ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 226
Yazar: Gökhan Özcan
AYAKKABILARIMI GİYEN KİM?

AYAKKABILARIMI GİYEN KİM?“Sabah ilk iş tableti açıp o gün neler olmuş diye bakıyorum” dedi kafası çok dolu olan. “Neden etrafına bakmıyorsun?” diye sordu gülümseyerek daha çok vakti olan.

Kolektif gündemde hep bir şeyler var, hep aşılması gereken eşikler, tamama erdirilmesi gereken süreçler, bir ortak karara varılarak adı konması gereken meseleler... Doğrudan hiçbir etkimiz olmasa bile bir şekilde bunlarla meşgul ediliyor hep zihinlerimiz... Ediliyor diyorum çünkü biz oluşturmuyoruz bu meşguliyet önceliklerini, önümüze hazır getiriliyor. Sanıyoruz ki gündemin o acil meseleleri takvimleri içinde gelişecek ve sona erecek, arkasından biz kendimizin olan meselelere vakit bulabileceğiz. İşleyiş böyle değil ama, kolektif gündem sürekli yeni meşguliyet başlıkları açıyor, yeni başlıklar yeni tartışmaları başlatıyor, yeni tartışmalar yeni gerilimler doğuruyor, bu böyle devam edip gidiyor. Günler, aylar, yıllar geçiyor. Bir tartışmayı bırakıp diğerine geçiyoruz, bir meseleyi çözemeden diğerine... Kendimizin olana, kendiliğimizden olana, kendimize olana, öz gündemimize hiçbir başlık açamadan, hayatımıza dair hiçbir cümle kuramadan, hiçbir soruyu soramadan, hiçbir cevabı arayamadan ve kendimizle yalın, aracısız, doğrudan bir irtibat kuramadan. Kendimize iyi gelecek şeyleri arayamadan, bulamadan... Kendimizi kendimizde görmeye bir fırsat bulamadan... Kendimizle bir olmanın demine varamadan... Bizim öz hayatlarımız okunmadan kenara bırakılmış kitaplar gibi mahzun... Zihnimizi, kolektif gündemin önümüze koyduğu meseleler arasında gezdirip dururken kendi hayat kitabımızı okumayı ihmal ediyor, hatta tamamen unutuyoruz.

Carl Gustav Jung’un ‘Maskülen’ kitabından birkaç hatırda kalsa iyi olacak satır: “... hayatta yalnızca çok az kimsenin sanatçı olduğunu ve yaşam sanatının bütün sanatların içinde en seçkin ve nadidesi olduğunu unutmamalıyız. Kim bu yaşam kabını zarafetle boşaltabilmiş ki? Bu yüzden çoğu insan için geriye yaşanmamış hayatlar kalıyor –kimi zaman da aşırı iyi niyetten hiçbir zaman yaşanamamış ihtimaller. Bundan dolayı yaşlılığın eşiğine gözlerini kaçınılmaz olarak geçmişe çevirmelerine yol açan doyurulmamış isteklerle yaklaşıyorlar.”

Bir tenis müsabakasını ya da bir futbol maçını izleyenler, o sınırlı vakit içinde heyecan duyarlar, coşku yaşayabilirler, belki bir miktar zevk de alabilirler. Sporcularsa spor yapmış olurlar, dengeli kalabilmişlerse harcadıkları eforun vücutlarına bazı getirileri olur. Buna karşılık, seyircilerin, sporcuların spor yapmakla edindikleri yararlardan bir payı yoktur. Maç bitince onlar evlerine gider, izledikleri müsabakayı unutur, yenisine, yani ‘önlerindeki maç’a bakarlar. Sportif mücadeleleri izlemek zevklidir, hepimiz az ya da çok severiz. Ancak hayatımızın tamamını hiç gözümüzü kırpmadan ortadaki sportif aksiyonları seyrederek geçirmemizi önerseler, birkaç fanatik dışında herhalde hiçbirimiz buna razı olmayız. Oysa zihinsel olarak buna çok benzeyen bir konuma hepimiz bir şekilde rıza göstermiş gibi görünüyoruz. Toplumsal süreçlere, heyecan dozu yüksek bir maçı izliyormuş gibi kapılıp gidiyoruz. Kıyıdan tezahürat yapıyoruz, gol atınca seviniyor, sayı verince kahroluyoruz. Burada kritik nokta şu, sahada değiliz. Tezahüratlarımız dışında maça etki eden bir durumumuz yok. Mesele seyir zevkiyse, tamam, onu alıyoruz. Ama hemen sonrasında maç bitiyor evlerimize dönüyoruz. Ve orada çoğumuzu bekleyen bir hayat yok! Bir önceki maçla bir sonraki maç arasındaki zamanın geçmesini sabırsızlıkla bekliyoruz. İki maç arasındaki zamanın bizim asıl hayatımız olduğunu hiç düşünmeden.

Gömleğinin son düğmesini iliklerken, “Bazen, ‘Her sabah içini doldurduğum bu vücut kime ait?’ diye soruyorum kendime” diye bir düşünce geçti beyaz saçlı adamın zihninden.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Gökhan Özcan
26-05-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
AYAKKABILARIMI GİYEN KİM?
Online Kişi: 17
Bu Gün: 325 || Bu Ay: 8.929 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.357 || Toplam Tıklanma: 51.932.931