ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / PORTRELER
Okunma Sayısı: 4745
Yazar: Mehmet Önder Karacaoğlu
GERÇEK BİR ÂLİM PORTRESİ: DURMUŞ HOCAOĞLU

Durmuş Hocaoğlu'nun ardından

“Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.”

Elektronik postama gelen bülten mesajı üç kelimeyi üç ok gibi, üç kurşun gibi yüreğime saplıyordu. Koskoca bir çınarın yıkıldığını anlatıyordu tek cümle: “Durmuş HOCAOĞLU’nu kaybettik.” Gerçekten büyük bir kayıptı bu. Hem ilim dünyası, hem de gerçek vatanseverler büyük bir kumandanı, büyük bir idealisti kaybetmiş oluyordu. Elektronik postayı kaç kere okuduğumu bilmiyorum ama değişecek bir şey yoktu. Değerli hocamız Hakk’a yürümüştü.

Zihnimde üniversite yıllarım yeniden canlandı. Durmuş HOCAOĞLU’nun dersimize girecek olmasının verdiği heyecanla koridorda bekleşiyorduk. Daha önce yüzünü hiç görmemiştik. Bülten (1) aracılığıyla yazılarını okuyor, Devletçilik Bumerangı (2) adlı kitabını başucumuzdan ayırmıyorduk. Büyük insandı hoca. Tahayyülümüzde bir efsaneydi. Biraz da korku vardı içimizde, hocanın bize kök söktüreceği düşüncesindeydik. Öyle de oldu ama bundan hiç şikayet etmedik. Hasılı koridorda bekleyişimiz sürerken Anadolu’nun tüm vasıflarını kendinde toplayan bir adam çıkageldi. Bir omzunda bilgisayarı, öbür elinde başka bir çanta. Bilgisayarı taşıdığı omzu biraz çökmüş, yüzünde mütebessim bir tavır. İki yanındaki iki çantanın ağırlığından ziyade, milletinin derdi, yükü var bedeninde. Beklediğimiz gibi devasa bir insan değil, tahayyülümüz sınıfta kalıyor. Ama devasa bir yürek geliyor, koridorda bir saygı rüzgârı esiyor. Gayri ihtiyari herkes kendine çeki düzen veriyor. İki yorgun göz, bizleri süzüp dersliğe doğru yol alıyor.

Hoca, kürsüye çantalarını bırakıp bizleri selamladıktan sonra “Biraz kendimi tanıtayım, ben Durmuş HOCAOĞLU” diye söze giriyor. Bayburt erenlerinden, âlimler yetişen bir aileden geldiğini bildiğimiz hoca, tevazuyla bu ayrıntıları geçiyor. Soyadındaki ayrıntıyı bizler zaten biliyoruz, ona da değinmeden geçiyor. İslam ahlâkına, Türk töresine, ilim edebine vakıf olduğundan kısaca değiniyor bazı köşe taşlarına. Dedesinden miras kalan 30.000 cilt kitapla gurur duyması bilime ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Kabataş Lisesindeki öğrencilik yıllarından kısaca bahsediyor. Fransızcayla olan iştigalinin bu dönemde başladığını, felsefe merakının da yine bu zamana denk geldiğini ifade ediyor. Halbuki bizler daha ortaokul sıralarında Fransızca romanlar okuduğunu biliyoruz. Zaman su gibi akıp gidiyor. Hocanın dilinden kelimeler döküldükçe bizim hayranlığımız artıyor.

Günler geçtikçe, hocayı daha iyi anladıkça, daha yakından tanıdıkça ona olan hayranlığımız ziyadeleşiyordu. Onun talebesi olmak, onun fikirlerini dinlemek bizler için bambaşka bir metafordu. Bu boyutta ideallerimize ve geleceğin büyük Türkiye’si hayaline can veriyorduk. Vatan sevgisinin ne demek olduğunu, hakiki mânâda milliyetçilik doktrininin nasıl olması gerektiğini ondan öğreniyorduk. Onun dilinden dökülen her cümle dolu dolu bir hayatın birikiminin neticesiydi. Ve bu birikimle hayatını idame ettiriyor, yetişmiş insan olma vasfının altını çizerek bizlere telkinlerde bulunuyordu.

Böylesi bir ilim adamının yerinin kolay kolay dolmayacağı aşikâr. Gerçek bir düşünür olabilmek, bu toprakların rengini ve zenginliğini kendinde toplamak herkese nasip olmaz. Hocanın yerini takdir ederken bunları göz önünde bulundurmak gerekir.

“Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.”

Satırlara düşen kelimeler gözlerimi zorluyor. Elektronik postama düşen bir mesaj, yüreğimde dalga dalga büyüyor. Yorgundu, rahatsızlıkları vardı. Yüksek lisansta öğrencisiyken, rahatsızlığından dolayı derslerin ağır geldiğini dile getirdiğinde bölüm başkanımız Mustafa S. KAÇALİN (3) “Hocam, sen bu gençlere lazımsın.” demiş, hoca da karşı çıkmamıştı. Zira fizik ve felsefe konularında uzman olan hocanın Türkçe bölümünde Dil Felsefesi yüksek lisans dersleri vermesi bambaşka bir durumdu. Onun anlattıkları ile çok farklı bakış açıları kazandık. Üzerimizde çok büyük hakkı var, inşallah helallik alacak yüzümüz olur. Bazen gerçekten çok yorgun, çok bitkin gördüğümüz oluyordu hocayı. Omzundaki iki çantanın ağırlığı, derslerin ağırlığı, akademik çalışmaların ağırlığı bir yana milletinin derdiydi onu böylesine bitkin kılan. Zira hep cephede yer almış, mücadelesini sürdürmüş bir an olsun kendini geri plana çekmemişti.

Hakk’a yürüyen değerli hocamın ardından bir şeyler karalamayı haddim görmemden ötürü affınıza sığınıyorum. Zira benden önce hocayı anlatacak, onun hatıralarını dile getirecek çok insan vardır. Ben, ancak bir iki sene talebeliğinde bulunmuş, yıllar sürecek hayranlığımı da bu çeteleye ekleyip kadim talebesi olmayı kendime layık görmüş oluyorum. Cennetmekan hocamız, inşallah üzerimizdeki haklarını helal eder. Sözümü Durmuş HOCAOĞLU gibi Bayburt erenlerinden, Bayburtlu Zihnî’den bir dörtlükle bitirmek istiyorum:

Zihnî dert elinden her zaman ağlar,
Sordum ki bağ ağlar,  bağban ağlar,
Sümbüller perişan, güller kan ağlar,
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı.

 

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mehmet Önder Karacaoğlu
28-10-10
E mail: sanatalemi.net
 
 
Yorumlar: 1
Salih
Hoca'yı çok arayacağız
Tarih : 25-12-10

Ben de Durmuş hocanın talebelerindenim. Onun yerini dolduracak nitelikte aydınlar kolay kolay yetişmiyor. Mekanı cennet olsun.

 
GERÇEK BİR ÂLİM PORTRESİ: DURMUŞ HOCAOĞLU
Online Kişi: 20
Bu Gün: 326 || Bu Ay: 6.316 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.404 || Toplam Tıklanma: 52.118.960