ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 246
Yazar: D. Mehmet Doğan
ANKARA'NIN EDEBİYATI, ANKARA'DA EDEBİYAT...
ANKARA'NIN EDEBİYATI, ANKARA'DA EDEBİYAT...TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan'ın Ankara Edebiyat Festivali'ni açış konuşması.

Bugün burada güzel bir başlangıca şahitlik ediyoruz, Allah’a hamd olsun. Ankara’da, 1928’lerde inşa edilmiş tarihî bir yapıda edebiyatı konuşacağız. Tabiî olarak edebiyatçılarla konuşacağız, onlarla birlikte edebiyat alanında emekleri olan ilim ve fikir adamlarıyla konuşacağız. Ve koca başkentte bu ilk defa olacak!

Bu gecikme Ankara’da edebiyatın yokluğundan mı? Edebiyatçının kıtlığından mı?

Asla! Ankara zengin bir edebiyat geçmişine sahip. Hadi kendi dilimizle olan geçmişimize dalmadan bin beş yüz yıl öncesine gidelim.

Arap şiirinin en büyük ismi İmriulkays, şiirleri Kâbe duvarına asılan “muallakatülseba” şairlerinin en meşhuru. Şöhreti İslâmiyet’ten sonra da devam eden şairin Ankara ile alâkası pek bilinmez.

Bizans imparatorunu ziyaretten dönen İmriulkays’ın Ankara yakınlarında öldüğü ve bu topraklara gömüldüğü bir çok kaynak tarafından doğrulanmıştır. Ankara Kalesi’nin karşısındaki Hıdırlık tepesi (şimdi Altındağ) üzerindeki kabri 1930’lara kadar çekilen Ankara resimlerinde açıkça görülebilmektedir. Ona isnad edilen bir şiirde Ankara ismi de geçmektedir:

Rubbe hutbetin mushanfirah ve ta’netin mus’ancirah   

Ve cefnetin mutehayyırah hallet biardı Ankarah 

“Nice sözler vardır ki ikramı boldur ve talebi de çoktur ki yara açar/Nice ikramı bol kimse var ki hayret ettirir de (hepsi gelir beni) Ankara’da bulur.”

Ankara’da yetişen, Ankara’da yerleşen veya Ankara’ya yolu düşen şairlerin yazarların listesi sayfalarca sürer.

Ankara türkülerinin isimsiz şairlerini anarak başlıyalım. Onların türküleri, oyun havaları Ankara’yı yüzyıllarca besledi.

Anadolu’da Türkçe şiir ya tekkelerden ya da camilerden yükseldi. Yûnus’un dili tekkede çözülmüştür, o tekke bugün de Ankara sınırları içindedir, Süleyman Çelebi camiden seslenir. Hacı Bayram hem tekke hem camiden konuşur. Ankara’dan yayılan Hacı Bayram’ın az ve öz (hepi topu 5 tanesi biliniyor) şiirleri Yûnus Emre yolunda yeni bir çığır olarak kendini kabul ettirir:

          Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm

          Derdü gam ile doldu bu gönlüm..

Günümüzde şiirle uğraşan din âlimi, Diyanet Reisi bulmak mümkün müdür? Osmanlı şeyhülislamlarının 21’i şiirle meşgul olmuştur. Bunların içinde biri vardır ki, tartışmasız divan şairlerinin en büyükleri arasında yer alır: Ankaralı Şeyhülislam Yahya Efendi!

Bursalı Mehmed Tahir, onun için Osmanlı Müellifleri’nde “Şairlikçe şeyhülislâmların cümlesiyle (bütünüyle) şuaranın (şairlerin) kısmı-ı âzamına (büyük kısmına) tercih olunur bir şair-i fâzıldır (faziletli şairdir).” diyor.

Âdeme cübbe vü destarı keramet mi verir

Yani, “insana cübbe ve sarık keramet mi verir”, diyen o dur!

Yahya Efendi’nin İlk şeyhülislamlığı, 1622’dedir…

Yani tam 4 asır önce!

Bülbüller öter, güler açar, şâd gönül yok

Hiç böyleliğin görmemişiz faslı baharın

*

İhvanı zemaneden seni Yahya bir anar yok

Naz eyleyecek âdame ahbap mı kaldı?

(Ey Yahya, zamane kardeşlerinden seni anan yok, insanın naz edeceği ahbabı mı kaldı?)

Gelelim ondan yüz yıl sonra yaşıyan Ankara’nın sırlı şairine, yani Râzî’ye…

Hacı Bayram ve Ankara onun şiirlerinin vazgeçilmezi. Şair Râzî ne diyor bakın:

Ey mülûk-ı Âl-i Osman içre şehbâz Engüri

Eyledi Hak seni her vechile mümtâz Engüri

Ey Osmanlı ülkesi içinde gösterişli şehir Ankara, Hak seni her şekilde seçkin kıldı; devlet yıldızı sana sırdaş olsa şaşılır mı?”

Hakk’ın seçkin kıldığı “mümtaz”, devlet yıldızının sırdaşı olmasına şaşılmayacak bir şehir...Bu geleceğe yönelik bir ifade değil midir? Yoksa Râzî’nin yaşadığı dönemde Ankara’nın öyle çok parlak, göz önünde bir merkez olarak görüldüğü söylenemez. Devlet yıldızı ile Ankara sırdaş... Mesele talih, kader meselesi. Öyleyse “sır” ne?

Bu soruyu “râz ne?” diye de sorabiliriz. Çünkü “râz” sır demek. Râzî de “sır sahibi”!

Divan şairlerinden bu mahlası kullananlar bir hayli. Bu Râzî o râzilerden biri mi? Ankara’ya övgü düzen, sırlı geleceğinden haber veren Râzî’nin hayatı şimdilik sır! Ankaralı olması kuvvetli ihtimaldir. Bu şiir, görülmeden, bilinmeden uzaktan sevilerek yazılan bir şiir olabilir mi? “Ankara medhiyesi” olarak bilinen şiirden bahsediyoruz. Râzî’nin Divan’ındaki başlığı ile: “Der-Gazel-i Tahmîs Der-Sitâyiş-i Ankara”.

Sitayiş-i Ankara...Yani, Ankara övgüsü...

Sanki bir gazel var da tahmis edilmiş, beş mısraa tamamlanmış gibi ama, başka bir mahlâsın geçmemesi, şiirdeki bütünlük, şiirin Râzî’nin bir beşlemesi, muhammesi olduğu düşüncesini kuvvetlendiriyor.

Ankara’nın gül bahçeleri cennet misali...

Her taşı cevher gibi süslenmiş, Sedd-i İskender* gibi sağlam kurulmuş kalesine alkış!

Ankara, kış veya yaz daima bir saf su içer gibi, kalenin kapısına yüz süren kemter gibi, hizmete bel bağlamışdır.

Ankara’nın güzelleri temiz hûri sûretli, sanki ikinci Yusuf peygamber gibi de iffetlidir.

Her köşesi âlim, ilim ve hakikatlerin saklandığı yerdir. Bilhassa Hacı Bayram’ın kabri sendedir, var yürü göğün en yüksek katında uç Ankara!

Beldenin içinde sayısız evliya var, işte bu dıştan kerametini açıklar.

Rab inkârcıların yüzünü çevirdi, sırrına vakıf olanlar bu sözde karar kıldı. Dediler: Gerçekten sır kaynağısın Ankara.

Ey kerîm, ulu ve cömert olan Alahım, bu Râzî kulunun gönlünü hoş et; onu sevindir. Ankara benzerlerinden üstün olsun.

Devletinle Sultan Mustafa zamanı dostundur, adaletle hüküm vermek ve yönetmekle her dem içli dışlı oldun.

Bu sözümün icadı, telifi bin yüz on birdedir (1699). Ey Kerim olan Allah, ey gönül açan, Râzî’yi sevindir; sözünü gerçeğe çevir, Ankara başta olsun.*

Hicretten sonra 1111, yahut miladî 1699. Sultan İkinci Mustafa devri…

Bu şiir Osmanlı Devleti’nde büyük kırılmanın yaşandığı Karlofça Andlaşması’nın imzalandığı yıl yazılmıştır. Karlofça Osmanlı Devleti için dönüm noktası: Avrupa’da büyük toprak kaybının kayda geçirilmesi… Bir geri çekilme tarihi gizliden gizliye yazılmaya başlanıyor. Ve tarih Ankara’da düğümleniyor… Şair hissiyatı bu geri çekilişin tersine çevrilişinin Ankara’da olacağını keşfediyor. Gücünün sınırlarına ulaşmış, Viyana önünde durdurulmuş, Zenta’da mağlub edilmiş ve Karlofça barışına razı edilmiş Osmanlının şairi Râzî Ankara’dan sitayişle söz ediyor.... Âdeta üç asır sonrasına mesaj gönderiyor...

Bugünkü bilgilerimizle Râzî’nin Ankara ile maddî bir rabıtasını kuramıyoruz, fakat devletin talihinin döndüğü bir devirde bir şairin Ankara’yı hatırlaması ve övmesi tarihî bir kader gibi görünüyor. Osmanlı’nın başlangıcında Anadolu’nun ortasındaki serhaddi, muhtemelen son çekilme noktası idi Ankara. Hiçbir devletten, beylikten alınmamış Ankara ahilerine, yani halkına ait bu şehirden güç devşirerek öncelikle batıya doğru yayını çekmişti Osmanlı. Fetreti Ankara’dan hareket eden Çelebi Mehmed’in ordusu sona erdirmişti. İstanbul’un fethininde Ankara merkezli bayramiliğin maneviyat kıtalarının rolünü de hatırlamak gerekir.

Tesadüfleri kurcalamaya devam edersek, sanmayın ki elimiz boş kalır! Hacı Bayram Velî’nin âdeta virdimiz olan “Çalabım bir şar yarattı” şiirinin 17. Yüzyılın sonu ile 18. Yüzyılın başlarında tasavvuf, ilim ve edebiyat muhitlerinde rağbette olduğunu, bu şiir üzerine yazılan şerhlerden çıkarabiliriz. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi (vefatı ,1703), Abdullah Celvetî (1705), Bursalı İsmail Hakkı Celvetî (1725), Bursalı Mehmed Subhi (1733) bu şiire şerhler yazmışlardır.

Osmanlı mülkünde, bilhassa büyük kültür merkezlerinde Hacı Bayram’a ve şiirlerine ilginin bu dönemde yükselmesini nasıl yorumlamalıyız?

Ankara ile ilgili övücü şiirin sahibi Râzî, Hacıbayram Camii’nin tamirine tarih düşürürek Ankara ilgisini devam ettirir. Bu yetmez, divanında Hacı Bayram’la ilgili bir kaside, bir kıt’a ve iki gazele de yer verir.

Gazellerden biri,

Matla-ı mâh-ı saadet Hacı Bayram-ı Velî

Mahzen-i kân-ı hidayet Hacı Bayram-ı Velî

(Saadet ayının doğuş yeri: Hacı Bayram-ı Veli

Hidayet madeninin saklandığı yer: Hacı Bayram-ı Velî)

beyti ile başlar. Diğerinin matlaı şöyledir:

Rehberidür sâlikanun Hacı Bayram-ı Velî

Mazharıdur çeşm ü cânın Hacı Bayram-ı Velî

(Hacı Bayram-ı Velî dervişlerin rehberidir,

Can gözünün kaynağıdır Hacı Bayram-ı Velî)

Râzî’nin Hacı Bayram-ı Velî muhabbetinin, bayramiliğe ve Ankara’ya bağlılığının Divan’ındaki yansımaları bundan ibaret değil. Yine divanda kıt’alar bölümünde, fakat 8 mısralık bir şiir var: “Tarih-i kâşî”.

Yani “Çini tarihi”.

Hacıbayram Camii’nin dışı ve içi çinilerle süslenmiş, bunun tamamlanması üzerine şairimiz tarih düşürmüş:

Didim Râzî görücek tarihini kâşî-yi ibretnümanın

Budur tarih-i kâşî zihi tecdid-i mücellâ

Râzî, ibret verici çiniyi görünce tarihini söyledim: Budur cilâlı yeni çininin tarihi ne güzel…Tarih 1134’e tekabül ediyormuş. Yani 1722…Tam bundan üç yüz yıl önce!

Bir yüz yıl sonra, 19. yüzyılın sıradışı mutasavvıf şairlerinden Müştak Baba, İkinci Mahmud’a musahiblik de etmiş Bitlisli bir şeyh. Ehli tasavvufun uluları gibi bir hayli yer dolaşmış. Onun son seyahatine İstanbul’dan memleketine dönmek için çıktığı sanılıyor; aslında mukadder olana doğrudur yolculuğu...

Müştak Baba bir naatinda, “Ya Resulullah billâh ben senin Müştakunam” diyor. (Ey Allahın Resulü billâh ben seni özleyenim.)

Seferlerinden birinde onun Ankara’ya geldiği, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’yi ziyaret ettiği ve o meşhur istihraçnamesini de bu vesile ile yazmış olduğu anlaşılıyor. Şiir şöyle biter:

Ey pâdişah-ı fehham sultan Hacı Bayram
Ruhen ister ikrâm Müştâk abd-i çâker

Yani, “Ey anlayışlı padişah sultan Hacı Bayram âciz kul Müştak ruhen ikram ister.”

19. yüzyılın bu esrarengiz şahsiyeti, kendi mukadderine giderken bir asır sonrasının Ankara’sını görmüş gibi konuşur: Ankara İstanbul’la denk olacaktır!

Mevâ-yı nâzenine kim elf olursa efser

Lâ-büd olur o mevâ İslâmbol ile hemser

 

“Güzeller yurduna elf (1000) tac olursa/Ankara kesinlikle İstanbul’a eş olur.”

Burada ebced hesabına göre bir tarihe işaret ediliyor: Elf (1000) ve efser (341), toplamı 1341. Hicrî takvime göre Ankara’nın “makarr-ı idare” (idare merkezi) olması 1341’de, yani 1923’te... 

Müştak Baba İstanbul’la denk olacak “güzellik yurdu”nun adını sonraki mısralarda harf harf veriyor ve bu harfler arka arkaya sıralanınca “Ankara” ismi çıkıyor! Müştak Baba neyi bildi, yahut Müştak’a ne bildirildi? Neden ruhuna Sultan Hacı Bayram-ı Velîden ikram istiyor? Bunlar Müştak Baba ile sırlandı!

Bu vesile ile, Ankara’yı yazan iki büyük yazarımızı da yâd edelim: Evliya Çelebi ve Refik Halit. Evliya Çelebi’nin Ankara bahsi hayli uzundur. Onun dikkatleri, gerçeği efsaneleştirme gücü tartışılmaz. Ankara bölümünde bunun yansımalarını görebiliriz. 20. Yüzyılın Türkçe ustası yazarı Refik Halit’in kaderidir Ankara. Çorum sürgününden Ankara’ya gelir. Şehrin yaşadığı en büyük yangına şahid olur ve yazar!

Ankara ve edebiyatla ilgili bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var. İlk Türkçe Mesnevî şerhini Ankaravi İsmal Dede yaptı. Yirminci yüzyılın başında Ankara valisi Abidin Paşa onun yolundan giderek bize yeni bir Mesnevi şerhi kazandırdı.  

Millî Mücadele’nin başlangıcında Ankara’ya davet edilen Mehmed Âkif üç yıl bu şehirde yaşadı. İstiklâl Marşı’nı ve bazı şaheser şiirlerini, bu arada Bülbül’ü Ankara’da yazdı.

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Yürümeyi seven Âkif’in yürüyüş güzergâhında Demirlibahçe de vardı ve muhtemelen sözünü ettiği kırlar, yani şiirin doğduğu yerler buralardı.  

Cumhuriyet’ten sonra Ankara şairi, yazarı bol bir şehir oldu. Birçok yazarımız şairimiz bu şehirde yaşadı ve hayatını tamamladı. Bunların mühim bir kısmı Ankara toprağında yatıyor. Ankara’nın romanları, hikâyeleri, şiirleri yazıldı ve yazılmaya devam edecek.

Ankara Edebiyat Festivali’ni yapıyoruz, fakat ülkemizin her tarafından şairler, yazarlar burada. Ankara biraz da Türkiye demek!

Ankara’da bulunduğu şehri bilmeden, tanımadan yaşayan sayılamayacak kadar çok “hemşehri” var. Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler! Ankara sırrını dışa vurmayan bir şehir, Ankaralı övünmekten hoşlanmaz, varını ilan etmez. Ankaralılık ihmal edilmiş bir vasıf... İşin geri planında güçlü bir birikim ve kültür var. Bu ahilik ve bayramilik bilinirse anlaşılabilecek bir miras.

Ne yazık ki Ankara başkent yapılrken bu büyük mirası inkâr edildi. “Yoktan var edilen şehir” denilerek ahilik ve bayramiliğin güçlü varlığı yok sayıldı. Ankara’nın mahalli yöneticileri Ankara’yı kültürel manada çölleştirmek için ellerinden geleni arkalarına koymadılar. Son 20 yılda Ankara’ya kaç stad, saha vs. yapıldı? Kaç oyun ve eğlence yeri inşa edildi? Fazlası var, azı yok!

Ya kaç kütüphane yapıldı? Kaç kültür merkezi kuruldu? Hangi kalıcı kültürel faaliyetler yapılıyor?

(Salona girmeden karşılaştığımız Mamak belediyesi kütüphaneler sorumlusundan, Mamak’ta 18 semt kütüphanesi yapıldığını ve sayılarının artırılacağını öğrendim, bu sevindirici haberi de paylaşmak isterim.)

Ankara’da gençlerin ayaklarına bedenlerine yapılan yatırımın yüzde biri beyinlerine yapıldı mı? Gençlerimizin beyinlerini doyurmak, zihinlerini istila eden bozuk muhtevadan kurtarmak şu sıralar en öncelikli işimiz.

Çok üzücü bir bahisle sözlerime son vereceğim.

Bu binanın önünden çocukluğumda, ilk gençliğimde çok gelip geçtim. Buradan geçer Cebeci Ortaokulu’na giderdim. Taşa kazınmış “Konservatuvar” yazısının yabancılığını derinden hissettim. Konserveyi biliyorduk ta, konservatuvarın da onunla aynı kökten olduğunu bilmiyorduk, onun “konser”den geldiğini sanıyorduk! Konservatuvar bir ülkenin müzik mirasını korumak için yapılan müessese imiş!

Fakat öyle değildi! Bu konservatuvarda bizim nağmelerimize, ezgilerimize, sesimize, nefesimize yer yoktu. Musıki Muallim Mektebi olarak kurulduğunda sadece Batı musikisinin öğretilmesi, Batı musıkisi öğreteceklerin yetiştirilmesi hedeflenmişti. Türk musikisinin öğretimi 1926’da yasaklanmıştı. Türkiye’de sadece Batı müziği öğretilebilirdi. Hatta bir aralar Türk müziği radyolarda yasaklandı, halka açık yerlerde, hatta düğünlerde icrası men edilmek istendi…Bu öyle bir dayatma idi ki, Türk Musıkisi öğretimi için yarım asır beklendi, ancak 1976’da Türk Musıkisi Konservatuvarı kuruldu. Buradaki konservatuvar Türk müziğine açılamadı!

Bugün burada bu kara günleri de hatırlamamız gerekiyor.

Buradayız, Ankara Edebiyat Festivalindeyiz, ümitvar olmak için sebeplerimiz var!

 

* Sedd-i İskender: Eski edebiyatımızda Çin Seddi böyle anılıyor.

* Der-Gazel-i Tahmîs Der-Sitâyiş-i Ankara

 

Ey mülûk-ı Âl-i Osman içre şehbâz Engüri

Eyledi Hak seni her vechile mümtâz Engüri

Olsa tân mı necm-i devlet sana hem-râz Engüri

Her seher gûyâların eyler ser-âgâz Engüri

Gülşenün cennet misâli oldı demsâz Engüri

 

Âferin o şâruna her taşunı gevher gibi

Zeyn idüp kurmış binânı sedd-i İskender gibi

Dâ’imâ bir âb-ı sâfî anlayup içer gibi

Kal‘anun dervâzesine yüz sürer kemter gibi

Hizmete bil baglamışdur kış eger yaz Engüri

 

Hûrî-sîretdür ser-â-pâ cümle mahbûbun senün

Pâk-dâmen olmada Yûsuf-ı sânî ma‘denün

Âlim ü ilm ü hakâyık kûşe kûşe mahzenün

Bâ-husûsâ Hacı Bayrâm-ı Velî’dür medfenün

Var yüri evc-i felekde eyle pervâz Engüri

 

Beldenün içinde vardur evliyâlar bî-şümâr

Taşrasında hem-çünân eyler kerâmet âşikâr

Münkirinün sûretin tebdîl idüp Perverdigâr

Sırruna vâkıf olanlar kıldı bu sözde karâr

Didiler hakkâ ki sensin menba‘-ı râz Engüri

 

Devletünle asr-ı Sultân Mustafâ’dur hem-demün

Adl ile hükm ü hükûmet oldı her dem mahremün

Bin yüz on birdedür îcâd olması bu güftemün

Eyle dilşâd ey Kerîmâ Râzî’yi kıl hurremün

Müstecâb it nutkını ola ser-efrâz Engüri

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: D. Mehmet Doğan
03-10-22
E mail: tyb.org.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ANKARA'NIN EDEBİYATI, ANKARA'DA EDEBİYAT...
Online Kişi: 19
Bu Gün: 57 || Bu Ay: 7.411 || Toplam Ziyaretçi: 2.217.849 || Toplam Tıklanma: 52.141.757