ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / RAMAZAN- ORUÇ- İNSAN
Okunma Sayısı: 978
Yazar: Erol Göka
GELDİ GEÇTİ RAMAZAN

GELDİ GEÇTİ RAMAZANBir Ramazan ayı daha geldi geçti. Çok şükür bayrama eriştik. Her yıl Ramazan ayı gerek yaklaştığında gerek bittiğinde diğer zamanlardan farklı bir haleti ruhiye yaşarım. Yaşamakla kalmaz, benzer bir psikolojiyi başkalarında da gözlemlerim. Başkaları derken sadece dindar olanları, Ramazan’ı zaten dört gözle bekleyenleri değil dini hassasiyeti ne olursa olsun hemen herkesi kast ediyorum. Ramazan hemen hepimiz için iç-dünyamızı başka zamanlarda olmayan hislerin kapladığı özel bir ay. Bu özel oluşun dini boyutunu ilahiyatçılarımız Ramazan boyunca anlattılar. Ben bunlara ilaveten bazı sosyopsikolojik hususiyetlerin de Ramazan ayını özel kıldığı kanaatindeyim. Her Ramazan değişik vesilelerle gündeme gelen “Nerede o eski Ramazanlar!” hissiyatının bu sosyopsikolojik hususiyetlerle ilgili olduğunu sanıyorum.

Hepimiz şu veya bu biçimde eski Ramazanları özleriz. Bu özlem kelimenin tam anlamıyla nostaljidir, bir daha dönemeyeceğimiz sılamıza duyduğumuz hasret gibidir. “Eski günler, şimdilerde giderek bayağılaşan ve ağırlaşan günlerden çok daha iyiydi” ya da “biz büyüdük, kirlendi dünya!” diye düşünülür. En geriye dönüp bakmayanlarımız, gözlerini geleceğe dikmiş olanlarımız bile, bu nostaljiden paylarını düşeni alır. Hepimiz, Marcel Proust gibi “yitik zamanın peşinde”yizdir çünkü. Yaşanmış zaman, bir bakıma ömrümüzden uçup gittiği için, yitirilmişin yerine konulamaz hasreti, giderek derinlere gömülen çocukluğumuz içimizi dağlar durur. Çocukluğumuz; hatırlamakta zorlandığımız, bazılarından artık hiç eser kalmamış eski mekanlar, tadı damağımızda kalmış oyunlar, tanıdıklarımız, değişik vakitlerde her biri ayrı ayrı burnumuzda tüten sınıf ve mahalle arkadaşlarımız, çoğu artık dünya hayatından ebedi aleme göçmüş büyüklerimiz, bizim sadece bizim olan, bizden kimsenin alamayacağı hatıralarımız...

Dini inancı olmayanlarımız bile Ramazan’ın gelişini ve gidişini diğer zamanlardan farklı yaşarlar. Zira her Ramazan, benzer biçimlerde gelerek ve bir ay boyunca birbirinin tıpkısı tekrarlarla hafıza arşivimizdeki tüm güzel anıları canlandırır. İftarlar eski iftarları, sahurlar eski sahurları aklımıza getirir. Ramazan’ın hemen her insanı mahzunlaştırması, zihnimizin zamanın telafisi imkânsız kayboluşuna ve özellikle çocukluğumuza kayıp gitmesi nedeniyledir.

Bizi doğrudan doğruya eski günlerin, çocukluğumuzun kucağına atmasının haricinde, yitip giden ömrün psikolojimizdeki etkisinin en belirgin tekrarlandığı bir ay olmasına ilave olarak Ramazan’ın sosyal hayatımızı alabildiğine etkileyen bir yönü daha var. Bu yön, Ramazan ayının adeta yalnızlığa imkân vermeyecek ölçüde sosyallik halesi ile çevrili oluşuyla alakalı...

Ramazan, özellikle topyekûn huşu içinde beklenen iftar sofraları, cami önü muhabbetleri ve idrakimizin yoksula, muhtaca, hastaya, darda kalana, maveraya dikkat kesilmesiyle, bir kalbimiz olduğunu ve onu Hakka yöneltmemiz gerektiğini her zamankinden daha fazla hissetmemiz nedeniyle de farklı. Evet, oruç tutsun tutmasın, Müslüman bir beldede herkes için geçerli bu tespitim. Ramazan sadece zamanı değil, insan ilişkilerini de kendi rengine boyuyor. Daha çok insanlaştığımız o hallerimizi, insanların o hallerini daha kolayca hatırlıyoruz.

Bakın, batı dünyası giderek büyüyen bir sorun olarak “yalnızlık” karşısında ne yapacağını kara kara düşünüyor. Gerçi “kimileri yok böyle sorun, ‘solo yaşamlar’ insanın özgür iradesiyle bilinçli bir tercihi” dese de mızrak çuvala sığmıyor. Yaşlılar, işsizler, dezavantajlı kesimler, hastalar, akıl sağlığı bozuk olanlar, alkol ve madde bağımlıları bir de yalnız olduklarında dertleri bir iken bine çıkıyor. Azalmış sosyal iletişimin, iş yerinde verimliliği düşürmesinin, düşünme ve karar alma süreçlerini negatif yönde etkilemesinin yanı sıra sağlık üzerine olumsuz etkisiyle ilgili yayınlar gün geçtikçe daha da çoğalıyor. Yalnızlık, yaşam beklentisini düşürüyor, sanki günde 15 sigara içiyormuşuz gibi bir etki yapıyor. Yalnızlığın sağlık üzerine olumsuz etkisi, obeziteden bile fazla. Kalp rahatsızlığını, bunamayı, depresyon ve kaygı bozukluğunu tetikleyici bir etkiye de sahip.

Yalnızlık, haklı olarak modernliğin bir komplikasyonu, bir cüzü diye görüldü hep. Elbette modernleştikçe bizde de içler acısı yalnızlık manzaraları artıyor. Ama kim ne derse desin buraları, Müslüman beldeleri özellikle Ramazan’da farklı. Farklılığın kökeninde de insana bakıştaki farkımız bulunuyor. “Başkaları cehennemdir” sözü sadece Sartre varoluşçuluğunun mottosu değil batılı bakışın temellerinden biri. Bu bakışı “insan insanın kurdudur” diye dışa vurur Thomas Hobbes. Oysa bizde insan insanın devasıdır, aynasıdır, kardeşidir, yurdudur. Bakmayın başka zamanlarda çizdiğimiz berbat toplumsal manzaralara, insan telakkimiz kendisini asıl kalplerimizin titreştiği Ramazan’da belli ediyor. Yine geçip gitti o güzel günler... Şükür Bayramınız mübarek olsun.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.