Ailenin ve nüfus artış hızımızdaki trajik düşüşün arz ettiği tehlike zannettiğimizden daha büyük. Üstelik bu yıllar öncesinden göz göre göre gelen bir düşüş. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığının daha ilk yıllarından itibaren bu tehlikeye işaret ediyor ve kendine göre bu tehlikeye karşı insanları daha çok doğum yapmaya teşvik ediyor. Daha önce de değindik, onun yaptığı bu kampanyalar sayesinde en azından geniş kesimler üzerinde çok çocuklu çiftler üzerindeki mahalle baskısı büyük ölçüde azaldı.
Bu az bir şey değil, sanılabileceğinden çok daha değerli bir katkı. Çünkü, biraz Marksistçe kaçacak ama, değişen ekonomik altyapılar beraberinde ona uygun aile kültürleri veya ideolojilerini de getiriyor. Geleneksel toplumlarda çocuk aile ekonomisi açısından bir gelir kaynağıdır. Çok çocukluluk aynı zamanda bir güç ve itibar kaynağıdır. Çünkü çok çocuk daha çok emek, dolayısıyla daha çok gelir demek oluyor. Çocuk bir masraf veya külfet sebebi değildir. O yüzden bu toplumlarda insanlar çocuklarının sayısını gurur ve övünme vesilesi olarak öne çıkarabilirler.
Oysa kentleştikçe, medenileştikçe, hele bu kentleşmede eğitim ve teknolojiyle içiçe bir hayat yaşama yolunda ilerledikçe bireyselleşme de gelişiyor. İnsanların akraba cinsinden birbirlerine ihtiyacı azalıyor. Mesafeli ilişkilerle toplumsal işbölümü çerçevesinde herkes bu hayat içinde ihtiyaç duyduğu hizmetleri alabiliyor. Çocuk büyük bir külfet ve masrafa dönüşüyor bu yaşam biçiminde.
35 yaşına kadar evliliğini ertelemiş olan insanlar bu saatten sonra yaptıkları çocuğa, eskiden olsa tahsis edebilecekleri maddi kaynağın belki on katını tahsis edebiliyorlar. Öyle ki bugün maddi imkansızlıklar yüzünden ikinci veya üçüncü çocuğu yapmaktan imtina edenler sahip oldukları bir çocuğa belki eski ölçeklerde on çocuğa harcanacak parayı harcayabiliyorlar.
Bunu da belki “çocuğumun başkalarından geri kalmaması” başlığı altında ifade edilebilecek bir veli ideolojisi adına yapıyorlar. İdeoloji, insanların birbirleriyle yarışarak besledikleri ve şımarttıkları, başlarına bela ettikleri bir put gibi. Bu yüzden ikinci bir çocuğa harcayacak güçleri kalmıyor zaten. Bunun uzun vadedeki etkisinin ne olacağını tahmin edebilirsiniz, çünkü gördüğümüz ve yaşadığımız gerçekliğin resmidir. Biri yetiştirilen çocuğun üzerindeki, diğeri de genel olarak nüfus alışkanlığı üzerindeki etkisinin resmi:
Kendisine onca masraf yapılan, üzerine titrenilen ve başka çocuklardan esirgenen bütün ilgiyi tek başına üzerine çeken çocuklarda gelişen ben-merkezcilik, bireyselcilik, narsizm vs; ikincisi, ebeveynde zaten başka bir çocuğu yapabilecek bir takatin kalmamış olması.
Üstüne üstlük kadın-erkek rollerinin gereğinden fazla karışmış olması ve bunun da sözüm ona cinsel eşitlik adına kutsanması da aileyi etkileyen en önemli faktörlerden biri. Eğitime alabildiğine teşvik edilen kadın iş hayatına ve kariyere de “pozitif ayırımcılık” gibi iyice garipleşen bir yaklaşımla kaçınılmaz olarak teşvik edilince o pozitif ayırımcılık aslında dönüp önce kadına en negatif ayırımcılığı yaparak vuruyor. Yasal mevzuat açısından kadının güçlendirilmesi adına alınan tedbirler zannedildiği gibi uzun vadede kadının lehine sonuçlar vermiyor. Kadına evlilik akdi ile birlikte verilen orantısız avantajlar erkek tarafında evliliğe mi adım atıyor bir mayınlı tarlaya mı adım atıyor olduğu yönünde ciddi bir çekingenlik oluşturmaktadır.
Kariyer açısından alabildiğine teşvik edilmiş olduğu halde kadına ömür boyu nafaka ve belli makamlarda beyanının esas alınması gibi hususlarda sağlanmış olan avantajlar uzun vadede aileyi ulaşılması çok zor bir hedefe dönüştürmektedir.
Ailenin tesisini, gelişimini ve sürdürülebilmesini tehdit eden malum sapkın eğilimler de var tabii, ama yaşadığımız kentleşme, modernleşme ve eğitim hayatının gelişimi karşısında onların olumsuz etkisi sanıldığı kadar değil. Asıl büyük etki eğitim ve iş hayatının gelişen yeni hayat tarzlarıyla birlikte ailenin ağırlığını, önemini ve değerini azaltmış olması. Değerini belki azaltmasa bile onu hayatta yapılması önemsenen başka işler karşısında sürekli ertelenebilir bir yere doğru itmiş oluyor. Buna karşı alınacak tedbir de yok değil kesinlikle. Çok daha farklı, soğukkanlı ve akılcı tedbirlerle bu süreç elbette başka türlü de işletilebilir(di).
Bu aşamada bile yapılabilecek çok şey vardır:
1. Bunun için her şeyden önce eğitim hayatının, erken yaşta mesleğe atılabilecekleri teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. 12 yıllık mecburi eğitimin mutlaka esnetilmesi ve meslek eğitimini teşvik edecek hale getirilmesi şart. Eğitimin zorunlu olması, sınıfta kalmayı da imkansız hale getirince tavizi ister istemez eğitim kalitesi vermiş oluyor. Ortaya eğitimi hiçbir alandan tamamlanmamış, elinden hiçbir iş de gelmeyen garip bir nesil çıkıyor. Eğitimin 12 yıl olup olmaması üzerinde eskiden bir laiklik tartışması baskısı vardı. Çok şükür bugün bu baskı olmadığı için çok rahatlıkla tartışılıp sorunun çözümüne el birliğiyle ulaşılabilir.
2. Ayrıca ev kadınlığı ve annelik de mutlaka yeterince ödüllendirilmeli ve takdir edilmelidir. Çocuğu yaptığında başına büyük bir iş açmış olduğunu düşünmemeli kadınlar veya kocaları. Aslında hem kariyer hem çocuk yapmak, ikisini de belli bir kalitede yapmak sanıldığından çok daha zor. Bunu en iyi bunun çilesini çeken anneler ve babalar bilir elbet. O yüzden kariyere karşı anneliği tercih edenlere, anneliğin de yeterince değerli ve avantajlı bir kariyer olduğu hissettirilmeli; hem maddi hem manevi açıdan.
3. Gelinen durumda bir kariyeri olmayan bir kadın evlilikte bir eş olarak da tercih edilmiyor ve bu maalesef muhafazakar ailelerde bile bir istisna oluşturmuyor. Birçok muhafazakar, hali vakti yerinde insan bile erkek çocuklarının evleneceği kadınların çalışıyor olmasını gözetiyorlar. Çocuklarının kuracağı yuvada birkaç torun görmekten ziyade yine geçim ve kariyer hesapları daha fazla ön planda. Bu devletin değil belki toplumun sorunu ama bunu da tersine çevirecek yönde devletin alabileceği tedbir, mezkur tedbirdir.
4. Bilhassa kadın için aile kurmayı ve çocuk yapmayı itibarlı bir misyon hatta meslek haline getirecek tedbirler alınabilir. Çocuk sayısınca kadına bağlanacak bir maaş, sigorta ve emeklilik hakkı vs. düşünülebilir elbet.
Kendisi de çok çocuklu bir ailenin içinden çıkıp bugünlere gelmiş sevgili bakanımız Mehmet Şimşek’in sinirleriyle oynamak pahasına bu önerimi kaydedeyim.
Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.