HALEB'E DUÂ

HALEB'İ UNUTMA, UNUTTURMA!

Duâ da edemiyorsan, Müslümanlığını gözden geçir...

NOT: Halep düştüğü günlerde bu site duyurumuzu uzun müddet sâbitlemiştik. Şimdi yine vakti geldi.

ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Okunma Sayısı: 15036
HAKKIMIZDA

 NİÇİN "DOĞRULUŞ"?

Biz eğrildik…

Ölmedik; ama eğrildik…

Apaydınlık ana caddeden karanlık dehlizlere sürüklendik.

Arkadan iteni, önden çekeni bilemeden; gülerek, eğlenerek doğru yoldan saptık. Farkına bile varamadık nereden nereye geldiğimizin; düzeneği kuranlar fark ettirmedi… Suçluyuz; biz de fark etmeliydik, edemedik.

Şimdi târihin ve istikbâlin önünde en büyük vazîfe: Doğrulmak!.. Bizi doğru tutan bütün değerlere yeni bir aşk ve kavrayışla sarılmak ve doğrulmak... O değerler ki, arzdan arşa doğrunun kendisi, kaynağı… Kendine yaklaşıp yapışanı da kendine benzeten; yâni doğrultan değerler…

“Hûd sûresi belimi büktü; kocattı.” buyuruyor Allah Resûlü. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” (Hûd, 112) Doğru değil, dosdoğru… Allah emri… Doğruluk o kadar kolay değil. Eğrilikten, yalan ve yanlıştan arındırılmış bir ulunun bile belini büküyorsa dosdoğru olmak, gerisini iz’an ehli düşünsün... Dosdoğruluk bu derece zorsa, eğrilenin doğruluşu da o kadar, belki daha zor olacaktır. Ama başka çâre de yok; “doğruluş” kaçınılmaz. Çünkü doğruluş yoksa yok oluş kaçınılmaz... Dağların taşların  taşımaktan korktuğu ve sâdece insanın yüklenebildiği emânet ve onu taşıma mükellefiyeti ancak “dosdoğru” olmakla kaaim. O hâlde doğruluş hayat memat meselesi... Emânete hıyânetten ürperenler doğrulmak mecbûriyetinde. Eğrilerin omzunda doğrular taşınmaz. Ya doğruluşu gerçekleştireceğiz, ya da…

Ölüm değildi bizimkisi; dizüstü düşmek, tökezlemekti. Düşmüştük… İki ayağımızın üzerinde doğrulacak, eski heybetimizle ayağa kalkacak, yürekleri ağza getiren, târihin hâtıraları sinmiş bakışlarımızla ufukları tarayacaktık… Muhteşem bir yeniden geliştir “doğruluş”…

Bütün eğriliklerin karşısında dimdik durmak da “doğruluş”tur. Eliyle, diliyle, kalbiyle… Takvâsı, ibâdeti-tâatiyle… Aklıyla, zekâsıyla, irfânıyla, yüreğiyle… Kalemiyle, kitabıyla… Bilgisi ve kültürüyle… Allah’ın bahşettiği bütün meleke, meziyet ve kaabiliyetleriyle… Verilen her kaabiliyetin bir mes’ûliyet yüklediği şuûruyla… ve bu mes’ûliyetin gereğini yapma aşk ve şevkiyle “şöyle bir doğruluvermek”… Doğruluş…

Doğru… Yalanın, yanlışın ve eğrinin zıddı… Üç menfî mefhûmun zıddını tek başına deruhte etmek her kelimeye nasip olmaz.

“Ağacın yaşken eğildiğini” bildiğimiz kadar “yaşken doğrulduğunu da” bilmeli ve çocuklarımızı daha ana rahmindeyken doğruluşa hazırlamalıyız.

“Doğruluş”un ilk hecesi “doğ”un, doğmak fiiliyle aynîliği kelimenin ve kaderin bize bir armağanı. Evet, “doğruluş” aynı zamanda bir yeni “doğuş”… “Doğruluş”, inşaallah kader tarafından “doğuruluş” olacak…

İmâm-ı Rabbâni Hazretlerinin bir vecîzesiyle bu ilk sözümüzü perçinleyelim:

“Kerâmet, istikaamettir.”

   
 
Hakkımızda
Online Kişi: 14
Bu Gün: 73 || Bu Ay: 228 || Toplam Ziyaretçi: 2.348.859 || Toplam Tıklanma: 54.167.419