlar orada toplanmış, yazarlar, çizerler, şairler, hepsi…

Hepsi ama hepsi gül ocağının altında buluşmuşlar.

Diriliş, diriltilmişlerin diriltildiklerini anlamaları için dirilmiş aslında.

Ürkütmeden uyandırılan insanın dünyaya karşı kederli mahcubiyetinden bir manifesto derlemiş.

Su, zaman gibi akmış, kelimeler etrafa dağılmış, her cisim manasını bulacak, her insan düştüğü rahmin zekâtını verecek, her canlı kendini yaratana dönecek, diyerek ve kutlu bir yolculuğa çıkmışlar.

Toplantılar yapılmış, paneller düzenlenmiş, bir emek verilmiş; fakat sonra görülmüş ki, Türkiye’nin sert, hırçın ve markaja dayalı siyasi oyunu, bu hareketin yeşermesine, boy vermesine pek uygun değil, bu anlaşılmış.

Dirilişin muazzam sessizliğine uyup sessizce dağılmışlar sonunda, o defteri öylece kapatmışlar, geriye anılar, hatıralar, niyetler kalmış.

Ömer Erdem, geçen gün Çemberlitaş’taki o binanın fotoğrafını paylaştı Twitter’dan, altına da şu notu yazdı: “Şimdi her şeyi iyi bilen kahramanlar, büyük savunucular, burada ne vardı, bilirler mi? Bilebilirler mi?..”

Belli ki, bu sesleniş, bu serzeniş, bir siyasi partinin geçmişine atıf yapmaktan çok, o partiyi kuran, o hareketi başlatan Sezai Karakoç gibi kıymeti tartışılamayacak bir hazineden geriye kalan cismani şeylerin değersizleştirilmesineydi.

Ömer Erdem şunu mu diyordu acaba: “Gogol’dan manevi bir palto, Dostoyevski’den muazzam bir şehir, Shakespeare’den derin bir ülke, Nietzsche’den sonsuz bir kıt’a kaldı geriye, lakin Sezai Karakoç’tan, Çemberlitaş’ta bir orta kat kalamadı…”

Ne yapacaksın, böyle işte…

Çıkın, Batı’ya doğru bir seyahate çıkın, birkaç ülkeyi dolaşın, size gösterecekleri ilk şey, bir şairin yaşadığı ev, bir romancının oturduğu kafe, bir ressamın dolaştığı cadde olacaktır.

Çay içtikleri fincanları, yemek yedikleri tabakları, yazı yazdıkları masaları göstereceklerdir size.

Çünkü insan çağları ve dağları böyle aşıyor, böyle varıyor birbirine.

Kıymet biliniyor, her halin tılsımına, her çilenin tortusuna saygı duyuluyor, altın fanuslarda saklanıyor, o nesnelerden, o hatıralardan yola çıkılarak kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor, oyunlar sahneleniyor.

Sezai Karakoç’un partisi, Diriliş Hareketi, partiler mezarlığına dönen bu ülkede, sıradan bir parti, sıradan bir hareket değildir.

Hikmetli bir adam çıkar ve bir şey söyler, bunu takdir etme hakkı size düşmez, sözün ve teklifin kıymeti, sizin anlamanızla anlam kazanmaz…

Geriye kalan şeylerin kıymetini bilememek, geriye kalan şeyleri kıymetsizleştirmez…

Cımbızla çekip aldığınız bir Karakoç dizesi, köprüyü geçmeniz için yeterli olamaz…

Koskoca bir şair, ıstırap çekmiş, dertlenmiş, hüzünlenmiş, kendine bir vazife çıkarmış ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurup bir parti kurmuş.

Öyle ya da böyle, tertipli ve abdestli bir disiplin önermiş.

Kılıç şakırtıları altındaki cenk meydanında sözünü bu kadar duyurabilmiş, sonra tekrar hiç çıkmadığı inzivaya geri çekilmiş.

İnsan düşünüyor bazen…

Bu olanların, bu yapılanların hiçbir anlamı yok mu, yarın bir gün Sezai Karakoç’un hikâyesini takip ederken, İstanbul’da uğrayacağınız bir mekân, Geyve’de oturacağınız bir masa, Diyarbakır’da yaslanacağınız bir duvar olmayacak mı, olmasın mı?

Karakoç, parti kurmuş, zaten başlı başına bir lütufta bulunmuş.

Ben olsam, o binanın içine hiçbir şey koymam, alırım, müze yaparım, kapanmış bir partinin hiçbir şeysiz müzesini açarım, ön cephesine de, “Diriliş Partisi” levhasını tekrar asarım, gelene geçene, “Sezai Karakoç, burada bir parti kurdu, burada oturdu, burada çay içti, burada sohbet etti” derim, bu bile yeter.

Madem “Göklerden gelen bir karar vardır” yaparım bunu…

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Faruk Aksoy
23-09-18
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MÜTEVÂZÎ BİR ADAMIN TEMİZ BİR DÂVÂ HİKÂYESİ
Online Kişi: 30
Bu Gün: 305 || Bu Ay: 7.659 || Toplam Ziyaretçi: 2.218.229 || Toplam Tıklanma: 52.146.464