ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / SANAT
Okunma Sayısı: 229
Yazar: Mustafa Yürekli
BOŞLUKTAKİ SANAT VE EDEBİYAT

BOŞLUKTAKİ SANAT VE EDEBİYATTarih boyunca insanlık, sanatı, bir teknik türü görmüş, sosyal sistem, adalet ve bireysel erdem bağlamında ele alarak, insan eğitiminin bir parçası ve insan duygularının doğrudan ifadesi olarak değerlendirmiştir. Medeniyet tarihinde eğitimin amacı, yasaların anlaşılması ve düzenin sağlanması olarak belirlenmiştir. Bireyi de yasayı ve toplumsal düzeni özümsemiş biri olarak düşünmüşlerdir.

Evrendeki düzenin (makro kozmos) hayattaki (tarih) karşılığı yasadır. Bu nedenledir ki peygamberlerin ilahi irade olarak bildirdiği yasa, eğitimle anlaşılan bir sistemdir. Eğitim, sosyal düzenin oluşmasında, siyasetin işlerlik kazanmasında birinci derecede etkilidir. Bu yüzden ancak eğitimli insanlar bilinçli bireyler olarak erdeme uygun davranışta bulunabilirler, amaçlı davranış gösterebilirler.

Dolayısıyla birey, sanatçı kimliğiyle yatay olarak bir topluma mensup olmakta; daha doğrusu üye olmakta, aile kurmakta, rol almakta, katkıda bulunmaktadır; dikey olarak hakikate bağlanmakta, yasalarla ve sosyal kurallarla bütünleşerek, bir erdem ve düzene doğru, aidiyetten medeniyete doğru ilerlemektedir.

Sanat faaliyeti, mimaride olduğu gibi zanaat boyutu da olan sanatsal üretim insan ruhu üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Sanatın temeli, kavranılabilir evrende “ilâhî” bir niteliğe sahip olan yasaların düzenini bozmayacak, hatta bu düzenin ideal şekilde hayata katılmasına katkı sağlayacak, yasalara aracılık edecek şekilde tasarlamıştır.

Bu geleneksel yaklaşıma göre, insanın sanatla olan ilişkisinin ölçütü, toplumsal düzen (yasa) ve ahlâksal değer (iyi)’dir. Sanat, yaratışı taklit olarak, kendi başına ne epistemolojik, ne de ontolojik bir özdeğere sahiptir.

İKTİDAR, SANAT VE SANSÜR

Tarih boyunca, otorite (iktidar, erk) denilen güç alanları, sanatı hep yanında görmek, emrine almak, bir şekilde onu kendi uygulamaları için araç kılmak istemiştir.

Sanatın yasalarla tanımlandığı, toplumsal düzen ve adalete yönelik bir işlevle ortaya çıktığı toplumlarda, sansür düşüncesi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Bu bağlamda sansür fikrinin kuramcısı Platon’dur. Devlet diyaloğunun onuncu kitabı, şairlerin siteden niçin uzaklaştırılmaları gerekçeleri ile başlar. Buna göre, sanatın erdemi, bireysel ve toplumsal düzeyde ifade bulan erdeme ve toplumsal düzene yaptığı katkı ile koşuttur; bu amaçtan bağımsız, özerk bir değeri yoktur.

SANAT VE ZANAAT AYIRIMI

Modern öncesinde sanatın özü, bir “araç” olmasında gerçekleşmekteydi. Baumgarten ve Kant’a göre, sanat “amacı-kendi-içinde” bir nesnedir ve müstakil, kendi başına değerlendirilmelidir. Bu modern sanat paradigmasına göre sanat ve insandaki hoşlanma duygusu, insan bütünlüğüne ait inanç, bilgi, düşünce, mantık, erdem, fayda gibi değerlerden bağımsız, bizzat kendi içinde, “ne ise o” olarak anlama çabasıdır..

Kierkegaard, Modern Çağı bir “ayrımlar çağı” olarak tanımlar. Bu çağda, sanat da dahil her şey, kendine özgü sınırlarıyla ayrışmaya uğramıştır. Bu paradigmanın bir ürünü olarak güzel ve iyi, güzel ve fayda özdeşliği bozulmuştur. Bu ayrışma sonucu sanat ve zanaat olmak üzere farklı doğada ortaya çıkmış, zanaat fayda, sanat güzellik değerine yönelik bir uğraşı alanı olarak görülmüştür. Bunun yanında sanatçı da, zanaat üreten kişiden farklı olarak, karakteri, stili, biricikliği, tekrarlanamazlığı ve yinelenemezliği olan bir üretim gerçekleştiren özgün bir kişilik olarak algılanmaya başlamıştır.

Modern dünyanın sanat anlayışında, bir seçkinlik, incelik, zarafet, eğitim, kültür ve maddi anlamda da zenginlik ve soyluluk vardır. Zanaatta ise ağır işçilerin, ustaların, dülgerlerin gayreti söz konusudur. Kuşkusuz zanaatkarların yaptıkları işte de bir incelik, güzellik ve zarafet söz konusudur, ancak bir duvar her dülger tarafından örülebilir, bir kapı her marangoz tarafından yapılabilir, bir kazanı her bakır ustası üretebilir. Üstelik her bir zanaat eserinden bir değil, onlarca, yüzlerce üretilebilir. Sözgelimi, su testisi yapan bir kişi, aynı özellikte, aynı nitelikte, aynı amaca yönelik nesneler üretir hep. Bir duygu ve ruh hâlini, tek bir formda üretme bilinci onlarda yoktur. Usta her hâliyle “işlevi olan” seri bir üretim yaptığını bilir. Sanat eserindeki biriciklik zanaat eserlerinde yoktur.

SANAT İÇİN SANAT

Estetik düşüncedeki bu modern paradigmayla sanatçı, kendini, zanaattan farklı olarak “amacı-kendinde-olan”, “kendi dışında bir amaca gereksinim duymayan” bir değer üretmenin farklılığı içinde görmeye başlamış, ama iktidarla olan bağını da bir şekilde hep korumuştur.

Bağlı olduğu en üst değer güzellikse, sanatı bağlayan başka bir değer olmayacaktır artık. Sanat, sanat için yapılacaktır. Güzel olduğunu düşündüğü bir sanat eserini ortaya koyarken, sadece “amacıkendinde-olan” bir uğraşı içinde olacak, kendini yalnız bununla sınırlı görecektir.

Sanatsal güzellik, kendi içinde bir amaç hâline gelince kritik sorular ortaya çıkar: Niçin üretmeliyim? Neye yönelik üretmeliyim? Kendimi neyle sorumlu görmeliyim? Hangi değerlere bağlanmalıyım? Sanatımın anlamı ne olmalı? Bir bakıma modern sanat ve edebiyatta ortaya çıkan derin melankoli ve bohemin kaynaklarından biri de değerlerdeki bu yalıtılmışlık ve kristalize olma durumudur.

BOŞLUKTAKİ SANAT VE EDEBİYAT

Sanatçı, kendini bağlayacağı etik değerler bulmakta zorlandıkça, kendini bir değere bağlı olmaktan çok bir değer üreticisi olarak gördükçe, farklı özden geldiğini düşünmeye başlamıştır. “Bağlı olduğum değer, temel ilke nedir?” sorusuna cevap vermekte güçlük yaşadığı her bir durumda, kendini boşlukta hissedecektir. Edebiyat ve sanat alanı, bunun örnekleri ile doludur.

Modern sanat, kendisini kendi uğraşısı dışında değerlerle tanımlamaz, böyle bir iddiaya sahiptir. Hatta bu iddia ile kendisini “doğadaki güzel”den bile ayırır. Modern sanatta, eserdeki güzellik, doğadaki güzellikten üstündür.

Dolayısıyla, estetik ve etik, estetik ve eğitim, estetik ve iktisat, estetik ve inanç değerleri arasında bir ayrım oluşturmak, değerler arasındaki ayrışmanın bir ürünü olarak modern bilince ait bir tutumdur. Hatta sanat ve iktidar ilişkisini soran soru da, bir bakıma sanatın özerkliğini ve bağımsızlığını vurgulamak isteyen bir soru olarak aynı bilince aitmiş gibi görünür.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Mustafa Yürekli
15-09-22
E mail: haber7.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BOŞLUKTAKİ SANAT VE EDEBİYAT
Online Kişi: 21
Bu Gün: 581 || Bu Ay: 9.804 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.622 || Toplam Tıklanma: 51.946.365