ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 887
Yazar: Kemal Can Öztürk
YEDİĞİM EN DEĞERLİ TOKAT

YEDİĞİM EN DEĞERLİ TOKATBundan otuz yıl önce bugün bile şeref duyduğum bir tokat yemiştim.

İnsan yediği bir tokattan dolayı, üstelik otuz yıl sonra bile memnuniyet duyar mı?

Yılını tam hatırlamıyorum ama galiba orta sonda idim. Konya’nın o yıllarını bilenler hatırlayacaktır. Alâaddin’den Mevlana’ya doğru giderken valiliği geçince tam köşede bir banka binası vardı. Sonra belediye istimlâk etti ve o bankada halen kullandığı eski belediye binasına taşıdı.

O zaman henüz banka taşınmamıştı. Bir arkadaşımla iki caddenin tam köşesindeki bankanın önünde buluşmak üzere sözleşmiştik. Biraz erken gelmiş olmalıyım ki, bankanın önünde avare avare beklemem, bir Müslüman’ın dikkatini çekmiş.

Yolun karşısından geçmekte olan yaşlı, muhtemel Osmanlı bakiyesi, beyaz sakallı bir amca bana eliyle işaret ederek yanına çağırdı. Yaklaşınca “evladım ne bekliyorsun” diye sordu.

“Arkadaşımı’ dedim.

“Buranın neresi olduğunu biliyor musun?” diye sorunca “… bankası” dedim.

“Sen talebe misin, çırak mı?” dedi.

“İmam Hatip’te talebeyim” deyince, yüzüme hafifçe bir sevgi tokadı attı. Sonrada yanağımdan çekerek “güzel yavrum, kastım seni incitmek değil, kulağına küpe olsun, sende bir hatıra, iz bıraksın istedim. Zira hem İmam Hatip mektebinde okuyor, hem de haram bir işle iştigal eden bankanın gölgesinde bekliyorsun. Güzel evladım, bir bankanın gölgesinde durmak bile insana günah olarak yeter. Bu köşede bekle, oraya doğru bak, arkadaşın gelince yanına çağır” dedi ve alnımdan öperek, hakkını helâl etmemi istedi.

“Ne demek dedeciğim” demeye kalmadan aynını tekrarladı. “Aman evladım, faizden, haramdan uzak dur, uzak dur. Haram ateştir, haram ateştir…” dedi boğuk bir sesle.

Sonrada mahcup bir ses tonuyla “helâl ettin değil mi?” diye sordu adeta yalvarırcasına. Elini öptüm ve “elbette dedeciğim, elbette” dedim.

Muhtemelen vefat etmiştir, Allah mekânını cennet kılsın, o muhteşem adam bana hayatımın en güzel tokadını/hediyesini/dersini verdi ve gitti. Kimdi bilmiyorum ve bir daha görmedim onu.

Çocukluk işte aklımdan çıkmıştı onun nasihati. On beş yıl önce hatırladığımda aradan çok zaman geçmiş, nasihate ihanet etmiş, bankaların bırakın önünden geçmeyi, isteyerek veya istemeyerek de olsa kredi kartlarını kullanmıştım. Bir gün oradan hızla geçerken, aklıma geldi bu hadise. Bunun üzerine bir daha kredi kartı kullanmamaya söz verdim ve yaklaşık 13-14 yıl önce kartı attım, bankalardan uzak durdum.

“O HELÂYA GİRİLMEZ…”

Asıl söyleyeceklerime gelmeden önce benzer bir hadiseyi daha nakledeyim. Belki zamane insanının aklını başına getirir.

Yakınlarımdan bir çocuk 1980 yılında bir M. Piyango bileti alır. Kendisine en büyük ikramiye çıkar. Babasına koşup durumu bildirir. Harama el sürmeyen amcam, Dereli Mustafa Hocaefendi (Parlaktürk)’ye gidip, “Hocam bunun haram olduğunu biliyorum. Parayı alıp da fakirlere versek olur mu?” diye sorunca “hayır” cevabını alır. “Peki, alıp hayır işlerinde kullansak, mesela su hayrı yapsak…” “hayır, o sudan Mü’min içemez” cevabını alır.

Bu kez de “dağa-taşa su hayratı yapsak hayvanlar istifade etse…” “Hayır, ondan içen hayvanların eti yenmez” cevabının üstüne, hoca efendi ekler, “helâ bile yapsan bir Müslüman oraya girip abdestini bozamaz!” Bunun üzerine amcam bileti yırtıp çöpe atar.

Bu hadiselere bugünden bakınca, özellikle de artık bankalardan çıkmayan Müslümanları hatırlayınca, yaşamakta olduğuma inanamıyorum. Ya o insanların dini farklıydı, ya da bugünkülerin… Bir de faize farklı kılıflar giydirip, adım adım meşrulaşmasına izin veren günümüz âlimlerini gördükçe, kahrolmamak neredeyse imkânsız.

Çocukluğumu geçirdiğim dağ köyünde, o günlerde bir köylüye “banka nedir” desek, yüzde 95’i asla bilemezdi. Ama bugün kredi borcu olmayan, cebinde çiftçi kartı/kredi kartı bulunmayan pek kimse kalmamış...

Bugün ben kiramı elden ödeyemiyorum. Birileri bankadan ödemeye mecbur bırakıyor. İmtihanı bol, sorumluluğu ağır, vebali çok, kısaca zor bir çağdayız.

Bu halden mutsuz pek çok insan olduğundan kuşku yok. Ama pek çoğu bir değişim istiyor mu, bundan da pek emin değilim. Allah (c.c.) aklımızı başımıza toplatıp, encamımızı hayretsin. (Âmin!)

HALK SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYORMUŞUM…

Bundan sonra yazacaklarım başka bir makale konusu olmalıydı ama vakit sorunum var. Bir süre yazı kaleme alamayabilirim. Bu nedenle kayda geçeyim, lazım olabilir.

Geçenlerde telefonuma, ifadeye çağıran bir mesaj geldi savcılıktan. İfade vermeye gidip, müştekinin Tarım Bakanı olduğunu görünce, aklıma Gandhi’nin şu sözü geldi.

“Önce sizi görmezlikten gelirler, sonra gülerler, sonra saldırırlar, ondan sonra siz kazanırsınız!”

Demek ki, saldırı safahatındayız. Ama neden bu kadar gecikti? Bu saldırı, bakanlığının bitişine 5-6 ay kala mı olmalıydı? Hâlbuki daha önce bekledim. Neyse ki, gecikmeli de olsa geldi. Aslında en az beş yıldır, peşimden aramadıkları, engel olmaya çalışmadıkları kanal, gazete kalmadı neredeyse. Giderayak “hasım” olarak da ilan ettiler.

Suç duyurusunun gerekçesi, Dr Yavuz Dizdar hoca ile birlikte bir kanalda yaptığımız konuşma...

İkimiz birden, “gerçek dışı ve bilimsel temeli olmayan açıklamalarda bulunmak, kamuoyunda korku ve paniğe neden olmak, alınan önlemlerin etkisini azaltmak, halk sağlığını olumsuz etkilemek, toplumdaki farkındalığı tehlikeye düşürmek, sanki mevzuat ve uygulama açısından bir eksiklik varmış gibi bilgilendirme yapmak, halkın sağlığını tehlikeye düşürmek…” gibi gibi suçları(!) işlemekle itham ediliyoruz.

Savcı ne karar verir bilemeyiz. Takipsizlik de verse, hakkımızda dava da açsa, bu “şeref” bana/bize yeter. Vasiyetimdir ki, arşivimdeki bu belge ile kitaplarım kefenimle birlikte mezarıma konula.

Kimin küresel şirketlerin emrinde, kiminde Hak’kında peşinde olduğunu hem Yüce Allah (c.c.), hem de mesajımızın ulaştığı toplum biliyor.

Şükürler olsun ki, “Fransız şövalyesi nişanı”nın değil de, şövalyenin ithamının sahibiyiz.

Gayrısı lafı güzaftır.

Vesselam!

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Kemal Can Öztürk
28-05-19
E mail: kemalozer.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YEDİĞİM EN DEĞERLİ TOKAT
Online Kişi: 32
Bu Gün: 559 || Bu Ay: 9.095 || Toplam Ziyaretçi: 2.220.500 || Toplam Tıklanma: 52.160.286