Kategori : / PORTRELER | Okunma Sayısı: 302 |
Deprem şehitlerimiz
Ahmet Doğan İlbey, Fazlı Bayram ve Ferhat Ağca’nın aziz hatırasına
Bize ne oldu? Biz neler yaşadık? Yaşadığımız afet nasıl tarif edilir bilemiyorum. Kıyamet koptu sanki. Mahşer yeri gibiydi Maraş. Hâlen bir anlam veremiyoruz olan bitene. Bir boşlukta gibiyiz. Sanki kötü bir rüya gördük de uyanacağız. Her şey yeniden eskisi gibi olacak. Koca şehir, terk edilmiş bir mezarlık gibi ıssızlığa büründü. Ölenler şehit oldu kurtuldu. Biz ne yaşıyoruz ne yaşamıyoruz.
Deprem bir gece yarısı yakaladı bizi. Elektriklerle birlikte telefon hatları da gitti. Kimseden haber alamıyoruz. Bir can pazarına döndü ortalık. Öğleye doğru Mehmet Yaşar dostumuz Ahmet Abi’yi arıyor. Telefonu bir abla açıyor ve kimi aradığınızı bilmiyorum ama ben bu telefonu bir enkazın yanında buldum diyor. Bir ateş düştü içimize. Ahmet Abi enkaz altında kalmıştı. Daha sonra Fazlı Bayram ve Ferhat Ağca dostlarımızın da enkaz altında kaldıklarını öğrendik. Yüreğimizdeki yangın her tarafımızı sardı. Artık enkaz başlarında çaresizce ve umutla bekledik günlerce. Sonunda üçünün de cansız bedenine ulaşıldı. Bir seher vakti uğurladık cümlesini rahmeti Rahman’a.
Depremden iki gün önce her Cuma akşamı olduğu gibi yine dükkândaydık. Ahmet Abi o gün biraz durgun ve düşünceliydi. Rahatı yok gibiydi. Son buluşmamız olduğunu nereden bilebilirdik. İşi dolayısıyla genelde şehir dışında olan Fazlı Bayram dostumuz da dükkândaydı o gün. Yaklaşık bir yıldır çalıp söylemiyordu. O gün Ahmet Abi’nin sevdiği türküleri çalıp söyledi. Ahmet Abi ve türkü aslında ayrı bir yazı konusu. Türkü dinlerken cezbeye gelmiş gibi olur Ahmet Abi. “Ben ölürsem herkes dağıldıktan sonra mezarımın başında türkü söyleyin” derdi bize. Eskiler bazı insanlara öleceği ayan olur derdi. Ahmet Abi depremin olduğu akşam bir yazı yazmış ve Tyb’nin internet sitesine göndermiş. Yazının başlığı “Maraş’ta Bir Türkü Olsam” Yazıdan bir bölüm:“Maraş’ta bir türkü olsam, Maraşlı hemşehrilerim bir yanık türkü düzseler, bir hüzünlü türkü yaksalar arkamdan, gam yemezdim. Maraş’ın oğlu olarak, ardımdan dostlarım bir türkü söylesinler isterdim. Çünkü ben, türküler söyleyerek, Tekbir çekerek Fransız kâfirini kovan Maraşlı İslâmların, yâni Maraşlı Türklerin çocuğuyum. Gücümün kaynağı türkülerdedir. Türkülerle yâd edilmeli, türkülerle târif edilmeliyim.
Maraş-Fransız Harbi’nde Evliya Efendi’yle Hâfız Ökkeş’in arasında olmalıyım ve o kahramanlarla Ahır Dağı’nın tepesinden Maraş’ı seyretmeliyim. Maraş’taki kopan figandan ve direnişten yüreğim bileylenmeli. Bir Maraş türküsü tutturup Bedesten’le Taşhan arasında şehit olmalıyım. O mücâhitlerle birlikte “Maraş Maraş derler de uy amman amman...” diye bir Maraş türküsü tutturup, Akdere’den Uzunoluk’a yürüyerek, “ellik gâvurunun” yaptıklarının bedelini ödetmeliyim. Sonra o mücâhitlerle yanyana Bedesten’le Taşhan arasında harp ederek şehit olmalıyım. Cenazem hazırlanırken İslâm üzere, önce bir Maraş türküsü söylenmeli başımda. “Maraş Maraş derler de yâr amman amman / Bu nasıl Maraş bu nasıl da Maraş / Al kanlar içinde can veren kardaş…”
Ahmet Abi, bu yazıyı depremden birkaç saat önce sanki veda mektubu gibi yazmış. Evet Ahmet abi biz ne olacağız peki. Dükkânda ara ara sohbet esnasında bu soruyu sorardın bize. “Biz ne olacağız” derdin. Sen şehit oldun Ahmet Abi, Fazlı Bayram, Ferhat Ağca ve diğer cümle deprem şehitleri gibi. Asıl şimdi biz ne olacağız, ne yapacağız. Tarifsiz bir acıyla kıvranıp durmaktayız.
Bu dünyadan bir Ahmet Abi geçti. Büyük küçük herkes ona Ahmet Abi derdi. Gerçekten bir ağabeydi. Herkes onu öyle tanıdı ve sevdi. Tıpkı Fethi Gemuhluoğlu gibi bir ağabey olarak bilindi. Benzerlikleri de çoktu Ahmet Abi ile Gemuhluoğlu’nun. Dostluk, Ahmet Abi için her şeyden önde idi. Onun kadar dostluğa muhabbete gönül veren birini çok az gördüm. Dostları onun her şeyi idi. Kimseyi kırmaz incitmezdi. Kısa süreliğine bulunduğu bir ortamda bile çevresindeki insanlarla hemen tanışır muhabbet kurar gönüllerini alırdı. Münzevi bir hayatı vardı. Ehli gece idi. Gece çay, tütün, türkü eşliğinde sürekli okur ve yazardı. Yazının gaye olmadığını vurgulardı. Derdi davası vardı, sızısı vardı onu anlatmanın bir aracıydı yazı. Yakın çevresi bile onun çeşitli yerlerde yazdığını belki bilmiyordu. Yazı, yazarlık konusu açıldığında kendisi: “biz amatörüz” der geçerdi. Övülmeyi öne çıkarılmayı sevmezdi. Şiir ve yazı yazan gençleri yüreklendirirdi. Yeni şiir yeni yazı yok mu diye sorardı her hafta. Hayata okumak ve yazmak penceresinden bakardı.
Ahmet Abi demek dükkân demekti. Dükkân otuz beş yılı aşkın bir geçmişi olan Ahmet Abi’nin bir hocam dediği Muzaffer Gözükara ve Ali Yurtgezen hocalarımızın kurduğu bir dernekti. Bu hocalarla tanışmak Ahmet Abi’nin hayatında bir dönüm noktası idi. Bu dernek 1994 yılından itibaren Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş şubesi oldu ve hâlen de bu şekilde devam etmekte. Ahmet Abi’nin sosyal hayatı sadece burasıydı desek yeridir. Dükkânın sahibi büyük hocalarımız, komutanı ise Ahmet Abi idi. Dükkâna has bazı kurallar koyduğu için kendisine komutan demişti hocam. Herkes tek tek konuşmalıydı. Konuşmalar kısa, renkli, nükteli olmalıydı. Gece saat ikiden önce kalkmak yasaktı. Bunlar kurallardan bazıları idi. Dükkânda standart bir oturma düzeni yoktu. Ahmet Abi efendim yerlerimiz numaralı değildir. Herkes istediği yere oturabilir derdi. Ama kendisinin yeri sabitti. Hasır yastıklı yer minderinde oturulurdu. Bel rahatsızlığı ve disklerindeki problemden dolayı Ahmet Abi ilave bir yastık kullanırdı. Bundan dolayı Ahmet Abi’nin konformist olduğu iddia edilerek zarf atılırdı kendisine. Dükkânın farklı bir dili vardı. Bunu ancak bir süre dükkâna devam edenler anlayabilirdi. Dışardan gelen biri “aleyh” in ne anlama geldiğini bilmezdi mesela.
Uzun yıllardır devam eden bu dost meclisinde samimiyet ve muhabbetten başka bir şey yoktu. Bunun sonucu olarak herkes birbiriyle yarenlik eder sürekli zarflaşırdı. Çünkü insanlar gündelik hayatın siyasi, sosyal meselelerinden usanmıştı. Sohbet diz dize göz göze olmalı derdi Ahmet Abi. Gönül insanıydı buraya gelenler. Gönüller şad olurdu burada. Bir kere buraya alışan ve burayı keşfeden bir daha burayı terk edemiyordu. Her hafta herkese sorardı Ahmet Abi. İyi aleyh var mı elinizde diye. Aleyh dostlardan haber alma onlar hakkında konuşma onları yâd etme idi kısaca. Ahmet Abi hakkında biri bir aleyh getirdiği zaman “ hah şimdi başımın ağrısı gitti” derdi. İyi bir aleyh getirene bir gömlek alma sözü verirdi. Özellikle dükkânın gençleri getirirdi aleyhleri. Birçok kişiye gömlek sözü verdi Ahmet Abi. Ekonomik krizden dolayı Ahmet Abi’ye “artık gömlek yerine mendil verin siz bir memur emeklisisiniz” dedik. O da peki dedi. Gençler daha sonraları bu gömleğin sanal olduğunu öğrendiler. Bunlar her zamanki gibi yarenlikti tabii. Ahmet Abi Mekteb-i irfan, fikir ve gönül talimi yapılan mağara, Cuma kapısı şeklinde de isimlendirirdi dükkânı. Türk fikir hayatı ne durumda derdi. Kendisi sürekli fikir cengindeydi. Her daim gençti bize göre. Yolda olanlarla beraberdi. Ahmet Abi bizim kılıç taşımızdı. Fikir cengine çıkmak için güç alırdık ondan. Her şey fikirli olmalıydı ona göre. Dükkândaki çay fikirliydi mesela. “Yüreğiniz yanınızda mı?” diye sorardı ara sıra. Her şeyin merkezinde insan olmalıydı ona göre. Hazreti insan derdi. Hiçbir insanı kırmayın, incitmeyin derdi. Dil din gibidir derdi. Dildaş arardı kendine. Yunus’un dili ile seslenirdi. Mümin ve muvahhitti şahidiz. Efendimiz (s.a.v)’e muhabbeti sonsuzdu. İnşallah ona komşu olur. Bir Ahmet Abi ölmeyinen Maraş yıkıldı mı, evet yıkıldı, biz yıkıldık, dükkân yıkıldı.
Ah Ferhat, gencecik yaşta gök ekini biçilir gibi biçildin. Çiğdem çiçekleri öksüz kaldı. Kim konuşacak artık onlarla. Kim anlatacak onların hikâyesini. Gül yüzlü Ferhat sen ne güzel bir insandın. Böyle mi güzel güler bir insan. Gördüğüm zaman beni gülümseten biriydin sen. Samimi bir mümin olduğun bundan belliydi. Dert dinler herkesin derdine dermen olmaya çalışırdın. Son yazın güz çiğdemleriydi. Diğer adı var git, kalk git çiçeği imiş. Göçüp gittin bu fani âlemden. Bize şimdi göçtü kervan kaldık dağlar başında demek mi düştü. Ahmet Abi kulak rahatsızlığından dolayı dükkânda konuşulanları duymakta zorlanırdı. Bu yüzden Ferhat onun yanında oturur ve duyamadıklarını ona aktarırdı. Bu yüzden Ahmet Abi Ferhat’a aziz tercümanım derdi. Kader onları ahirete de beraber götürdü.
Ahmet Abi’nin bir de aziz türküdarı vardı. Fazlı Bayram. Tanıdığım en mert en delikanlı ve hesapsız yaşayan insanlardan biriydi. Kaç farklı sektörde kaç farklı işte çalıştı sayısını bilemiyorum. Duygusal bir yapısı vardı. Bir şeye huylanır birine kafası bozulur ani bir kararla o işi bırakırdı. Rızkı veren Allah’tır der. Hemen başka bir işe girişirdi. Dünyada gün görmedi derler ya. Öyleydi, bahtı karaydı. Ahirette efendimize komşu olur inşallah. İnsanı sarsan şiirler yazardı. Şairlik iddiası yoktu ama hakiki bir şairdi. Ahmet Abi tercümanını ve türküdarını da yanına alarak göçtü bu âlemden. Ruhları şad mekânları cennet olsun.
yitiksöz Dergisi 16. Sayı Nisan –Mayıs 2023
Yazar: Enver Çapar |
08-04-23 |
||
E mail: tyb.org.tr | Tweet | ||