ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 664
Yazar: Selçuk Küpçük
“Sensiz Olmaz” Bülent Ortaçgil ve Müslüm Gürses’i Buluşturan Tarihsel Öykü Üzerine

“Sensiz Olmaz” Bülent Ortaçgil ve Müslüm Gürses’i Buluşturan Tarihsel Öykü Üzerine

“Neredesin Firuze” (Yönetmen: Ezel Akay, 2004) filminde Müslüm Gürses’in Bülent Ortaçgil’e ait “Sensiz Olmaz” isimli şarkıyı yorumlaması köken kazısını Cumhuriyet öncesine kadar çekebileceğimiz ve gerilimlerle yüklü pratiklere sahip merkez-çevre çatışmasının sönümlenmeye başladığını göstermesi bakımından önemli gelmiştir bana. Çünkü isimleri bir şarkıda yan yana duran Ortaçgil ve Müslüm Gürses birbirinden farklı iki temsil taşımaktadır.

Bülent Ortaçgil, izlerini 1960’ların ikinci yarısında bulabileceğimiz ama asıl örneklerini 1970’li yıllarda dinlediğimiz Anadolu Pop ve Anadolu Rock formunun herkesi büyülediği, etkisi altına aldığı bir zaman diliminde daha çıkardığı ilk plağı ile ayrışmış, bu süreçten uzak durmuş bir isim. Yani kuşağı olan kolej kökenli, ülkenin kültürel, ekonomik, siyasal merkezinde bulunan kentli orta sınıfın çocukları, ellerinde gitarlarla İngilizce şarkılar söylemeyi bırakıp türküler yorumlamaya başladığı yıllarda o yönünü tam tersi istikamete çevirmiştir. Bir anlamda Fikret Kızılok kıra, Sivas’ın Şarkışla’sına Aşık Veysel’in dizinin dibine giderken o, kentte kalmış kaynağı Batı olan bir müzik türünü üretmeye ısrarla devam etmiştir.

1975 yılında yayınladığı “Benimle Oynar Mısın” bu yüzden, Anadolu Pop ve Anadolu Rock coşkulu, iddialı, kesinlikler ifade eden, yargılar yüklü, anonim bireyin öyküsünü volümü yüksek cümlelerle dillendirirken, dünyaya ve insana dair naif ve basit sorular sormayı, sıradan iddiasız bir yaşamı omuzlamayı, etrafında olup bitene hayret duygusu içinde bakmayı, şaşkın, kafası karışık ve kim olduğu belli bireyin (“Şık Latife” gibi mesela) öyküsünü anlatmaktadır. Dolayısı ile Orhan Kahyaoğlu’nun söylediği gibi müzikal yolculuğunun başından beri “Kentin göbeğinde yaşayan, birazcık entelektüel, varoluşsal sorunlar konusunda hassas her kesimden insana hitap etmektedir” (Hürriyet Gösteri, Mayıs 1990, Sayı 114, s.63).

Müslüm Gürses ise “varoşsal” sorunlar yaşama lüksü bulanamayan, daha çok kendisini ve ailesini geçindirmek gibi temel önceliklerle mücadele edenlerin hikayesindedir henüz. 1950’lerden itibaren (Demokrat Parti) farklı gerekçelerde (Marshall yardımı, köylere traktörün girmesi, kırda ekonomik döngünün kendisini yenileyememesi, kentin bir umut ve konfor olarak belirmesi vs.) başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin kıyılarına akan toplumsal katmanın hikayesi yani. Kentte devinip duran hayat karşısında mesleği, parası, “güzel Türkçesi” olmadığı, buraya ilişkin yaşama alışkanlıklarını bilmediği ve buranın ürettiği kültüre yabancılığı sebebi ile ötekileştirildiği yeni hayat karşısında kendine mahsus yeni bir dil üretmek zorunda kalınan bir süreçten bahsediyoruz. Kenti çevreleyen boş arazilerde derme çatma küçücük meskenler (gecekondular) inşa ederek tutunmaya çalıştığı bu yeni hayatında artık ne köylüdür ne de donanımsızlığı sebebiyle kentli. Kimi zaman sigortasız ve ucuz iş gücü ile kendisini feda ederek arkadan gelecek çocuklarının merkez’de oturanlar gibi belirli ekonomik standartları elde edebileceğini umut eden bu hikaye aynı zamanda Türkiye’nin dönüşümünü belirleyen toplumsal işlevler de gördü.

Çevre’den merkez’e alın terini satmak için gidebilen bu toplumsal katmanı her sabah akşam taşıyan araç (dolmuş minibüs) aynı zamanda bir metafordur. Onun yolculuğunu, göçünü anlatır. Büyük patronların fabrikalarına vida sıkıştırmak için giderken onu taşıyan minibüste sesini duyduğu Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Hakkı Bulut kendini feda etmeye çıktığı bu yolcuğunun ayinsel müziğini söyleyerek büyük bir moral üretir. Merkez’in “dolmuş müziği” diyerek küçümsediği o şarkılar halbuki gün gün mesafe kat etmekte, onun yaşam kalitesindeki dönüşümü simgelemektedir.

1970’lerde fabrikalarda işçi olabilen ya da el tezgahlarına sıkışmış zorlu şartların ekonomik yoksunluklarını yaşayan ilk kuşaklardan sonra, minibüsün durakları kentin merkezine o kadar yaklaştı ki, 1980 sonrası Anavatan Partisi’nin (Turgut Özal) sunduğu imkanlardan da yararlanarak küçük-orta ölçekli işletmelere sahip olabilen ikinci kuşak (oğullar) çıktı karşımıza. Bu yüzden 1970’li yılların arabesk müziğini (ki arabeskin 1.Dönemidir) Orhan Gencebay üzerinden açıklarken, 1980 sonrasının arabeskini (2.Dönem) İbrahim Tatlıses’le çözümlemek daha mantıklı. Çünkü 1970’lerde hor görülmeye dair protestosunu Gencebay ile dillendirirken, 80 sonrası elde ettiği kısmi ekonomik refahının uzantısı olan abartılı bir özgüvene sahiptir artık. Hatta bu özgüveni gözümüzün içine sokar.

80’li yıllarda merkez’de o kadar görünür oldu ki arabesk (çevre), Anavatan Partisi’nin seçimlerdeki siyasal propagandasını üstlendi. Hatta ilk kez yine bu dönem gerçekleştirilen 1.Müzik Kongresine bildiri sunmak için temsilci olarak Hakkı Bulut’u bile göndermiştir. Bahsettiğimiz bu abartılı özgüvenin bir tarafında da siyasetin durduğunu unutmamak gerekiyor. Orta sınıfa eklemlenmeye çalışan ve yakın geçmişine oranla dikkate değer bir sermaye birikimine sahip oğullar yavaş yavaş ağırlıklı biçimde merkez sağ partilerin idari yapılanmalarında etkili olmaya başladılar.

Arabeskin 3. ve son dönemini ise Müslüm Gürses üzerinden açıklamak mümkün. Her ne kadar Müslüm Gürses’in arabesk müzikte önemli bir yorumcu olarak ortaya çıkışı 1970’lerin ikinci yarısından itibaren biçimlense ve 1980 sonrası geniş kitlelere ulaşsa da 2000’li yıllarda arabesk müziğin nihayete eren hikayesinin en anlamlı temsilini onda buluruz. Çünkü çevrenin öyküsünü taşıyan önemli isimlerden birisi olarak onun hem Ortaçgil’in hem Teoman’ın şarkısını yorumlaması bir temsiliyet taşımakta. Bu temsil, arabeskin merkez’e ulaşmasının yanı sıra sahip olduğu öyküsünün de tamamlanması anlamına geliyor. 2000’li yıllarda gerek Müslüm Gürses’in yapmış olduğu bu çalışmalar gerekse birçok rock grubunun arabesk müziğin kült eserlerini kendi formlarında yorumlamaya kalkışması yeni çözümlemelere ihtiyaç olduğunu işaret etmektedir bu yüzden.

Her şeyden evvel dedeleri (1.Kuşak-Arabeskin 1.Dönemi) gecekondularda yaşayan ve fabrikalarda sıradan işçiler ya da el tezgahlarında karnını doyurabilecek kadar para kazanan oğulların (2.Kuşak-Arabeskin 2.Dönemi) 1980 sonrası sahip oldukları küçük-orta ölçekli işletmeler 2000’li yıllarda yerini torunlarla (3.Kuşak-Arabeskin 3./son Dönemi) büyük holdinglere bırakmıştır. Bununla beraber siyasette de tam anlamı ile merkezin ele geçirildiğini veya merkezle ortak olunduğunu söyleyebiliriz.

Arabesk müziğin hikayesini taşıyan (dolayısı ile 1.Kuşağı temsil eden dedelerin) istasyon mekan olarak gecekonduların kentsel dönüşüm projeleri çerçevesinde adeta tarihte hiç yer almamışçasına ortadan kaldırılmasının da yine 2000’li yıllara denk düşmesi ilginçtir. Diğer ilginç bir yokoluş da, metaforun (dolmuş/ninibüs) ortadan kalmasıdır bana göre. Dedeleri ve oğulları her gün merkez’e götüren ve götürürken arabesk müziğin ayinsel çığlıklarını çalan dolmuş minibüslerin yerini, kimsenin kimseye merhaba demediği, kimsenin birbirinin öyküsünü merak etmediği, “memleket nere gardaş!” sorusunun artık sorulmadığı (artık herkes, torunlar yani İstanbul’da doğmuş ve buralıdırlar) metrobüsler almıştır çünkü.

Çevre’nin bu öyküsü karşısında merkez’de de dönüşümlerin yaşandığını görmek gerekli. Çevre’ye ait değerlere karşı daha mutedil bir dil üretmeye başlayan merkez bunu belki de en fazla siyaset üzerinden göstermeyi dileyerek yeni bir politik dile evrildi de denilebilir. Bir anlamda çevre, merkez’in idealleştirdiği yaşama biçimi ve konforuna sahip olmak için kültürel dönüşüm yaşarken, merkez de üzerine büyük bir basınçla hücum eden çevre’nin getirdiklerine kayıtsız kalamamış, en azından ortaklık önermiştir. Beraber yüksek duvarlı, kapısında güvenlik görevlisinin bulunduğu, çocuklarının havuzunda beraber yüzdüğü pahalı sitelerde oturmaya başlamışlardır mesela.

Kent(li) duyarlılığının (merkezin) temsilini taşıyan Bülent Ortaçgil şarkısını okuyan ve çevre’nin öyküsünü anlatan son temsilci Müslüm Gürses’in “Neredesin Firuze” filminde “Sensiz Olmaz”ı yorumlaması bir açıdan merkez ile çevre’nin iç içe geçtiği en gösterişli karşılaşma olarak da değerlendirilebilir. Merkez, mesafeli durduğu çevreye şarkısını okuması için alan aralamış, çevre de merkez’in şarkısını yorumlayabilecek kadar özgüvene sahip olduğunu göstermiştir diyebiliriz. Çevre’nin iştiyakla merkeze yolculuğu sırasında neleri kaybettiği ise ayrı bir yazı konusu.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Selçuk Küpçük
20-08-19
E mail: kalabalikcadde.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
“Sensiz Olmaz” Bülent Ortaçgil ve Müslüm Gürses’i Buluşturan Tarihsel Öykü Üzerine
Online Kişi: 23
Bu Gün: 81 || Bu Ay: 6.071 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.955 || Toplam Tıklanma: 52.115.547