ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 882
Yazar: S. Ahmet Arvasî
MEZHEPSİZLİK NEDİR?

İNSANLIK KİMİ ÖZLEDİĞİNİ BİR BİLSE...

1983'te Konya'da üniversitedeyim.

Ülkücü bir maziden geliyoruz.

Ülkücü arkadaşlarımız var.

12 Eylül sonrasında ülkücüler bir boşluğa düştüler.

Hoca diye kimi bulsalar sarılıyorlar.

Bazıları doğru adresleri bulsalar da büyük bir kısmı mezhepsiz ilahiyatçılara takılıyorlar.

Bunlardan birine beni de götürdüler.

Bundan büyük rahatsızlık duyuyorum ama gücüm de yetmiyor.

O günlerde Yeni Düşünce ülkücülerin tek yayın organı.

Dergide bir duyuru yaptılar:

"Seyyid Ahmet Arvasi Hoca suallerinize cevap verecek, bize yazınız."

Arvasî hocanın ehli sünnet olduğunu biliyorum.

Eskiden beri de ülkücülerin ağabeyi.

Onun ağzından duyarlarsa ikna olurlar diye düşündüm.

Hemen bir mektup yazdım:

"Hocam mezhepsizlik ülkücüler arasında hızla yayılıyor.

Mezhepsizliğin ne olduğunu efradını cami ağyarını mani bir yazıyla anlatır mısınız?"

İlk cevabı bana vermişti.

Fakat yazının üstünde yazının Seyyid Ahmet Arvasî'ye ait olduğu yazılmamış. Bir açıklama var, açıklamada hocanın ismi de var ama okuyucu onu görmüyor. Sadece soruyu soran kişinin yani benim ismimi yazmışlar. O zamanlar arkadaşlar yazının bana ait olduğunu zannetmişler.

İşte o yazı bu yazıdır.

Bugün Seyyid Ahmet Arvasi'nin biyografisini yazan, yazılarını toplayıp kitaplar halinde neşreden Hüdavendigar Onur Bey'e bu yazıyı gönderdim.

Kaybolup gitmesinden korkuyordum.

Doğruluş'ta da paylaşayım dedim.

 

MEZHEPSİZLİK NEDİR?

Mektubunuzu, büyük bir dikkatle okuduk. Alaka ve hassasiyetiniz, bizi, çok memnun etti. Bilhassa, “İslam’ın ana caddesinden sapan” bozuk din cereyanları etrafındaki endişelerinize katılmamak mümkün değil. Bir taraftan cehalet, bir taraftan ard niyetlilerin kışkırtması ile üzücü gelişmelere şahit olmak, gerçekten ızdırap verici olmaktadır.

Sizin de işaret ettiğiniz gibi, cahil veya ard niyetli çevreler, bilerek veya bilmeyerek “mezhep” ve “fırka” kavramlarını birbiriyle karıştırmakta ve zihinlerde tereddütler uyandırmaktadırlar. Oysa, herkes kolayca tefrik eder ki, “mezhep” başka şeydir, “fırka” başka şeydir.

Hemen belirteyim ki, “mezhepler”, Şanlı Peygamberimiz’in izni ile dinin fer’i meselelerinde yürütülen içtihad farklarından doğar da “fırkalar”, dinin temel meselelerinde, apaçık hükümlere rağmen, inanç ve ibadetlerin saptırılması ve “ana caddeden” çıkılması demektir. Bu sebepten, İslam’da “mezhepler haktır” da “fırkalara bölünmek yasaktır”. Nitekim, yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Şanlı Peygamberimiz’e şöyle hitap edilir: “Dinlerini, bölük bölük edip fırka fırka olanlarla senin hiçbir alakan yoktur.” (Bkz. En-Necm Suresi, Ayet: 25)

Öte yandan, kesin olarak bilinmelidir ki, dinimizde “fırkalara bölünmek” yasak olmakla birlikte, Şanlı Peygamberimiz, zaruret halinde, ashabına, “içtihad etme” izni vermişlerdir. Şanlı Peygamberimizin “içtihada izin vermeleri” gerçekte “mezheplere” izin vermeleri demektir. Bütün “normatif” (kaide koyucu) ilimlerde olduğu gibi, “fıkıh” (İslam Hukuku) sahasında da “kıyas” ve “içtihad”ın büyük ve mühim bir rolü vardır. Temel ve ana kaynaklara aykırı düşmeden ve onlara kıyasen “fakih”ler (hukukçular) tarafından “içtihada başvurmak”, daima zaruri olmuştur. Yani, “içtihadsız” bir hukuk sahası ve içtimaî hayat mümkün değildir. Bu, bugün de böyledir. Memleketler, sadece “anayasalar” ve “yasalar” ile idare edilmezler; ister istemez “içtihada başvurulur” ve buradan “hukuk ekolleri” doğar. Böyle bir gelişme hukuk hayatına ve içtimaî hayata zenginlik ve kolaylık getirir. Şanlı Peygamberimizin, bu hakikatı, asırlar önce görüp dinin fer’î meselelerinde “içtihada izin vermeleri” de başlı başına bir mucizedir.

Bilindiği gibi “mevrûd-u nas”da (kesin delil geldiğinde) içtihada mesağ (izin) yoktur.” Bu sebepten, müçtehidler, her şeyden önce, Kitab’a, Sünnet’e ve Ashab’ın icmaına uymak zorundadırlar. Onlar sadece, dinin fer’i meselelerinde içtihad yapabilir ve birbirlerinden ayrılabilirler. Şanlı Peygamberimizin ifadeleri ile onların “içtihadlarında birleşmeleri kuvvet, içtihadlarında ayrılmaları ise ümmet için rahmettir.”

Dinimizde, Kitap, Sünnet ve İcma-ı ümmet “İslamın ana caddesini” tayin eder. Müçtehidler de bu “ana caddede” yürümeyi kolaylaştıran büyük iman, ahlâk ve ilim adamlarıdır. Onların içtihadları da birer “işaret taşı” ve “levhası” gibidir. Maksat, “ana caddeden” çıkmadan ve sapmadan, rahat, kolay ve emin hareket etmeyi sağlamaktır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat yolunun gerek “İtikadî Mezhepleri” (Maturidîlik ve Eş’arîlik) gerek bugün taraftarı bulunan “Dört fıkhî mezhebi” (Hanefîlik, Malikîlik, Şafiîlik ve Hanbelîlik) böylece doğmuş ve yayılmışlardır ki hepsi de haktır. Hepsi de “Edille-i Şer’iyye”nin (dinin temel kaynaklarının) sınırları içindedir ve sadece dinin “fer’i meselelerinde” farklı içtihadlara göre hareket etmektedirler.

Esefle belirtelim ki, bazıları, kim bilir nasıl bir gayretle “mezhep” ve “fırka” tabirlerini birbirleriyle karıştırmakta “dinde fırkalara bölünmenin” zararlarını ve kötülüklerini belirtmek yerine, doğrudan doğruya “meşru mezhep fikrine” saldırmakta veya “İslam’da mezhepsizliği” savunmaktadırlar. Oysa, yukarıda da belirttiğimiz üzere “mezhepler”, Edille-i Şer’iyye’ye bağlı olarak doğan birer “rahmet kapısıdır” da “fırak-ı dâlle” (dinde sapık kollar ve yollar) indî ve kasdî yorumlarla ve saptırmalarla müslümanların parçalanmasına sebep olan birer “fitne kapısıdır.”

Kesin olarak bilinmelidir ki, Şanlı Peygamberimizin: “İçtihad ediniz” ve “İctihadında isabet edenler iki, yanılanlar ise bir sevap alır” emirlerine binaen samimiyetle çalışan İslam alimleri, gerçekten de dinimize ve dünyamıza büyük hizmetler yapmışlardır. İçtihadlarında birleştikleri zaman “kuvvet kaynağı”, ayrıldıkları zaman da “rahmet ve genişlik sebebi” olmuşlardır. Allah, cümlesinden razı olsun.

Durum bu olunca, ”dinde mezhepsizliği” savunanlar, İslam’ın 1400 yıllık tarihî tecrübesini ve birikimini inkâr etmekle kalmayıp Şanlı Peygamberimizin emir ve ölçülerine de bilerek veya bilmeyerek muhalefet etmektedirler ki, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin “Mezhepleri red ilhaddır” hükmüne muhatap olurlar.

Kaldı ki, hemen belirtelim ki, ”dinde mezhepsizliği” savunan ve kendilerini”selef-i âhirîn” olarak tanıtmaya çalışan kimseler, çoğunlukla ve umûmiyetle, dinde sapık bir kolu ve yolu temsil eden İbn-i Teymiyye’nin ve Abdulvahhâb’ın yolunda yürüyen ve Suudi Arabistan’ın “petro-dolarları” ile beslenen propagandistlerdirler. Bu gibilerini, teşhis etmek kolaydır. Onlar, İmam-ı A’zamları, İmam-ı Malikleri, İmam-ı Şafileri, İmam-ı Hanbelleri, İmam-ı Gazzalîleri, İmam-ı Rabbanileri sevmezler ve fakat İbn-i Teymiyye’yi “İmam” bilirler. Yani, bunlar, “dinde mezhepsizlik” maskesi altında, başka bir “mezhebin”(!) propagandasını yapmaktadırlar. Bunların kendilerine ”selefiye” ve “mezhepsiz” demelerine bakmayın, bunların gerçek adı ”Vahabbiler”dir.

Şimdilik, bu kadar

Başka, sorularınız olursa, onları da cevaplandırmaya çalışırız.

Selam ve sevgilerimizle…

S. Ahmed Arvasî, Yeni Düşünce Dergisi, 30 Eylül 1983, Sayı: 102, s.30

Yazar: S. Ahmet Arvasî
25-12-19
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MEZHEPSİZLİK NEDİR?
Online Kişi: 27
Bu Gün: 33 || Bu Ay: 5.423 || Toplam Ziyaretçi: 2.213.889 || Toplam Tıklanma: 52.105.535