ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 275
Yazar: Dursun Gürlek
PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİ

PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİÂdetimdir. Sahaflar Çarşısı’na yahut eski kitapçılara ne zaman gitsem eski kitapların yanı sıra dergileri de gözden geçiririm. Yaprakları sararmış, kapakları kararmış, orası burası yırtılmış bu türlü dergilerin sayfalarını çevirmekten büyük bir zevk duyarım. Hele ilgimi çeken bir iki yazıya rastlarsam bu zevk ikiye katlanır. Bazen bir yazının hatırı için bile koca bir dergiyi alırım.

Kütüphanem böyle evrâk-ı perişanla dolup taşıyor. Bir akşam onlardan bir tomarı karıştırırken “Petek” isimli bir dergiyle karşılaştım. Orada Prof. Dr. Süheyl Ünver’in “Fatih ve Adalet” başlıklı yazısını görünce merakla ve ilgiyle okudum ve beğendim. Mademki İstanbul’un fethinin 570. yıldönümünde bulunuyoruz, öyleyse ben de bu mânevi ziyafeti sizinle paylaşayım.

Ord. Prof. Dr. Ahmed Süheyl Ünver, Hazreti Fatih’i ve onun adaletini şöyle anlatıyor:

Üstad Yahya Kemal diyor ki: Türkler yalnız mekânı değil, zamanı da fethetmesini bilen bir millettir. Nitekim Rumeli’yi alıyorlar, biz burada yedi asır oturacağız diyorlar ve oturuyorlar. Mısır’da dört yüz sene kalacağız diyorlar ve kalıyorlar. Macaristan’da yüz elli sene kalmayı yeterli görüyorlar ve o kadar kalıyorlar. Halbuki zamanı fethedemeyenler, gittikleri yerde pâyidâr olamıyorlar. İskender’in cihangirliği ancak yaşadığı sürece devam etti, sonra yıkıldı.

O halde bunun sebebi nedir? Sebebi şudur. Türkler gittikleri yere kendi medeniyetlerinin ve kültürlerinin en başında adaleti götürüyorlardı. Bunun sırrı âdil olabilmektir. Adaletimiz pâyidâr olduğu müddetçe bu böyle devam etmiştir.

Bir Rum müellifi diyor ki: Birinci Murad Hüdâvendigâr. Edirne’yi kuşattığında mevsim yazdır ve üzümler de olmuştur. Şehirden ve civardaki bağlardan herkes Türkler geldi diye korkup kaçmıştır. Fakat Edirne’yi almışız. Herkese emniyet gelmiş ve halk da geri dönmüştür. Tabii ki bağları olanlar da bağlarına koşmuştur. Bakmışlar ki, kütüklerde üzüm kalmamış. Türkler hepsini koparıp yemişler. Lâkin ne görsünler? Her kütüğün dibinde paraları duruyor. Elbette bizden emin olarak sahipleri gelince paralarını alsınlar, hakları kalmasın, demişler. Bu ne yüksek bir adalet duygusudur? Esasen bir memlekette adaletin baş şartı, herkesin birbirine karşı âdil olmasıdır.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethedince yine aynı adalet en öne geçiyor. Her şeyden önce İstanbul’a o yerleşiyor. İnsan hakları koruma altına alınıyor. Bunun en büyük misali, Hıristiyan reâyâya dini muhtariyet (özerklik) verilmesidir. Batılılar, o devire ve en büyük şahsiyetlerine hücum ederlerken bunu düşünsünler. Medeni dünyada ve bu yirminci asırda ne haksızlıklar yapıldığını hep görüyoruz. Günümüzde, milletlerarası münasebetlerde adaletin uygulanmaması, bugünkü vaziyetin ne kadar sakat ve devamsız olacağının bir ifadesidir. Hâlbuki on beşinci asırda bizde böyle değildi. O devrin adaletine bir misal verelim ve bunu halkın ağzından dinleyelim.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra bir gün şehirde dolaşırken mahzen gibi bir yerden inilti sesleri duyuyor. Adamları oraya gidince perişan vaziyette iki papaz ile karşılaşıyorlar. Niçin hapsedildiklerini soruyorlar. Papazlar, biz İmparator Konstantin’e müracaat ederek, memleketin gerilemesine ve bu hale düşmemize sebep hep adaletsizliktir. Adaleti tesis et, dedik. O da kızdı ve bizi hapsetti. Bizimkiler papazlara, artık buradan çıkın dediklerinde, biz yerimizden memnunuz. Adalet olmayan yerde artık bizim işimiz yok, bizi rahat bırakın, diye cevap verdiler.

Durum Fatih’e bildiriliyor. Padişah, onları huzuruma getirin emrini veriyor. Papazları temizleyip yanına getiriyorlar. Fatih, önce bunların böyle doğru konuşmalarından memnun olduğunu söylüyor. Daha sonra memleketi dolaşmalarını ve adalete aykırı bir durumla karşılaşırlarsa, derhal bildirmelerini emrediyor.

İki papaz yola revan oluyor. Evvelâ Bursa’ya gidiyorlar. Ne yapalım diye düşünürken, mahkemeye gidip dâvâ dinleyelim diye karar veriyorlar. Şöyle bir dâvâ dinliyorlar. Bir dâvâcı diyor ki: Efendim, bu adam bana bir at sattı. Fakat solungandır, demedi. Sık sık hastalanıyordu. Durum böyle olunca alış-verişi bozmanız için size koştum. Fakat siz makamınızda yoktunuz. Döndüm, baktım ki at ölmüş. Ben şimdi hakkımı arıyorum.

Hâkim şöyle hüküm veriyor:

-Ben yerimde olsaydım bu alış-verişi bozacaktım. Fakat yerimde bulunmamam dolayısıyla adaleti hemen yerine getirme imkânı olmadı. At da öldü. Dolayısıyla suçlu olan benim. Atın bedelini ben ödeyeceğim.

Hâkim, kaç para ise verir ve dâvâyı halleder. İki papaz bir süre birbirine baktıktan sonra oradan ayrılır. Şimdi ne yapalım, dedikten hemen sonra İznik’e gitmeye karar verirler.

İznik’te bir adam, kendisine bir tarla satan şahsı, şöyle bir sebepten dolayı dâvâ etmektedir. Der ki:

-Efendim, ben bu adamdan bir tarla satın aldım. Ekin için sürerken bir yerinde bir define çıktı. Götürdüm verdim. Almadı. Bu, benim hakkım değil, dedi. O da ben tarlanın sadece üstünü değil, altını da sattım, define senindir dedi. Ben de senden tarla aldım, fakat altından çıkan defineyi alamam, o senin hakkındır, dedim ama bir türlü kabul etmedi. Ben de aramızda geçen anlaşmazlığı çözüme kavuşturmak için size geldim, deyince hâkim hayretler içinde kalır ve şöyle karar verir:

-Öyleyse aranızda yarı yarıya taksim edin. Tarlayı alan adam bu hükümden memnun olmamıştır. Zira tarlayı satan şahsın bunu tamamen almamasından muzdariptir. Ama şeriatın hükmü de böyledir der ve karara boyun eğer.

Papazlar yine birbirlerine şaşkın şaşkın bakarlar. Nereye gitsek adalet böyle tecelli ediyor. Yeter, daha ne diye dolaşalım. Hemen gidip yeni padişahımıza haber verelim deyip İstanbul’a varırlar. Huzûra çıkıp gördüklerini teker teker anlatırlar. Nereye gittiysek hep adaletle karşılaştık. Eğer memlekette adalet devamlı böyle uygulanırsa daima ilerlersiniz, derler.

İşte efendim, merhum Süheyl Ünver Hoca, bu yazıyı 29.5.1953 tarihli Yeni Sabah gazetesinde yayımlıyor, Haziran 1957 tarihli Aylık Meslek ve Sanat Dergisi olan “Petek” de iktibas ediyor. Hoşunuza gideceğini tahmin ettiğim için ben de siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.

“Hakk’ın olur adâleti her yerde münceli
Âhir bulur fenâlık edenler cezâsını”

Nasûhî

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Dursun Gürlek
30-04-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİ
Online Kişi: 13
Bu Gün: 88 || Bu Ay: 8.624 || Toplam Ziyaretçi: 2.219.748 || Toplam Tıklanma: 52.156.108