ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : SANAT / ŞEHİR ve MÎMÂRÎ
Okunma Sayısı: 258
Yazar: Yusuf Kaplan
Bizim de bir Endülüs’ümüz var: İstanbul gibi bir di’yâr!

Bizim de bir Endülüs’ümüz var: İstanbul gibi bir di’yâr!Pazarcık depremiyle birlikte şehirlerimiz yerle bir oldu. Aslında şehir filan yoktu! Yığındı, beton yığınları! Ve yıkıldı.

Dünyanın en şiir şehirlerini inşa ettik biz Osmanlı coğrafyasında. Ama yüzyıldır, çok barbarca katlediyoruz kendi ince, narin, şiir şehirlerimizi. Osmanlı ruhu öldü bu topraklarda. Balkanlar’da yaşıyor yalnızca -o ruhtan habersiz insanlarla, ne yazık ki!

Deprem bölgesindeki şehirlerimizi hem depreme dayanıklı hem de güçlü kültürel kimlikleri olan şehirler olarak inşa etmek için kolları sıvadığını görüyorum Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un. Kurum, deprem boyunca en yoğun çalışan, yıkılan şehirlerimizi bizim medeniyet mefkûremiz ekseninde yenilen inşa etmek için çırpınan bakanlarımızdan biri. Kendisini tebrik ediyorum.

İstanbul ve şehir üzerine düşünme yolculuğuna çıkacağım. İlk olarak, tam 16 yıl önce yazığım bir yazımı paylaşıyorum sizlerle. Şehir felsefesi ve medeniyet yazıları yazacağım bir kaç hafta. O yazılara giriş olacak sarsıcı bir yazı bu.

ŞEHİRLERİMİZİN İBADETİ
 
Önce, henüz “keşfedilebilmiş” küçük bir bilgi: İspanya’da Gırnata’daki Elhamra Sarayı’nın duvarlarına tam on bin (10 bin) şiir nakşedilmiş!
 
Bu keşif hiç şaşırtmadı beni: Zira şehirle şiir arasında kopmaz bir bağ vardı bizim medeniyetimizde. Bizim medeniyetimizin anıtlaşmış şiirleriydi şehirleri. Her biri, kendince ibadet ediyordu: Yüzü, öteye dönüktü her birinin; ruhu ubûdiyete ayarlı: Gökle yer arasındaki ulvî buluşmanın müşahhas meyvesi ve ifadesiydi şehrin şiiri ve insanının kalbinin ritimleri…
Bizim şehirlerimizi inşa edenler de, o şehirlerde iskân edenler de, şehrin ritmini ibadet eden kalbin ritimlerine ayarlıyorlardı çünkü: Şehrin her bir eseri, her bir bahçesi, her bir sesi, her bir nefesi, her bir çeşmesi, her bir camisi, her bir sebil’i, her bir şadırvanı, o şehrin sâkinlerinin, ilim, irfan, hikmet sahibi kâmil insanlarının, Müslüman ticaret erbabının hem ibadetleriydi; hem de ibadetlerinin ifadeleri.

Çünkü bizim şehirlerimizi vareden ruh, ubudiyet ruhuydu: Ubudiyet ruhu, -üstad Sezai Karakoç’tan ilhamla söylersem-, şehirlerimizin de, şehirlerimizde yaşayan insanların da, ufuklarını öteye, ötelerin ötesine ayarlamalarına imkân tanıyordu: Şehirlerimiz de, şehirlerimizde yaşayan insanlar da, hep ötelerin haberleriyle, müjdeleriyle hayatlarını anlamlı kılıyorlar ve böyle idame ettiriyorlardı.

MÜSLÜMAN ŞEHİRLERİ: CENNETİN YERYÜZÜNDEKİ İZDÜŞÜMLERİ
 
Hakikatin şehirde ete kemiğe bürünerek “Yunus” diye göründüğü bir Itrî, bir Merağî bestesiydi bizim medeniyetimizin şehirleri: Medeniyetimizi vareden, ona anlam veren, ruh katan şiarlarını şuur derecesinde besleyip büyüten, içten içe yeşerten kozmik şarkısıydı her biri: Cennetin yeryüzündeki izdüşümleri…

O yüzden, Avrupa’dan Kurtuba’ya ilim tahsil etmeye gelen Avrupalılar, daha ilk gördüklerinde âşık oluyorlardı şehre.

Kayıtlarda aynen şöyle geçiyordu, Avrupalı öğrencilerin Endülüs’ün bu nadîde çiçek-şehir›leriyle ilgili ilk tepkileri: “Burası cennetmiş gerçekten, cennet!” şeklinde oluyordu.

ŞEHİRLERİ VAREDEN RUH VE UFUK

Şehirsiz medeniyet düşünülemez. Ancak şehri düşünen, medeniyetin düşlerini gören o şehre ruhunu veren yüce gönüllü insanlarıdır; ufukları, sonsuzluğun burçlarında gezinen yürek insanları dervişleri, şâirleri, kâtipleri, erenleri, âlimleri, bilgeleri, irfan yüklü, ilim deryası edeb ve sanat erbabı…

Şehirleri şehir yapan, şehirlerden medeniyet çıkaran o şehirleri ve o şehirlerde yaşayan insanları vareden ruhtur: Şehrin insanlarının ruhu ve ufku.

O yüzden, insan, şehrin ruhudur; şehirse insanın hayata ruh üfleyen soluğu ve çocuğu. İnsan varsa, şehir de vardır; insan yoksa, şehir de yoktur.

Günümüzde şehir yok artık: Şehirler öldü. Çünkü insanları öldü şehrin; ruhu yani. Şehre anlam veren, ruh üfleyen, şehri vareden “ulu-çınarlar” yok artık.

İSTANBUL MEDENİYETİ

İstanbul, bir medeniyetti; medeniyetimizin özü ve özeti, kaynağı ve pınarı: Medeniyetimizi yeşerten bir ulu şehri değildi yalnızca; medeniyetimizin tohumlarını, köklerini, özsuyunu, özünü ve sözünü barındıran bir ulu çınarı, başlıbaşına bir medeniyet.

Yeryüzünde başka hiçbir şehre nasip olmayan, benzersiz bir medeniyet.

Yahya Kemal, “Boğaziçi medeniyeti” demişti, İstanbul medeniyetine. Böyle bir şey yalnızca bizim eserimizdi.
Su ile toprak, hava ile ateş, cân olmuş, cânân olmuş, İstanbul’da aynı yola baş koymuş, aynı ruhu terennüm ediyorlar, aynı ilâhî şarkıyı besteliyorlardı. Toprakla suyun, tabiatla tarihin, hakikatle hayatın, insanla ilâhî kaynağın kozmik bir terkibine, şiirsel bir şarkısına, tarihî bir kaynaşmasına tanık olunan bir âyindi yaşanan.
Dünyanın en güzel, en mucizevî, en aziz ve en leziz şiiri, şarkısı, bestesiydi İstanbul ve medeniyeti.
 
İSTANBUL, BİZİM ENDÜLÜS’ÜMÜZ!

İstanbul, gayr-ı müslim nüfusun da yoğun olarak yaşadığı zamanlarda, Müslüman bir şehirdi. Ama nüfusunun % 95’inden fazlası Müslüman yığınlardan oluşan İstanbul, Müslüman bir şehir değil artık.

İstanbul, bizim Endülüsümüz: Düşüşümüz, düşlerimizin suya düşüşü. Tam bir harabeyi andırıyor o yüzden: Arabeskle eurobesk’in iki koldan giriştikleri yıkıcı, yok edici, çölleştirici, ruhsuzlaştırıcı saldırılar karşısında can çekişiyor…

İstanbul, çoktan düştü: O yüzden düş görme yetilerini yitirdi; düşünebilme, ötelere yürüyebilme imkânlarını da kaybetti…

Ruh şehri İstanbul, ruhun şiirini besteleyen ulvî, sonsuzluk şarkısının sanatkârı İstanbul, şu an ten’e teslim; kötülüğü emreden nefsin dölyatağı tenin baştan çıkarıcı, yok edici, uyuşturucu hazlarına ve ayartılarına…

Kim demiş bizim Endülüsümüz yok diye! Sorun bakalım İstanbul’a, ne cevap verecek size…

Şu ân İstanbul ölü; kadavrası kaldı elimizde yadigâr. Aslında bizim de bir Endülüs’ümüz var: İstanbul diye bir di/yâr.
 
Yazar: Yusuf Kaplan
24-03-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Bizim de bir Endülüs’ümüz var: İstanbul gibi bir di’yâr!
Online Kişi: 22
Bu Gün: 59 || Bu Ay: 5.954 || Toplam Ziyaretçi: 2.195.648 || Toplam Tıklanma: 51.878.355