ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM
Okunma Sayısı: 696
Yazar: İmam-ı Rabbani Hz.
NÂFİLE NAMAZ CEMAATLE KILINMAMALI (Mektûbât, 288. mektup)

Bu mektup Seyyid Enbiyâ el-Mânkipûrî’ye yazılmış olup berâet, aşure ve diğer gecelerde nafile namazların cemaatle eda edilmesine mâni olmak ve benzer meseleler hakkındadır.

Hamd, bizleri Peygamberlerin Efendisine tâbi olma şerefine erdiren ve bid’atler işlemekten sakındıran Allah içindir. Salât ve selam, dalâleti ortadan kaldıran ve hidayet bayrağını yücelten zâta, değerli ailesine ve seçkin ashabına olsun.

Bilmek gerekir ki; günümüzde sıradan ya da seçkin insanların çoğu nafilelerin edasına büyük önem vermekle birlikte farz ibadetlerin yerine getirilmesi konusunda ihmalkar davranmakta ve farz namazların içinde uyulması gereken sünnet ve müstehapların çok az bir kısmına riayet etmekte, nafileleri çok değerli görüp farzları düşük ve değersiz kabul etmektedirler. Farz namazları müstehap olan vakitlerinde eda ettikleri nadirdir. Cemaatle namaz esnasında iftitah tekbirine yetişmeyi önemsiz görmekte hatta cemaati kaçırmayı bile umursamamaktadır.

Farzları tembel ve miskin bir şekilde edâ ederken aşure günü, berâet gecesi, adına regâib dedikleri Receb ayının ilk Cuma gecesi ve Receb ayının yirmi yedinci gecesi nafileleri tam bir cemiyet haliyle ve ihtimam göstererek eda etmekte ve bu yaptıklarının güzel ve muteber olduğunu zannetmektedirler. Bu kötülükleri güzellik olarak görmenin şeytanın bir aldatmacası olduğunu bilmemektedirler.

Şeyhülislam Mevlânâ ‘Isâmuddîn el-Heravî Vikaye şerhinin haşiyesinde demiştir ki: "Nafile namazı cemaatle kılıp farz namazı cemaatle kılmayı terk etmek şeytanın aldatmacalarındandır".

Bilmek gerekir ki nafileleri cemaatle kılmak kötü ve çirkin bid’atlerdendir ve bu bid’at Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) "Kim şu dinimize yeni bir şey katarsa o reddedilir"[1]hadisinin kapsamına girer.

Bilinmelidir ki nafilelerin cemaatle kılınması bazı fıkhî rivayetlerde mutlak olarak mekruhtur. Bazı rivayetler ise buradaki kerahet için ilan ve tam cemaat şartlarını getirmişlerdir. Buna göre şayet iki kişi, kimseyi çağırmaksızın mescidin bir köşesinde cemaat yaparak nafile kılsa caizdir ve burada bir kerahet yoktur. Ancak üç kişi olmaları durumunda âlimlerin ihtilafı vardır. Dört kişi olurlarsa bazı rivayetlere göre ulemanın ittifakıyla mekruhtur; bazı rivayetlerde ise en sahih olan, mekruh olmasıdır.

El-Fetâvâ es-Sirâciyye’de[2] teravih ve küsûf[3] namazlarının dışındaki nafile namazı cemaatle kılmanın mekruh olduğu belirtilir.

El-Fetâvâ’l-Ğıyâsiyye’de[4] İmam Serahsî[5] (rh. a.) şöyle der: "Ramazanın. dışında cemaatle nafile kılmak ancak ilan/davet yoluyla olursa mekruh olur. Bir ya da iki kişinin uymasına gelince bu mekruh değildir. Uc kişi olmaları durumunda ihtilaf vardır. Dört kişi olurlarsa mekruh olur ve burada bir ihtilaf yoktur".

Özet olarak belirtildi ki;

Cemaatle kılınan nafile namaz eğer cemaatin davet edilmesi sonucunda oluşan bir cemaat ile kılınmışsa mekruhtur. Ancak ezan okumaksızın ve kamet getirmeksizin mescidin bir köşesinde kılınırsa mekruh olmaz.

Şemsu’l-Eimme el-Halvânî[6] demiştir ki: "Eğer bu cemaat imamın dışında üç kişiden oluşuyorsa ittifakla mekruh olmaz. Dört kişide ihtilaf vardır ancak en doğru olan mekruh olmasıdır".

El-Fetâvâ’ş-Şâfiye’de belirtilmiştir ki; “ramazan ayının dışında nafileler cemaatle kılınmaz. Bu, eğer davet yoluyla olursa yani ezan ve ikâmet ile insanlar cemaatle nafile kılmaya çağrılırsa mekruh olur. Ama herhangi bir çağrı olmaksızın bir ya da iki kişi uyarsa mekruh olmaz. Üç kişinin uyması konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Dört kişi uyarsa ittifâken mekruh olur.”

Bu tür rivayetler bir hayli fazladır. Fıkıh kitapları bu rivayetlerle doludur.

Eğer nafile ibadetleri mutlak olarak cemaatle eda etmeye izin veren ve cemaatin sayısına değinmeyen bir rivayet bulunursa bu rivayet başka bir rivayette bulunan mukayyed üzerine hamledilmeli, mutlak ile mukayyed kastedilmeli ve buradaki cevazı iki ya da üç kişi ile sınırlamalıdır.

Çünkü Hanefî Alimleri her ne kadar "usûl"de mutlakı mutlaklığı üzere bırakıp mukayyede hamletmeseler de ancak rivayetlerde, mutlakın mukayyed üzerine hamline cevaz verirler hatta bunu gerekli görürler.

Farz-ı muhal yoluyla şayet mutlak hamledilmeyip de mutlaklığı üzere bırakılırsa, mukayyede muarız olur ve kuvvet olarak eşitlenmiş olurlar. Kuvvette eşitlik ise memnudur. Çünkü mekruh olduğuna dair rivayetler, mubahlık rivayetlerinin tersine fazla olmaları hasebiyle tercih edilmiş ve fetva bu rivayetlere göre verilmiştir.

Mutlak ile mukayyedin kuvvet olarak eşit olduğu kabul edilse bile ben derim ki: Kerahet delilleri ile mubahlık delillerinin muarız olması durumunda mekruhluk tarafı tercih edilir. Çünkü burada Usûl-i Fıkıhçılarca da kabul edildiği üzere ihtiyata riayet sözkonusudur.

Aşure günü, berâet gecesi ve regâib gecesi iki yüz ya da üç yüz kişilik büyük cemaatler halinde camilerde nafile namaz kılan ve bu tür bir toplanmanın ve cemaatin güzel olduğunu kabul edenler fakihlerin ittifakıyla mekruh işlemektedirler. Çirkin olanı güzel karşılamak en büyük çirkinliktir. Zira haramın mubah olduğuna inanmak insanı küfre götürür; mekruhun güzel olduğunu zannetmek ise bunun yalnızca bir derece altındadır.

O halde bu tutumun çirkinliği çok iyi düşünülmelidir. Onların bu noktada kerahetten kurtulma konusundaki dayanağı çağrının olmayışıdır. Evet çağrının olmayışı bazı rivayetlere göre keraheti ortadan kaldırır ama bu, imama uyanların sayısının yalnızca bir ya da iki kişi olması durumunda sözkonusudur. Bu da mescidin bir köşesinde kılınması şartına bağlıdır. Yoksa boşa kürek çekilmiş olur.[7] Üstelik ilan cemaatin bazılarının bazılarına nafile namaz kılınacağını bildirmesidir ki o da bu cemaatte gerçekleşmektedir. Zira onlar aşure günü ve diğer gecelerde kabile kabile birbirlerine bildirerek "falan âlimin ya da falan şeyhin mescidine gidip namazı orada cemaatle eda etmeliyiz" derler. Onlar bu işe değer vermektedirler. Halbuki bu tür bir bildirim ezan ve ikametten daha açıktır ve böylece de ilan sabit olmuş olur. Eğer bazı rivayetlerde geldiği üzere ilanı ezan ve ikametle sınırlayıp ezan ve ikametin hakikatini kastedersek; cevap, mekruh olmaması az önce değinilen diğer bir şartla birlikte cemaatin bir iki kişi olması durumuyla ilgilidir.

Bilmek gerekir ki; riyaya ve şöhrete muhtemel bir yerde durması sebebiyle nafilelerin edası gizlilik ve saklılık üzerine kurulmuştur. Cemaat ise buna mânidir. Farzların edasında istenilen ise izhar ve ilan etmektir. Çünkü farz namaz riya ve şöhret şaibesinden uzaktır ve onun cemaatle kılınması yerinde olur.

Veya deriz ki: Cemaatin çokluğu fitnenin çıkmasına muhtemel bir zemin olabilir. Bundan dolayıdır ki fitne çıkması durumunda emniyetin sağlanması için Cuma namazının edasında sultanın ya da vekilinin bulunması şart koşulmuştur.

Ayrıca bu mekruh cemaatlerde güçlü olan fitnenin uyandırılması ihtimali de söz konusudur[8]. O halde bu toplantı meşru değildir aksine kabul edilmeyen bir toplantıdır. Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Fitne uyumaktadır. Onu uyandırana Allah lanet etsin."[9]

Müslüman yöneticilere, kadılara ve denetim görevlilerine gereken bu tür toplantılara mâni olmak ve en açık yöntemlerle engellemektir. Böylece fitneye götüren bu bid’atin kökü kazınmış olur.

"Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir."(Ahzab, 4).

 

[1] Hadisin tahrici için bkz.: c.l, Mektu p 186.
[2] El-Fetâva’s-Sirâciyye: Kâri’u’l-Hıdâvc diye tanınan Hanefî hukukçusu Ebû Mas Sirâceddîn Ömer b. Ali’nin (v. 829/1426) fıkha dâir eseri. Kitabın diğer adı, Fctâvâ KâriTt-Hidaye’Sı. Kitap, müellifinin öğrencisi olan Ibnu’l-Humâm tarafından derlenmiştir. (T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, XXIV. 495.)
[3] Küsûf Namazı: Güneş tutulması durumunda kılman iki rckatlık bir namazdır.
[4] El-Fetâvâ’l-Ğıyâsiyye: Dâvud b. Yûsuf el-Hatîb el-Hanefî’nin (v. 500h.) eseridir. (Bkz. Kâtip Çelebi, Kcşfu’z-Zunûn, El-Fetâvâ’l-Ğıyâsiyye maddesi, IV. 156).
[5] İmam Serahsî: Muhammed b. Ahmcd b. Ebî Sehl Ebû Bekr cs-Serahsî (v. 490[?]h.). Şemsu’l-Eimme nisbesiyle anılan meşhur Hanefî fakihidir. Mebsût kitabının müellifidir. Şemsu’l-Eimme el-Halvânî’nin talebesidir. (Abdulkâdir el-Kuraşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî’Yabakâli’l-Hanefqye, III. 78, 82, tahk. Dr. Abdulfettâh Muhammed el-Hulv).
[6] Şemsu’l-Eimme el-Halvânî: Ebû Muhammed Şemsu’l-Eimme Abdu’l-Azîz b. Ahmcd cl-Halvânî (v. 452/1060[?]). Ünlü Hanefî Fakihi. Buharalıdır. Babası helva yapıp sattığı için Halvânî (Halvâî) nisbesiyle anılır. Özellikle Fıkıh alanında derin bilgi sahibi olan Halvânî, kendi zamanında Buhara yöresinde Hanefî âlimlerinin en önde geleniydi. (T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, XV. 383.)
[7] "Ve bidûnibîhartu’l-kotâdi" deyiminin açıklaması için bkz. C. 1, M.75, ilgili dipnot.
[8] Bu ifadenin Farsça nüshadaki karşılığının çevirisi şöyledir: Fitnenin uyandırılması ihtimali de güçlüdür.
[9] Er-Rafi’î, et-Tedvin,I.291.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: İmam-ı Rabbani Hz.
25-03-20
E mail: darusselam.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
NÂFİLE NAMAZ CEMAATLE KILINMAMALI (Mektûbât, 288. mektup)
Online Kişi: 17
Bu Gün: 364 || Bu Ay: 9.587 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.300 || Toplam Tıklanma: 51.943.196