ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 857
Yazar: Ahmet Ar
İÇİMİZDEN BİR ARVÂSÎ HOCA GEÇTİ

İÇİMİZDEN BİR ARVÂSÎ HOCA GEÇTİ

Yıl 1977. Antalya’nın en doğudaki ilçesi Gazipaşa’da oturuyoruz. Ben lise 1 talebesiyim. Ortaokul 2. sınıftan beri ilgi duyduğum, Tarkan çizgi romanından bana geçmiş olan kurt-bozkurt sevgisi, Hun Türkleri hayranlığı ile gidip gelmeye başladığım Ülkü Ocakları’nda dâvâ mevzûunda kendi çapımda bir hayli ilerlemiş durumdayım. Atsız’ın Bozkurtların Ölümü-Bozkurtların Dirilişi romanı… Göktürkler, Bilge Kağan, Kültigin, Tonyukuk’larla aynı çağda yaşamışçasına hemhâl oluş… Oradan da Ülkü Ocakları’nda kesîf olarak yaşanan esir Türkleri kurtarma sevdâsı… İşte lise 1 yıllarımda bütün bu anlattıklarım rûhumda yankılanıyor.

Gazipaşa solcuların kat’î hâkimiyeti altında. Ülkücüler olarak çok azız. Solcuların mâlûm propaganda gücü karşısında sesimiz çok cılız. Ortalıkta onların gazeteleri, dergileri dolaşıyor. İlk boykotu solcular yapıyor. Gençlere çok ilginç geliyor bu. Tarafsızlar bile akın akın komünist oluyorlar. Akrabalarımın ekseriyeti de solcu. Akrabalık hâli birbirimize gidiş gelişlerimizde illâ mevzû sağ-sol tartışmasına gelip dayanıyor. Karşımda dünyâ klâsiklerini okumuş, Karl Marks’ın Das Kapital’inden bahseden yetişmiş insanlar buluyorum. Birçokları bu yoldan giderek ateist olmuşlar. Ben zâten çok kifâyetsiz olan ülkücü kütüphânemizden okuduklarımla kendimi yetersiz hissediyorum. Mücâdele heyecânını içimde duyuyorum ama bilgim kâfî gelmiyor. Ekonomiden, edebiyattan, sanattan, felsefeden… bahseden insanlara Bozkurtların Dirilişi ile cevap verilemeyeceğini fenâ hâlde hissediyorum.

Hemen belirteyim ki mücâdele sadece fikrî sâhada değil. Küçücük bir ilçede üç şehidimiz vardı. Dövülme, yaralanma ise hesapsız. Şehidlerimizden birisi MHP ilçe başkanı Mehmet Özgün. Hayâtımda tanıdığım ilk gerçek entelektüel. Bir gece misâfirlikten döndüğünde evinin önünde çapraz ateşle delik deşik edilmişti ve benim bir tarafım göçmüştü âdetâ. O günlerde (1979) S. Ahmet Arvâsî’nin Hergün’deki yazıları Türk İslâm Ülküsü ismiyle yayınlanmıştı. Ben yayınevinden getirtip geldiği fiyata arkadaşlara dağıtıyordum. Bir tanesini de Mehmet Ağabey’e vermiştim. Şehâdetinin üzerinden yıllar geçti. Evlerine gitmiştim. Acabâ benim verdiğim kitap duruyor muydu? Merakla kitaplığa baktım. Evet, orada duruyordu. Sanki mahzun bir tebessümle bakar gibiydi.

İşte o yıllarda rûhumda şimşekler çaktıracak, belimi doğrultacak, kafamdaki suallere net cevaplar verecek, zihnimi aydınlatacak, bilgilerimi bir düzen içine sokacak, tefekkürün ne olduğunu gösterecek bir insanı keşfettim. Hergün Gazetesi o zamanlar MHP’nin yayın organı durumundaydı. Solculara karşı fikrî mücâdele yapabilmek için çok okumak gerektiğini erken denebilecek yaşlarda idrâk etmiştim. Akranlarımdan günlük gazete okuyan hemen hemen yok gibiydi. Ben her gün mutlaka bir Hergün gazetesi alır sular seller gibi satır satır okurdum. Bütün yazarları… Zaman geçtikçe yazarlardan biri beni gittikçe daha fazla sarmaya başladı. Gerçek ve derin bir derdi olan, gençleri günlük siyâsî kavgalardan alıp derin fikrî meselelere yönelten, solcular karşısında sıkıştığımız mevzûlarda bizi takviye eden farklı bir yazar. O, S. Ahmet Arvâsî idi. Türk-İslam Ülküsü ser levhası altında yazardı. Yazılarında neler bulmazdık ki… En başta eğitim… Tarih, kültür, İslâm-tasavvuf, ehl-i sünnet, ekonomi, sosyoloji, edebiyat, şiir, felsefe… Bir sonraki günü iple çekerdim. Yazılarını okuyuşum normal bir okuyuş değildi. İçer gibi okuyordum. Bazı cümlelerini, hatta paragraflarını ezberliyordum. Bu ezberlediğim paragraflar solcular karşısında bocaladığım hususlardaki bizim cevaplarımızı teşkil eden paragraflardı. Zihnimde bir solcuyu karşıma alır, iddiasını ona söyletir sonra da Arvâsî Hocanın yazılarından ezberlediğim kısımları ona cevap olarak söylerdim. Bu, bir dâvâ gayretiyle kendiliğinden bulduğum bir metoddu. Çok faydasını gördüğümü söyleyebilirim.

S. Ahmet Arvâsî’yi okudukça dâvâ anlayışım da yeni bir mâhiyet kazanıyor, oturuyordu. Eski Türk târihine alâkam devâm etmekle birlikte Türklerin Müslüman oluşundan sonraki mâcerâmız daha çok merâkımı çekmeye başlamıştı. Zaten bugün Türklüğünü muhâfaza edebilen bütün Türk boylarının ancak Müslüman olmuş Türkler olduğunu görüyor, Türk milletinin var olabilmesi için İslâm’ın şart olduğunu idrâk ediyordum. İslâm dünyâsının da Türk’süz ayağa kalkamayacağı gerçeği de gittikçe netlik kazanıyordu. Kader öyle bir noktaya getirmişti ki Türk İslam’sız, İslâm Türk’süz olamaz. (Bunu itikâdî bir mesele olarak değil târihî bir vâkıa olarak söylüyorum. Aksi hâlde İslâm’ın var olmak için hiçbir kavme muhtaç olmadığı bedîhîdir)

Benim dâvâ anlayışım Arvâsî Hoca’yı tanıdıktan sonra aslî veçhesini kazanmıştır diyebilirim. Buna göre dâvâ aslında İslâm’dan başka bir şey değildir. Türk milleti de İslâm’a hizmet ettikçe yükselen, İslâm’ı da yükselten bir güç… Bir Türk olarak İslâm’a hizmet etmekten öte bir ülkümüz olamaz. Yapacağımız iş İslâm’a hizmet için Türk milletinin müthiş enerjisini harekete geçirmekten ibârettir. Bu yolda ırkçılık semtimize uğramaz, bütün ümmetle el ele kol kola İslâm’a hizmetten gocunmayız. Türk olmamız, Türk olmayan hiçbir Müslüman’a ters bakmamıza sebep olamaz. Başka kavimlerden olan Müslümanlardan da aynı ümmet şuurunu bekleriz.

Lise 1. sınıfta yazılarını tanımaya başladığım Arvâsî Hoca ondan sonra da fikrî hayatımın baş rehberi olmaya devâm etti. Lise bitti, üniversite bitti. Elbette ondan başka da birçok yazar tanıdım, okudum, etkilendim. Hepsinin bana kattıklarını inkâr edemem, hepsinden Allah râzı olsun. Ama ilk göz ağrısı unutulmaz ya… Arvâsî Hoca benim için öyledir. Fikre-tefekküre beni uyandıran insandır Arvâsî Hoca. Gözümü ilk açandır. O gün bugündür ondan aldığım istikâmet hiç yanlış çıkmadı. Arvâsî Hoca takipçiliğimden hiç pişman olmadım.

Arvâsî Hocamızdan neler öğrendim? Neler öğrenmedim ki? Kendini Arayan İnsan’dan insanın maddeden Allah’a merhale merhale yolculuğunu, İnsan ve İnsan Ötesi’nden bütün beşerî sistemlerin kökenlerini ve bunların karşısında en mükemmel sistemin İslâm olduğunu ve en kâmil insan tipinin Müslüman ahlâk kahramanları olduğunu. Komünizmi, sosyalizmi, faşizmi, nihilizmi, finalizmi, ateizmi… Bunlara bir Müslüman’ın verebileceği cevaplarla birlikte… Diyalektiğimiz Estetiğimiz’den dünyâyı kavrayış üslûbumuzu ve İslâmî bir estetiğin ne olduğunu, istinâtgâhlarını ve yeniden diriltebilmek için yapmamız gerekenleri öğrendim. İslâmî hayâtımıza bambaşka bir zâviyeden bakan, bambaşka bir tasnifle yazılmış İlm-i Hâl’den temel ilmihâl bilgilerini aldım. Ehl-i Sünnet mefhûmunu ilk defa ondan duydum meselâ. Daha sonra îman hayâtımın temeline yerleştireceğim Ehl-i Sünnet mefhûmunu… İmâm-ı Rabbânî ismini de ilk defa ondan okumuştum. Tasavvuf mevzûunda sık sık ondan iktibaslar yapardı. Arvâsî Hoca’nın îman, îtikat ve tasavvuf anlayışının İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin anlayışından ibâret olduğunu söyleyebiliriz. Buna bağlı olarak Muhyiddin Ârâbî Hazretlerinin vahdet-i vücutçuluğunu, onun bu mevzûda düştüğü hatâları, doğrusunun yine İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinden iktibasla “vahdet-i şühûd” olduğunu hep Arvâsî Hoca’dan öğrendim. Bütün bunlar bir taşra çocuğu için hayâl bile edilemeyecek yüksek seviyede bilgilerdi.

Ondan öğrendiğim en mühim hususlardan biri de bir meseleyi zihinlere nakşederken bağırmamak, sükûnetle insanın aklına hitâp etmektir. Kur’an kursu hocası dostum merhûm Havzalı Ömer Özkan’a da Türkiye Gazetesi’ndeki yazılarını okurdum. Şu sözünü hiç unutamam: “Ahmet Hoca, sen bu adamın yazılarını okurken sanki beynimde binlerce düğüm varmış da hepsi pıt pıt diye çözülüyor.” Evet, aynen böyleydi rahmetlinin yazıları.

Dumlupınar Üniversite’sinde öğretim görevlisi olarak işe başladığım ilk günlerde (1995) sosyoloji bölümünün bir imtihânında gözetmen idim. Bir hoca geldi, soruları yazdırdı gitti. Sorulara ben de şöyle bir göz attım. Allah Allah, sorular S. Ahmet Arvâsî okumuş bir zihniyeti ihtâr ediyordu. Bir ara hoca geldi. Çocukların bir sualleri olup olmadığını sordu. Tam gidecekken ben, “Hocam, bu soruları siz mi hazırladınız? S. Ahmet Arvâsî’yi tanır mısınız? Sorular sanki onu okumuş birisinin soruları gibi.” dedim. Hocanın gözleri parladı, buğulandı. “Hocam, imtihândan sonra mutlakâ odama gelin, tanışalım. Ben fikrî hayâtımı ve istikâmetimi Arvâsî Hoca’ya borçluyum.” dedi. İmtihândan sonra odasına gittim. Kucaklaştık. Dikkat ediniz, bir fikir adamından beslenmenin mânâsına bakınız. Birbirini ilk defa tanıyan iki insan kucaklaşıyor. Bizi kucaklaştıran aslında Arvâsî Hoca’nın sevgisi ve mâneviyâtı idi. Oturduk, dertleştik. Meğer hoca, tıp doktoru imiş, sosyolojiye geçmiş. S. Ahmet Arvâsî’nin ev sohbetlerinde, dizinin dibinde yetişmiş. Onunla bizzat tanışan bir insanla ben de ilk defa böylece tanışmıştım. O hocamızdan çok istifâde ettim. Şimdi bu hocamız (Tayfun Amman) emekli sosyoloji profesörüdür.

Kütahya'da Dumlupınar Üniversitesi olarak bir "S. Ahmet Arvâsî'yi Anma Programı" yaptık. Konuşmacımız Prof. Dr. Yunus Erdoğan bir kimya profesörüydü. Buna çok şaşırmıştım. Meğer hoca, öğretmen lisesi mezunuymuş ve Arvâsî Hoca'nın liseden talebesiymiş. Hocamızın anlattıklarından aklımda kalan şu oldu: "Biz lisedeyken gençler arasında komünistlik moda idi. Hemen her gün birkaç arkadaşımızın daha komünistlere katıldığını görür çok üzülürdük. Biz S. Ahmet Arvâsî Hocamızın etrafında toplanırdık. O günlerde arkadaşlarımıza 'Sen de mi komünist oldun?' diye sorduğumuzda bazıları şu cevâbı verirdi: 'Ben Arvâsî Hoca'nın talebesiyim!' Bu, 'Ben komünist olmadım, olmam.' demekti."

Halamın oğlu merhûm muallim Kâzım Can’ın da eğitim enstitüsünde hocası imiş. Onun hakkında sözü: “Dersleri klâsik dersler gibi geçmezdi. Batılı filozoflardan girer, Mevlânâ’dan Yunus’tan çıkar, biz âdetâ bir fikir sarhoşu olurduk. Derslerinde soru yasağı ve sınırı yoktu. Solcular da dâhil herkes istediği soruyu sorardı ve cevâbını alırdı.”

Vefât ettiğinde onunla aynı okulda çalışmış merhum Ahmet Yılmaz Boyunağa da bir yazı yazmıştı. Şu sözlerini hiç unutmam: “Okulumuzda solcu hocalar ekseriyetteydi. Sık sık tartışırdık. Arvâsî Bey’in bu tartışmalardan mağlup çıktığını hiç görmedim. Ne yapar, nasıl yapar, karşısındaki solcular tartışmanın sonunda başta savundukları görüşün zıddını savunur bulurlardı kendilerini ve şaşırır kalırlardı.” Böyle bir iknâ kuvveti vardı merhûmun.

Siyâset sahnesine çıkıp da istikâmetini hiç bozmamış nâdir insanlardan olan merhûm Muhsin Yazıcıoğlu’nun da fikir babası S. Ahmet Arvâsî Hoca’mızdı. Muhsin Başkan, her fırsatta onun kitaplarını tavsiye ederdi.

Ben üniversite imtihânında üç okul tercih etmiştim. Sırasıyla Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi... Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni tercih etmemin tek sebebi Arvâsî Hoca’nın oradan mezun olmasıydı. Onun gibi olabilmek için onun okuduğu okulda okumak istiyordum. Nasip değilmiş, Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü çıktı nasîbimize.

Bu kadar tesîrinde olduğum, bu derece muhabbet duyduğum merhûm hocamızla çok istediğim hâlde dünya gözüyle görüşemedim. Onunla tek temâsım bir mektupla gerçekleşti. 12 Eylül ihtilâlinden sonraki fetret devresinde ülkücüler Yeni Düşünce isimli bir dergi çıkarıyorlardı. Bir duyuru yaptılar: “Bundan böyle S. Ahmet Arvâsî Hocamız suallerinize cevap verecektir. Suallerinizi bize yazınız.” Ben de hem kendi adıma hem de o zamanki ülkücüler adına büyük ihtiyaç gördüğüm bir meseleyi (Mezhepsizlik) anlatmasını istediğim bir mektup yazdım. İlk cevabı bana vermişti. (S. Ahmed Arvasî, Yeni Düşünce Dergisi, 30 Eylül 1983, Sayı: 102, s.30) Bu yazının kaybolup gitmesinden korkuyordum. Nihâyet tam bir S. Ahmet Arvâsî mütehassısı olmuş bulunan Hüdavendigâr Onur Hocamıza bu yazıyı ulaştırdım. İnşaallah şu anda bir kitaba girmek üzere bekliyordur.

Cevâbının başındaki “Mektubunuzu, büyük bir dikkatle okuduk. Alâka ve hassasiyetiniz, bizi, çok memnun etti. Bilhassa, ‘İslam’ın ana caddesinden sapan’ bozuk din cereyanları etrafındaki endîşelerinize katılmamak mümkün değil.” sözleri benim için ne büyük bir saadetti, anlatamam. İşte, benim elimden çıkan bir mektup onun eline değmişti ve üstüne üstlük bir de cevap veriyordu.

Öyle bir hoca bir daha gelir mi, bilmem. Allah isterse her şey olur ama ümitli olmamız için çok sebep göremiyorum. Maalesef iyi insanlar iyi atlara binip gidiyorlar ve yerleri hep boş kalıyor. Seviyenin ne kadar düştüğünü şöylece anlatmaya çalışayım: Üniversitede çalışırken bir kız talebeme Hocanın “Kendini Arayan İnsan” kitabını verdim ve mutlakâ okumasını söyledim. Kızımız aylarca uğraştı. Sıkılıyordu besbelli. Ama ben ısrâr ediyordum. Sonunda bir gün kitabı getirdi. “Hocam, sizin hatırınıza kitabı okudum ama ne anlattığını, niye okuduğumu hâlâ anlayamadım.” dedi. Düşünün, benim lise çağlarımda heyecan içinde ve büyük ölçüde de anlayarak okuduğum bir kitabı üniversite talebesi anlamıyor. Kaldı ki ben süper zekî bir insan da değilim. Fakat biz her şeye rağmen onların eserleri ile yol bularak onlar gibi insanları yetiştirmeye gayret edeceğiz. Elimizdeki fidanı dikeceğiz yani.

Merhûm Hocamızın ve aynı istikâmet sâhibi bütün dâvâ adamlarının ardından Fâtihalar gönderiyorum.

Hakkınızı helâl ediniz muhterem Hocam.

31. 12. 2019

Yazar: Ahmet Ar
01-01-20
E mail: ahmet_ar@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İÇİMİZDEN BİR ARVÂSÎ HOCA GEÇTİ
Online Kişi: 29
Bu Gün: 307 || Bu Ay: 6.297 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.364 || Toplam Tıklanma: 52.118.663