ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : SANAT / ŞEHİR ve MÎMÂRÎ
Okunma Sayısı: 254
Yazar: Yusuf Kaplan
EY ŞEHİR! KALK VE HATIRLAT!

EY ŞEHİR! KALK VE HATIRLAT!Deprem dolayısıyla insan, mekan ve zaman ilişkilerini merkeze alarak şehir ve medeniyet yazıları yazacağım. Cuma günü ilk yazımı yayınlamıştım. Bugünkü yazıyla devam ediyoruz…

Kutlu kitabımız, peygamberlerin şehirlere (medîne’lere) gönderildiklerini hatırlatır bize. Fahr-i Kâinât Efendimiz de, kendisini, şehir olarak tarif eder: “Ben” diye buyurur Efendimiz, “ilmin şehriyim” (medînetü’l-ilm).

***

Şehirlerin de bir ruhu vardır. İnsanlarınkinden daha nârin, daha saf, daha temiz, daha derin boyutlar kazanabilir şehirlerin ruhu zaman zaman.

Şehirleri kuranlar insanlardır; yıkanlar da. İnsan, nisyan hâline yuvarlandığı zaman, şehirler isyan hâline geçerler. İnsana ne olduğunu, insanın başına neler geldiğini hatırlatırlar.

İnsanlar ölebilir; ama şehirler aslâ ölmez. Şehirleri öldüren şey, insanın nisyan hâlidir: Unutma hâlidir: Kendisine yüklenen “emanet”, ubûdiyet ve hilâfeti terk etme, kendi ruhuna kastetme hâlidir.

Şehirler bilir ki, insan, nisyan hâline geçtiği zaman, ölüm vakti çoktan gelmiştir.

Şehirler unutmaz aslâ: Şehirler, bütün engellere, insanın nisyan hâllerine rağmen, kendilerine verilen yükümlülüğü “delicesine” ölümsüzleştirme mücadelesi verirler.

Şehirler, Efendimiz’in kendisini “şehir” olarak tavsif ettiğinin şuuruyla hareket ederler adeta. Bitkiler, taşlar, âlemler, semâvât ve arz, kaosa yol açmadan, ilâhî düzeni hakkıyla tesis etme yükümlülüğünü hakkıyla yerine getirdikleri için müslim’dirler, Allah’ın iradesine teslim olmuşlardır. Bu nedenle, şehirler, bu şaşmaz “ubûdiyet” ve teslimiyetle, kevnî âyetler / işâretler olduklarını, insanların kendilerine bakarak ilâhî ilmi, kudreti, ilâhî celâl ve cemâl sıfatlarını idrak etmelerini, ubûdiyetlerini ve hilâfetlerini yerine getirmelerini durmadan hatırlatırlar insana.

İşte şehirler, emaneti ve hilâfeti üstlenen insana, kevnî âyetler olarak yükümlülüklerini hatırlatan ayna işlevi görürler. Böylelikle bir “elçi” gibidirler şehirler: Peygamberlerin mekânı olduklarının şuurunda gibidirler sanki: Peygamberlerin insanlara emanet, ubûdiyet ve hilâfet mükellefiyetlerini hatırlattıkları mücadelelerin canlı şahitleridir çünkü. Şehirler, Efendimiz’’in kendisini kendileriyle tavsif ettiğinin şuurundaymışçasına hareket ederler ve insanlara kendilerine zulmettikleri durumları da, yükümlülüklerini yerine getirdikleri durumları da en iyi yansıtan, en müşahhas aynaları tutmak yükümlülüklerini katıksız bir “teslimiyet”le yerine getirirler.

İnsan, kendisine yüklenen emaneti, Mekke sürecinde, ilâhî şuurla donanarak vücut buldurtur; böylelikle Mekke sürecinde münferit Müslim şahsiyet teşekkül eder. İnsan, mükellef kılındığı ubudiyet yükümlülüğünü Medîne sürecinde peygamberî şuurla kuşanarak insanlığın vicdanına dönüştürür ve hayatın kendisi kılar; böylelikle Medîne sürecinde müşterek mümin şahsiyet teşekkül eder. Ve nihâyet insan, hilâfet mükellefiyetini medeniyet sürecinde tahakkuk ettirme yükümlülüğünü yerine getirme yolculuğuna çıkar, ilâhî şuurun teminat altına aldığı peygamberî şuurla şaşmaz bir irtibat kuran beşerî şuuru inşa eder; böylelikle medeniyet sürecinde cihanşümûl / kürevî muhsin şahsiyet teşekkül eder.

İşte şehir, medeniyet sürecinde, artık ilâhî elçi’nin olmadığı bir zaman diliminde elçilik görevini yüklenircesine adetâ peygamberî söz’ün sözcülüğünü üstlenir ve Yüce Rabbimizin Cemâl sıfatının bütün Rahmet kanatlarını gererek tecellî ettiği, insanın ayağının nerede, nasıl ve niçin kayacağını ya da vahyin insana nerede, nasıl ve niçin müslim, mümin ve muhsin şahsiyetleri tahakkuk ettirmesi gerektiğini gösteren muhteşem bir ayna tutar.
Şehrin yüreği, nisyan hâlindeki insanın nasıl isyanın eşiğine sürüklendiğini haykırmak için isyan eder, güm güm atar. Şehir, insanın nisyanına isyan için şahlanır, şaha kalkar.

Dünyanın en güzel, en âdil, en ruh ve hayat dolu kutlu şehirlerini imar eden bir medeniyetin mirasyedi çocukları olarak, şehirlerin ruhuna bizden çok kasteden toplum yeryüzünde. Bir Şam’ın, bir Halep’in, bir Üsküp’ün, bir Saraybosna’nın ruhu hâlâ var! Ama İstanbul’un ruhu sırra kadem basmış durumda. Gaziantep, betonarme yığınlarının altında can çekişiyor! Kayseri, mermer ve çelik saldırısına direnmeye çalışıyor! Sivas, Erzurum, Bursa ruhunu yitiren “ruhsuzların” saldırıları karşısında metamorfoza

uğramış gibi sanki!

Ey şehir! Şu ân tam da senin insana en fazla ayna tutma vaktindir! Çünkü şehir şuurunu en fazla yitirdiğimiz, senin ruhuna en fazla kastettiğimiz, ihtarına, hatırlatmana ve ihtiyar’ına en fazla ihtiyaç duyduğumuz ân bu ân, gün bugündür.

Ey şehir! Kalk ve konuş öyleyse! “Nasıl yok ettin İstanbul’un ruhunu böyle! İstanbul’un, Gaziantep’im, Kayseri’nin ve sair İslâm şehirlerinin ruhuna nasıl kastettin, söyle!” diye haykır artık!

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Yusuf Kaplan
24-03-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
EY ŞEHİR! KALK VE HATIRLAT!
Online Kişi: 13
Bu Gün: 44 || Bu Ay: 5.939 || Toplam Ziyaretçi: 2.195.621 || Toplam Tıklanma: 51.877.995